Öncesi, sonrasıyla 1922 İzmir yangını ve bir düş
10 Kasım 2010 09:39 / 10267 kez okundu!
Yeni bir blog yayınlamaya başladım. Adı "Geçip de kalanlar..."
Bu toprakların uzun tarihinde başına gelen, başına getirilen ama bizim "geçti de gitti maaşallah!" diyemediğimiz, yüzleşme gerektiren çokça şeye dair, internet üzerinde arayıp, bulup, yaygınlaştırmayı seçtiğim hemen her şeyin yeralacağı bir blog bu. Arada bir de nefes almak için, yine bu topraklarda akan hayata dair birileri emek verip yazmış, çizmiş, basmış olsa da bizim pek görmediğimiz şeylere de yer vermeyi düşünüyorum. Sizlerin bu bloga taşınmasını uygun bulacağınız her şeye dair önerilerinize de açığım.
Aşağıda ilk yazısını bulacağınız ve sadece bazı yazılarını burada paylaşmayı düşündüğüm bu blogumu sürekli izlemek isteyenler için linki:
http://geckal.blogspot.com/
Öncesi, sonrasıyla 1922 İzmir yangını ve bir düş
İzmir, 13 Eylül 1922 sabahı tarihinin belki de en büyük felaketlerinden birine uğradı. Basmane semtinde başlayan yangınlarla 2.600.000 metrekarelik bir alanda 20 binden fazla ev ve işyeri yok oldu. Yangın kentin geleneksel alanının dörtte üçünü tahrip etti.
"İzmir`i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbi`nde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe, sanki Hıristiyan ve yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi..."Falih Rıfkı Atay
Çankaya, İzmir`de Yunanlıların Son Günleri (Bilgi Yay. 1974)
9 Eylül 1922 tarihli, British Royal Navy'den Kaptan Alexander Hamilton Wilson'un çektiği üç özel fotograf
Karpostallar ve fotograflarda 1922 yangını öncesi İzmir
İzmir yanıyor
Yangından geriye kalan
1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı?
Ayşe Hür14.09.2008
9 Eylül 2008 Salı günü, bazıları için 'Gavur' bazıları için 'Güzel'
İzmir'in düşman işgalinden kurtuluşunun 86. yıldönümü kutladık. O gün,
Habertürk televizyon kanalında Balçiçek Pamir'in yönettiği Söz Sende
programında, Ateşin Gelini Gavur İzmir (Doğan Kitap, 2008) adlı
albüm-kitabın yazarı Mehmet Coral'la birlikte kurtuluştan sonra çıkan
İzmir yangınının müsebbibini aradık. Elbette kısacık bir programda ne
kadar yapılabilirse. Programa Etyen Mahçupyan da telefonla katıldı.
Programın kısıtlı süresi içinde, ancak yüzeysel biçimde
değinebildiğimiz konular ise şunlardı: Türkiye'de uzun yıllar, yangını
Yunan ordularının ve onlara yardımcı olan Rumların çıkardığı
anlatıldı. Ermeni Meselesi ile bağlantılı bir biçimde, 1980'li
yıllardan sonra Ermeniler suçlanmaya başladı. Batı kamuoyunda ise
başından beri, yangını Türklerin çıkardığını düşünen önemlice bir
kesim vardı. Bazı kesimler ise yangının taraflardan herhangi biri veya
birkaçı tarafından kazara çıkarıldığını tahmin ediyor.
TEZLER, YANITLAR Mehmet
Coral, kitabındaki bazı imalara rağmen, programda kesin bir dille
şehri 'Ermeniler veya Yunanlılar yaktı' denemeyeceğini söyledi ama
'İzmir'i Türkler yaktı!' tezine de sıcak bakmadığını açıkça belirtti.
Etyen Mahçupyan ise tarihsel gerçeklerin sadece o ana ait okumalarla
değil, olayın öncesini ve sonrasını kapsayan geniş çaplı bir
değerlendirme ile ortaya çıkabileceğini, bu bağlamda 'bütün dünyanın
İzmir'i kimin yaktığını bildiğini' söyledi. Mahçupyan'ın iması İzmir'i
Türk tarafının yaktığı yolundaydı. Ben ise aksine belgelerin kıtlığı
dolayısıyla 'İzmir'i Ermeniler veya Yunanlılar/Rumlar yakmamıştır'
deyip işin içinden çıkılmasının doğru olmadığını ancak resmi tarih hiç
üstünde durmasa bile, İzmir'e ilk giren ordu komutanı 'Sakallı'
Nureddin Paşa'nın sorumlu olduğuna dair pek çok emarenin olduğundan
söz ettim. Bu hafta, bu konudaki bilgilerin bir dökümünü yapacağım.
