23 Nisan Çocuk Mönüsü: Emek, Sevgi, Yemek...
23 Nisan 2008 10:39 / 2489 kez okundu!
Bu üç kelimenin nasıl bir bütün oluşturduğunu bu hafta sonu çok anlamlı yaşadım. Aslında yaşadık demem daha doğru. Pervin bana “23 Nisan için bir çocuk mönüsü hazırlar mısın?” dediğinde sevinerek kabul ettim ama açıkçası ne hazırlayacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu.
Çocuk mönüsü denince insanın aklına hemen fast food çocuk mönüleri geliyor. Korkarım istemesek de bunu doğal karşılamamız gerekiyor. Çünkü hiçbir zaman evde ya da dışarıda bizim olan, lezzetli ve kaliteli olan şeylerden bir çocuk mönüsü yapmayı düşünmedik, yapmadık, yapmıyoruz. İthal ettik ve etmeye devam ediyoruz..
Yazının devamı ve çocuk mönüsünün nasıl yapıldığını gösteren harika fotoğrafları görmek için tıklayın lütfen :)
Çocuk Mönüsü
Ne demek çocuk mönüsü; iki kötü ekmek diliminin arasına konmuş, donmuş kıymadan mamul bir köfte, kızarmış patates ve kola mı? Aynısını büyükler de yiyor. Ama çocuk mönüsü olması için ona bir kutu yapıp içine de bir oyuncak koyunca alın size çocuk mönüsü…
Aman tanrım ne kadar yaratıcı ve sağlıklı değil mi?
Bu fast food mönüler yokken çocuk mönüsü olarak ne yiyorduk hiç düşündünüz mü?
Lahana sarma da, İzmir köfte de, kadınbudu da, enginar ya da bakla da pekala bir çocuk mönüsünde yer alabilir. Coca cola yerine ayran ya da şerbet içilebilir.
Ancak bunları fast foodlar kadar kolay bulup üretemiyoruz. Hep zamansızlığı bahane ederek marketlerin soğuk vitrinlerinden aldığımız yarı pişmiş sağlıksız gıdaları evlerimizde bulunan teknoloji harikası mikrodalga fırınlarda (bunlara fırın bile denmez aslında ya…) ısıtıp çocuklarımıza veriyoruz. Onların bundan hoşlandıklarını görünce de kendimizi avutuyor, kendimizi iyi ya da ideal anne ve babalar olarak görüyor ve her ortamda bununla övünüyoruz bile.
En değer verdiğimiz varlıklar olduklarını sıkça dile getirdiğimiz ve getirirken böbürlendiğimiz çocuklarımızın sağlığı ve dünyaları ile oynuyoruz. Dünyanın en zengin coğrafyasında yaşarken onları hazır, kolay, anlamsız ve sağlıksız şeylerle besliyor, onları da kolaycılığa alıştırıyoruz.
Eeeee, insan kolaycılığa bir alışmaya görsün. Bunu sadece yemekte değil maalesef yaşamının her alanında aramaya ve uygulamaya başlıyor. Kolaycılıkla çok şey anlamını yitirmiyor mu sizce?
Abarttığımı düşünenler olabilir, ancak ben az bile söylediğim kanaatindeyim. Onlara verdiğimiz emeğin öğretilmiş anne baba davranışlarından ve standartlaşmış yeme içme alışkanlıklarından daha başka bir şeyler olması gerektiğini düşünüyorum. Daha bize özgü ve daha bizden…
Önce bizim olanı, yerel olanı, bizden olanı tanımalı ona emek vermeli ve onu sevip tüketmeli çocuklarımız. Tüm bunları yapmaları için de elbette biz öncü ve model olmalıyız.
Mutfak dediğimiz şey ise asla marketten alınıp mikrodalgada yapılan bir şey değil ve olmamalı. Mutfak üretimden pazara, pazardan eve, saklamadan pişirmeye, servisinden yemeye bir bütündür. O bir kültürün en önemli yapı taşıdır.
Buradan hareketle başta ne yapacağımı bilemedim belki ama daha sonra bu mönüyü yapmak için onun gerçek sahipleriyle tartışmayı ve onlarla birlikte karar vermeyi düşündüm.
Yakın dostlarımın çocukları ve onların arkadaşları ile Pazar günü buluştuk.
Hedef belirlendi:
23 NİSAN ÇOCUK MÖNÜSÜ…
Peki nasıl ve ne olmalıydı?
Önce mönüyü oluşturacak, sonra alışveriş yapacak ve pişirip yiyecektik.
Mönü seçimi için elbette biraz yönlendirdim. E bunu da görev addediyorum. İlk prensip belirlendi, öncelikle kendi bayramlarında kendileri için sağlıklı bir mönü yapmalıydılar.
Lafı uzatmadan karar verdiğimiz ziyafet mönüsünü açıklayayım.
Başlangıç olarak zeytinyağlı enginar;
Salata, mevsim yeşil salatası;
Ara sıcak, otlu börek
Ana yemek, lalanga hamurunda piliç sote. (Bunu bana sevgili Gökçen Adar ağabeyim kirde kebabı ile ilgili bir sohbetimizde önermişti ve şimdi restoranımızda yapıyoruz kendisine buradan selam ve sevgilerimi yolluyorum)
İçecek olarak şerbet ya da ayran.
Tatlı olarak ise kazandibi. (Tabi bunu hazır aldık)
Eveeet ikinci prensip ise; mönümüzün mevsiminde yetişmiş gıdalarından ve hormonsuz olmasıydı. Pazara ve markete gittik. Marketten içecek için doğal ve şeker ilavesiz reçel, (Demir bize şerbet yapacak da) süt, yoğurt, piliç vs aldık.
Enginarın nasıl seçileceğini öğrendikten sonra enginarları seçtiler. Çocukların enginarı görünce birbirlerine nasıl baktığını görmeliydiniz.
Yufka, lor, ısırgan otu, ebegümeci ve diğer tüm ihtiyaçlar…
Eve geldik, heyecanlarını anlatamam size. Açıkçası ben de en az onlar kadar heyecanlıydım.
Enerjileri ve birlikte bir şeyler yapıyor olmanın verdiği haz yüzlerinden okunuyordu.
Her şeyi sırasıyla yaptık,
Güldük eğlendik, bu arada çiğ sebzeleri yıkarken bir miktar sirkeli suda bekletmeyi ve daha neler neler yapmayı öğrendik.
Saat 13:00 gibi başlayan bu macera saat 18:00 gibi ilk meyvelerini verdi.
İnanılmazdı dostlar, daha önce çok bizim olan enginar yemeğini reddetmiş olan çocuklarımız, tabaklarında en küçük bir parça bile bırakmadılar. Ne yüzlerinde bir ekşime ne de bir söz.
Tüm yemekleri ve içecekleri aynı keyifle yediler ve içtiler.
Kendileri seçti, aldı, temizledi, paylaştı, pişirdi ve yedi. Neyi böyle yapsak sevmeyiz ki?
Emek verdiler, sevdiler ve zevkle yediler.
Bu güzel hafta sonunu bana yaşatan yetenekli aşçılar, Elif Kalkır, Demir Türkay, Defne Türkay, Damla Batur ve Cansu İlmanlar’a binlerce teşekkür.
Harikaydınız çocuklar…
Sevgi ve lezzetle kalın,
Gökhan Dökmeoğlu