Festival yiyecekleri: Food Fest

17 Ocak 2009 13:51 / 3028 kez okundu!

 

1980’li yılların ikinci yarısıydı… İthalat serbest bırakılmış, ülkede birçok anlamda değişiklikler yaşanıyordu. Yiyecek ve içecek sektörü de bu değişim ve gelişmelerden nasibini alıyordu doğal olarak. En belirgin göstergesi ise yurdumuzun birçok yerinde mantar gibi üreyen yerli ve yabancı fast food restoranlardı.

Önce yabancı zincirler ülkenin en işlek caddelerinde boy gösterdi…

Çok iyi tasarlanmış mimarileri, ışıklı mönü tabelaları, güler yüzlü personeli, klimalı ortamı, çocuk mönüleri, hızlı servisi ve standartlara verdikleri önemle herkesi şaşkına çevirdiler. Beni de. Ancak bu konuda kendimi başkalarına göre biraz daha şanslı hissediyordum, bir farklılığım vardı.

O dönemde fast food makine ve cihazlarını ithal eden bir firmada yönetici olarak çalışıyordum. Malum birkaç yabancı fast food zincirinin yanı sıra yerli fast food restoranı açmak isteyen herkese makine ve danışmanlık sağlıyorduk. Restoran açmak istiyorsanız bize geliyorsunuz, biz de restoranınız için gerekli olacak makineleri belirliyor ve size satıyoruz. Ancak iş burada bitmiyor, bizden makine dışında ayrıca restoranınızın tasarımı ve işletmesi konusunda danışmanlık hizmeti de alıyorsunuz. Bu çok akıllıca sistemle ülkenin dört bir yanında sayısını hatırlayamayacağım kadar çok restoranın tasarımını ve açılışını yaptım.

Bu işleri yaparken fast food’un ne olduğu ve dünyada nereye gittiğini de çok yakından takip etme fırsatı buluyordum.

Tam bir çılgınlıktı, gün geçmiyordu ki yeni bir restoran açmak isteyen biri bize başvurmasın ve ülkenin herhangi bir yerinde bir fast food açılmasın.

Bir süre sonra yerli firmalar da bu gelişmiş teknoloji kullanan restoranları taklit etmeye başladı.

Baş döndürücü bir hızla yükseliyordu fast food…

Tercüme edersek “tez yemek” ya da “hızlı yemek”.

Dilimize o kadar yapıştı ki bu iki kelime, hızlı yenen her şeye fast food demeye başladık. Köprüde yenen balık ekmeğe de, kokorece de, döner ekmeğe ya da Hüseyin Usta’nın köfte ekmeğine de… Hızlı olan ve hızlı servis yapılan her şeye fast food diyorduk artık. Yerli yabancı her şey aynı iki kelime altında toplandı. “Fast food”.

Acaba bunlar aynı mıydı? Yani balık ya da döner ekmekle o malum zincirlerin hamburgerleri, patatesleri… Hiç mi fark yoktu aralarında?

Bu uluslararası zincirler daha ucuza mal etmek ya da standartlaşma adına bilimin ve teknolojinin tüm olanaklarını kullandı. Hedef her zaman minimum zamanda maksimum satıştı. Söylediğim gibi ucuz ve standart yapmak için hemen her yol denendi. Sistem gereği bu mübahtı da zaten.

Yatırımcı için çok cazip hale gelen bu sistem, zincirlerine ucuz patates sağlamak için maalesef bugün Amerika’da birçok patates üreticisi fakirleşti, çoğu kendi arazisinde şimdi işçi olarak çalışıyor. İntihar edenler bile var.

Fast food tüketimine uygun olması için göğüs eti daha fazla olan yeni bir tür tavuk üretildi. Tavuk eti daha iştah açıcı olsun diye et suyu özü eklendi.

Sığırlar ömürleri boyunca birkaç metre karede yaşamaya mahkum edilip daha yumuşak et almak için daha fazla yemeğe zorlandılar; hormonlandılar, obez yapıldılar, hasta edildiler. Kendi arkadaşlarının ya da diğer hayvanların artık parçaları öğütüp onlara protein olsun diye yedirildi ve sonuçta bugüne kadar görülmemiş, doğanın üretmediği insan yapısı bir virüs ve hastalık oluştu.

Ve daha neler neler!

Çok net hatırlarım Atatürk Stadı’nda bir basket maçı sonrası stadın dışında Hüseyin Usta’dan yediğim köfte ekmeğin tadını, ağzım sulanırdı o muhteşem köftelerin pişirilişini seyrederken. Ya İstanbul’da köprü altında o taptaze, mevsiminde tutulmuş balık ekmek… Hele çocukken annemle Kemeraltı’nda alışveriş sırasında yediğim döner ekmek? İçkili bir akşamdan sonra yenen o kokorecin tadı? Ya kumru, İzmir sandviçi?

Hepsini festival havasına yerdik…

Büyük bir festival. Benim için hala da öyle.

Bunları yerken dünyanın herhangi bir yerindeki insanla aynı şeyi yiyebiliyor olmayı, özdeş olmayı asla istemedim, istemiyorum da… Bu köfte, balık, sandviç - ya da yediğim her neyse - buraya özgü, hatta pişiren ustaya, başka bir yerde de aynısını bulmak zorunda değiliz.

İlk bakışta hepsi hızlı yemek bu doğru, ama aralarında önemli farklar olduğunu çok iyi görüyoruz.

Bence bunları bu büyük zincirlerle aynı iki kelime altında toplamaktan vazgeçmeliyiz aksi takdirde kendimize ve dünyadaki birçok benzerlerine haksızlık etmiş oluyoruz.

Peki ne diyeceğiz o festival havasında yediğimiz, kendine özgü lezzetli yiyeceklerimiz için?

Adı üstünde… “festival yiyecekleri”… İlle de İngilizce olsun derseniz, “food fest”!

Bireysel varlığımızın, kimliğimizin ve çevremizdeki her türlü çeşitliliğin hemen her alanda saldırıya ve istilaya uğradığı, her an tehdit altında olduğu bu dönemde bizim olanları yaşatmayı bilmeliyiz.

Sevgi ve lezzetle kalın 

17.01.2009

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
21 Ocak 2009 18:48

deniz dokmeoglu

ah ah simdi bir kofte ekmek olsa da yesek, kendi ulkemizin saglikli ineginden gelmis et, taptaze sogan, biber, domates..
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.