İZMİR'E DOĞRU "Şehir bir kül
yığını. İnsanların ve öküzlerin güçlükle çektikleri top arabaları
arasından geçiyoruz. Ne Yunanlılar ne biz ölülerimizi gömmeye vakit
bulamamıştık. Türk ordusu, Türk şehirlerini ateşten kurtarmak için var
hızıyla koşuyor. Yunan ordusu da yaptığı yangınlardan, cinayetlerden
kaçıyor. Hiç birisi öbür tarafa zerrece merhamet göstermiyor." Halide
Edip (Adıvar) Mustafa Kemal'in Uşak'tan İzmir'e yolculuğunu anlattığı
Türk'ün Ateşle İmtihanı adlı kitabında (s. 282) Alaşehir'i böyle
anlatır. Ardından 18 kurşun yarasına rağmen hayatta kalmayı başaran
mucizevî asker Kemalettin Sami Paşa'yla Salihli'ye doğru yola
koyulurlar. Yolda İzmir Körfezi'ne demirlemiş olan Edgar Quinet
zırhlısından bir mesaj alan Mustafa Kemal. Türk ordusuna teslim etmek
istediklerini söyleyen konsoloslar görüşmelere hangi kumandanın
gönderileceğini sormaktadırlar. "Kimin şehrini kime veriyorlar!" diye
bağırır.
KRAMER OTELDE Yorgun ordunun
konakladığı Nif'in (şimdi Kemalpaşa) biraz ilerisindeki Belkahve'den
İzmir'e bakarken de, yabancı harp gemileriyle dolu körfeze ve Anadolu
şehirlerinin aksine tek bir dumanın bile tütmediği şehre uzun uzun
baktıktan sonra yanındakilere "Bu şehre bir şey olsaydı çok üzülürdüm"
der. Yunan ordusunun acele ile terk ettiği İzmir'de kendisine önce
Karşıyaka'da bir köşk hazırlanır çünkü İzmir'in içi karmakarışıktır
ama Bornova'daki bir köşke yerleşilir. Ordu mensupları ve İzmir'in
ileri gelenleri onu karşılarında görünce biraz şaşırırlar. Çünkü henüz
gelmesini beklememektedirler. Şaşkınlık geçince büyük bir coşku
yaşanır. Hoş geldin demeye gelenler, çiçekler, çelenklerle süslü bir
sofrada yenilen yemek, alkışlar, yaşasın sesleri. Ancak birden
silahlar patlar ve Mustafa Kemal arkada bir odaya kapanır. Kapıyı
kapatmadan önce de Ruşen Eşref'e sert bir şekilde ne olduğuna
bakmasını emreder. Bir süre sonra anlaşılır ki, Türk ordularının
önünden kaçan Yunanlılardan bir bölüğü şehrin girişinde Çolak İbrahim
Bey'in emrindeki Türk birliği ile karşılaşmış ve silahlar çekilmiştir.
Ardından meşhur olay yaşanır. Mustafa Kemal, Karşıyaka'da bir zamanlar
Yunan Kralı Konstantin'in da kaldığı beyaz köşke girerken kapıya
serilen Yunan bayrağını kaldırtacak ardından Şevket Süreyya'nın dediği
gibi 'genç bir ilah' gibi eve girecektir. İzmir'e girişinin,
İzmirlilerin meşhur deyişiyle İstirdat'ın yani 'geri alınışın' ikinci
gününde tek başına soluğu Kordon'daki Kramer Otel'de alan Mustafa
Kemal'in alelacele kurulan sofrada yemeğini yerken garsonlara 'Kral
Konstantin de bu otele gelip, burada bir kadeh rakı içer miydi?" diye
sorması, garsonların 'Hayır Paşa efendimiz' demesi üzerine, 'Öyleyse
neden İzmir'i almak istemiş?" demesi (Aktaran Aydemir, Tek Adam, Cilt
2, s.621) pek manidardır.
YANGIN BAŞLIYOR İstirdat'ın
dördüncü gününde ise bütün bu güzel hava tersine dönecektir. İzmir'in
en mamur, en güzel, en zengin mahalleleri alevler içindedir çünkü.
