Granada, Büyülü Dağ / P.Mısırlıoğlu
09 Nisan 2007 00:00
GRANADA (BÜYÜLÜ DAĞ)
Her şey bir dağın etrafında dönüyordu. O dağa çıkmadan etrafını dolaşmak ise gizemli bir heyecan. Müslümanlığın ve Hristiyanlığın görkemli birlikteliği, ”Büyülü Dağ” Alhambra ve Generalife bahçeleri ışıltılar içerisinde. Sacramonte’deki La Chumbera adlı restoran bizlere Granada üzerine unutulmaz bir görüntü sunuyordu.
Herkes ayrı bir pencereden bakar,ayrı anlamlar yükler ya şehirlere. Benim pencerem La Chumbera’nın terası.
11.40’ta yavaş trenle Sevilla’dan hareket etmiştik. Yer, gök zeytin ağaçları ile kaplı bölgelerden geçerek 14.36’da Granada istasyonuna vardığımızda hızlı trenlerin daha doğru bir seçim olduğunu öğrenmiştik. Yol boyu her gördüğüm zeytin ağacına ayrı övgüler dizdim ama yol uzadıkça uzadı. İstasyondaki ıssızlık ve sıcaklık (ağustos sonu) sadece bizi değil, trenden inen herkesi şaşırtıyordu. Taksi maksi yoktu. Çıkışa doğru ilerledik. Yürüdük de yürüdük. Bir gazete bayiinden Granada haritası aldık.Hem yürüyüp hem de taksi kollamaya devam ettik. Sonunda Angel Ganivet caddesindeki Hotel Melia Granada’ya gelebildik. Ama oteller böyle gezilerin sadece uğrama ve uyku noktaları olurlar. Yayılmaya vakit yok. Topu topu iki günlük bir şey burası.
Önce şöyle boydan boya geçmeliydik şu Granada’nın yollarından. Değer miymiş bunca zahmete acilen görmeliydik. Oooh! Yüzde yüz değiyor, daha ilk dakikasında anlıyorsunuz. Mıknatıs gibi o şahaser dağın eteklerine düştük bile. Plaza Nueva’nın sonunda, 16.yüzyılda tuğladan yapılma kilise Iglesia Santa Ana’ya gelmeden önce sağ tarafta Pilar Del Toro restoranında mola verdik. Ama boğa kuyruğu yahnisi yemek için değil. Dorada A La Espald yani Çipura ile Rape Al Azafran yani fener balığı, salata ve kahve enfes bir tecrübe oldu bizim için. Bu bizi Büyülü Dağ’a çıkartırdı. Enerjimiz, keyfimiz yerinde. Zaman kaybetmemek için Alhambra (arapça kırmızı, kızıl anlamında) ve Generalife’a otobüsle çıktık. Çıktık ama burada büyük bir hüsrana uğradık. Cehaletimizin kurbanı olduk. Mahşeri kalabalık. Ve bize bilet yok. Çünkü içeriye sadece günde 8000 kişi alıyorlarmış. Biz öbür alık turistlerle birlikte 9000. filandık herhalde. Dayılandık, ayıldık, bayıldık. Tutmadı. Preveze zaferimizi anlatsak onlara, onlar da tutup bize İnebahtı yenilgimizi hatırlatsalar... Az kalsın “çıngar” cıkacak. İşi Alhambra meydan dayağına döndürmeden, kaderimize küstük. Meğer günler öncesinden acentalar biletleri organize ediyormuş. Dünyanın 72 milleti yağmış Allahın bir damla dağına. Onca yıl eziyet engizisyon mağribi insanına, yak, yok et. Sonra aklın başına gelsin. En büyük gelirin eski kültüründen, tarihinden. Şimdi değiştir, dönüştür, hatta eskiye özendir. Ver yansın arabik durumlar ve de Osmanlılık, müslümanlık aşkı. Haçlı ordusu ile karşılaşmış gibiydik. Çok sinirlendiğimiz bellidir herhalde. İşte acentesiz gitmenin zararları. Gezi yazısı da okumazsan vay haline sayın okuyucular!
Dağdan öyle kolay inmedik şehire! Bir süre bakındık Sierra Nevada dağlarına. Çok uzakta değildi çünkü ne Sierra Nevada ne de onun arkasındaki deniz. Denize yakınlığının iklimine yansıyamamasının müsebbibi de önünde uzanan bu dağlarmış zaten. Federico Garcia Lorca bu iklimde yazmış.Ve burada ölmüş. Ünlü müzisyen Manuel de Falla da buranın suyundan, toprağından, Endülüsünden yararlanmış. Bir biz püskürtülüyoruz zaten. Aşağıdan geçen dere de neredeyse kurumuş. Oysa bizim endülüs zamanında öyle miymiş? Adamların kafaları teknolojiymiş. Suları koskoca dağa çıkartıp, sonra da indirirlermiş. Nerdeee o güzelim Endülüs günleri...
Hiç kıskanç değilimdir. Granada duy duy şu Akdeniz çocuklarını da açıl susam açıl. Nasri Sultanlığının bütün hazineleri, Alhambra’ nın doyumsuz süsleri, revaklı havuzları, Generalife’ın renkli, sulak bahçeleri...