Yangın hızla Mustafa Kemal'in yerleştiği eve yaklaşırken, Mustafa
Kemal, ateş çemberi içinde panik içinde kaçışan halkın arasından açık
bir otomobille Uşakizade Muammer Bey'in Göztepe'deki evine doğru yola
çıkar. O gün bir suikasta kurban gitmemesi büyük bir mucizedir.
"Deniz bakır kırmızılığındaydı. En kötüsü de, arkalarından gelen ölüm
ateşi ile önlerindeki derin deniz arasında kalan dar rıhtımlarda
birbiri üzerine yığılmış binlerce insanın sürekli olarak
kilometrelerce uzaklıktan işitilebilecek korkunç çığlıkları
yükseliyordu... Akkor halindeki dev balonların sürekli olarak havaya
fırlatılmasını, akaryakıt bulunan yerlerin ateş almasını, havanın
tiksindirici bir kokuyla kaplanmasını, bu arada üzerimizden ateş saçan
bulutların, yanık kömür parçalarının ve kıvılcımların geçişini bir kez
tasarlayın. İşte o zaman seyrettiğimiz büyük ve korkun yıkımın korku
veren görünüşünü gözünüzün önünde canlandırabilirsiniz." İngiltere'de
yayımlanan Daily Mail gazetesinin muhabiri Ward Price 16 Eylül tarihli
yazısında böyle anlatıyordu İzmir Yangını'nı.
YANGIN NEREDE BAŞLADI? O gün
de bugün de pek çok kişinin yangının nerede başladığı meselesini adeta
yangını kimin çıkardığı sorusunun cevabı imiş gibi ortaya koymaları
ilginçtir. Bazıları yangının Rum mahallesinde başladığını, bazıları
Ermeni mahallesinde başladığını söylemiştir. Ancak herkesin üzerinde
anlaştığı husus yangının aynı anda bir kaç noktada birden başladığı ve
yangının Türk veya Frenk mahallerinden başlamadığı yolundadır.
Yangının Rum mahallesinde başladığını ileri süren kaynaklardan biri
Dr. Çınar Atay'ın Tarih İçinde İzmir (Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı
Yayınları, 1978) adlı kitabıdır. Yazar, Ermeni Rahip Tourian'a
dayanarak, yangından bir saat kadar once bir Türk ayakkabı boyacısının
Ermeni mahallesinin sokaklarından bağırarak geçtiğini ve buradaki
Müslümanlara kaçmalarını bildirdiğini anlatır. Buradan anlaşıldığı
kadarıyla yangın Ermeni mahallesinde değil başka yerde çıkmıştır. Atay
yangının çıkış yerinin St. Constantin Rum mahallesi, planlayıcısının
da Rum Patriği Hrisostomos olduğunu söyler. (Milli Mücadele boyunca
Rum milliyetçiliğinin liderliğini yürüten Hrisostomos, İstirdat'tan
sonra denize yakın Ayia Fotini Kilisesi'ndedir. Kilise denize çok
yakın olduğu için kolayca kaçabileceği halde kaçmamış, yargılandıktan
sonar infaz yerine götürülürken halk tarafından linç edilmiştir.)
Yangında Ecole Evangelique'te saklanan Rumlara ait 30 bin değerli
kitabın yanmasına Rum kundakçıların nasıl razı olduğunu anlatmayan
yazarın verdiği diğer ilginç ayrıntı ise yangından kısa süre önce
Seda-yı Hak gazetesi ve bazı Türk kuruluşlarının Türk mahallelerine
taşınmış olmalarıdır. (s.88-92)
İstanbul'da yayınlanan Djagatamart (Cephe Savaşı) adlı Ermenice
gazetenin 19 Eylül 1922 tarihli nüshasında, 16 Eylül'de İzmir'den
ayrılan bir gencin hikayesi ise yangının çıkış öyküsünü farklı
anlatır: "9 Eylül cumartesi öğleden sonra Türk süvarileri İzmir'in
Kordon Boyu'ndan dörtnala, kılıçları çekilmiş vaziyette şehre
girdiler. Onlar şehre girerken, önlerinden çevredeki Rum vatandaşlar
korkuyla kaçmaya çalışıyorlardı. Yunan askerleri de elbiselerini
çıkarıp silahlarını atıp kaçışıyorlardı. Gece Türk askerleri ve
silahlı çapulcular karşılarına kim çıkarsa, Rum veya Ermeni yakalayıp
belirsiz bir yere götürmeye başladılar. Halk sabaha kadar süren silah
sesleri arasında geceyi geçirdi. Pazar sabahı silahlı çapulcular ve
askerler çarşıya daldılar ve arabalara, atlara, sırtlarına ne varsa
koyup Türk mahalesine taşıdılar. Akşama doğru aynı durum Ermeni
mahallesinde tatbik edildi. Araştırma ve soruşturma yapmak
gerekçesiyle evlere giriliyor, evlerde ne varsa soyulup talan
ediliyordu. Karşı koyanlar da öldürülüyordu. Salı günü öğleden evvel
güneyden denize doğru sert bir rüzgar esmeye başladı. Basmane
İstasyonu'nun önündeki bir Ermeni evinden yangın dumaları yükseldi.