Neyse sonuçta kös kös aşağı inmeye başladık. Bu kez yokuş aşağı ve yayan.
Vurduk kendimizi Arap çarşısına. Albaicin mahallelerinde stres attık. Birdenbire öyle bir yağmur indirdi ki iliklerimize kadar ıslandık. Dıştan sevimli gözüken bir eski mekana kurulduk. Mis gibi, marok usulü nane çayları iyi geldi. Avlulu, kedili kafenin içinde İslamiyetin son kalesinden notlar düştüm defterime. Granada geçmişiyle yüzleşmiş ve her santim toprağında bu dokuları ortaya çıkaran projeler üretmiş. Zaten öyle kök salmış ki, Endülüs kimliği, buram buram kokusu bile saklanmış.
Neyse Granada Katedrali çok güzeldi ama ceza olarak içine girmedik. Fakat kitap ve CD alışverişini oradan yaptık. Plaza Bib- Rambla ana meydanlardan biri. Buralarda da Katolik hükümdarların dönemi ve de önemi ortaya çıkıyor. Süslü püslü barok işlemeler San Jeronimo, Iglesia de San Juan de Dios Rönesans’a güzel örnekler.
Palacio de la Madraza eskiden bir Arap külliyesi iken Belediye sarayına dönüşmüş görkemli bir bina . XI. Muhammed’in kılıcı ise Casa de los Tiros sarayında. Ama bizim favori yerimiz Corral del Carbon oldu. Aslında kazara keşfettiğimiz bu yer, unutulmaz akşamlarımıza dahil oldu. Burası sonradan kömür borsası olarak kullanılan eski bir handan bozma ambarmış. Şimdi ise el işi mağazalarının bulunduğu ve metruk avlusunda tiyatroların, konserlerin ve dans gösterilerinin yapıldığı vazgeçilmez bir yer olmuş. Bize de modern Flamenko gösterisi nasipmiş. Los Veranos Del Corral festival kapsamında muhteşem bir sanatla tanıştık. Klasik başka güzel. Modern başka. Gösteriden çıktıktan sonra Darro ırmağının yanından (Daha önce kurumuş dere dediğim pek de öyle gelmedi bu sefer) Sacromonte’ ye doğru kararlı adımlarla çıktık. Irmağın yanı Büyülü Dağ’ın etekleri zaten. Eski köprüler, tarihi evler ve tabii Alhambra (Elhamra) tepeleri Granada’nın mıknatıslı bölgeleri. Nereye gitsen tekrar oraya doğru çekiliyorsun. Sacromonte ise eskiden mağaralarda yaşayan çingeneleri ile ünlü. Şimdi ise turistik flamenco gösterilerinin yapıldığı yer. Yokuşu tırmanırken konsolosluk evleri, bahçeleri o bölgeye ayrı bir güzellik katmış bence.
Tam ürkekleşmeye başladığımız, karanlığın da korkumuzu artırdığı yerden geri dönmek üzereyken, çok yukarıda, bol merdivenli bir mekan ilişti gözümüze! İşte o yer, artık bizimdi. Eğer çıkmaktan vazgeçmezseniz merdivenleri, size harika bir sürprizi olur Sacromonte’nin: La Chumbera (İncir ağacı). Bence adını değiştirsinler oranın. Rüya merdiveni desinler.
Işıltısı romantik, görüntüsü elit, enfes bir teras. Ve baktığı yer Büyülü Dağ.
Bir film karesinden dökülse bu görüntüler ağzımız açıkta kalırdı. Benim de zaten çeneme vurdu. Terasta kimsecikler yok. Ama bir müzik yükseliyor derinden inanamadım. Bu benim İskoçya’da keşfettiğim müzikti ve ben o müziği çok özlemiştim. La Chumbera ve o müzik nasıl birbirlerine yakıştı. Yanık yanık. (Luis Delgado’nun “El hechizo de Babilonia”) Garson göründü uzaktan, bir İngiliz şıklığında. Kırmızı şarap istedik ne yazık ki, aç değildik çünkü. Şarabı bize değişik bademlerle sundular.Terasın her tarafı manzarayı kesmeyecek şekilde rengarenk sakız sardunyalarla süslenmiş. Ama en süslümüz Alhambra sarayı hala ışıl ışıl görkem ve güzellik akıyor her yerinden. Yarın tekrar deneyeceğiz orayı gezebilmeyi.
La Chumbera’nın içini merak ettik.şöyle bir içeri seyirttim ki böyle bir mekan nasıl tasarlanır, böyle davetkar, böyle huzurlu.. Sordum, Granada Belediyesinin gözde bir işletmesi imiş. Tebrikler belediyeye bu restoran hiç unutulası değil. İçerisi insan kaynıyor. Özel bir organizasyon sanırım.
Granada’daki ilk gecemizde rüya merdivenlerinden inip karanlığa karıştık.
Alhambra için gelmiştik buraya ve görmeden gidemezdik. Sonunda belli bölümlerini gezebileceğimiz Alhambra gece turu için 2.5 saat kuyrukta beklemeyi göze aldık. Bizi şöyle uyardılar; “Kuyruktaki ilk 400 kişi içeri alınacak” Gece kuyrukta 50. olarak ön saflarda yer tuttuk. Sonunda biz de erdik muradımıza. Darısı sizin başınıza!