Yangın genişleyerek Ermeni mahallesine ve kilisesine doğru yayılmaya
başladı. Başında yangın Mortakiya Rum mahallesini ve sahil boyunu
tehdit eder nitelikte değildi. Fakat akşam üstü demiryolu üzerinden
bir noktadan ikinci bir yangın Rum mahallesine yöneldi. O gün sabahtan
akşama kadar bütün halk Kordon Boyu'nda toplandılar. Gümrük
Binası'ndan Punto'ya kadar halk toplanmıştı. Yabancı savaş
gemilerinden gelen memurlar ve askerler yalnız İtalyan, İngiliz ve
Fransız tabiyetindeki kişileri gemilere aldılar. Kendilerine güvenen
gençler denize atlıyor, ilerde duran gemilere yüzmeye çalışıyordu.
Bazıları muvaffak oldu ve kendilerini gemilere aldırtmayı başardılar.
Ermeni Kilisesi ve okulunun girişi ve etrafı Manisa, Ödemiş, Afyon
Karahisar ve diğer yerlerden kaçan Ermeni göçmenlerle doluydu....
Yaşları 50'den büyük olanlar serbest bırakılıyor diğerleri
tutuklanıyor veya askere alınıyordu. Çarşamba (13 Eylül) artık yangın
Kordon Boyu'na yaklaşmıştı. Büyük patlamalar duyuldu. Sonradan
Karantina Hastanesi'nde bulunan benzin depolarının ve başka yanıcı
maddelerin patlamış olduğunu öğrendik. Bu arada Ermeni Kilisesi'nin de
yangından nasibini aldığını ve çöktüğünü, kemerlerinin dağıldığını
gördük. 16 Eylül'de şafakta dört kişi idam edildiler. Bunların ikisi
Ermeni, biri de Rum'du..."
NÜFUSUN ARILAŞMASI Sonuçta,
ister Rum mahallesinden çıksın ister daha sonra pek çok kaynağın
ittifak edeceği gibi Ermeni mahallesinden çıksın, 13 Eylül'de pek çok
noktadan birden başlayan yangın, o ana kadar denizden esen hâkim
rüzgar imbatın yerini güney-güneydoğu yönünden esen rüzgarın almasıyla
14 Eylül'de batıya doğru yayılır. 15 Eylül'de kontrol altına alınır
ama ancak 18 Eylül'de söndürülebilir. 23 Eylül günü Hisar Camii
arkasında yeni bir yangın başlar. Şehrin tekrar güvenli hale gelmesi
ancak 30 Eylül'de olacaktır. Bu tarihe kadar Ermeni, Rum mahalleleri
tamamen, Avrupalıların yaşadığı Frenk Mahallesi ise kısmen yanmıştır.
Muhtemelen 15 Eylül'de rüzgârın tekrar imbata dönmesi sayesinde Türk
ve Yahudi mahallelerine zarar gelmemiştir. Yangında yaklaşık 2,6
milyon metrekarelik bir alan, 25 bin ev, işyeri, kilise, hastane,
fabrika, depo, otel ve lokanta yok olmuştur. Türk ordularının önünden
İzmir'e doğru sürülen Rum ve Ermeni sayısının İzmir'de yaşayanlarla
birlikte 500 bine yakın olduğu, bunların ancak 320 bininin gemilerle
tahliye edilebildiği, geri kalan 180 bin kişinin çeşitli biçimlerde
yaşamını yitirdiği kabul edilir. Böylece şehir gayrimüslim ahalisinden
bir anlamda kendiliğinden 'kurtulur'.
Yangın Ermeni ve Rum mahallelerini tamamen yaktığı için, Ermeni ve
Rumlardan geriye mülk kalmamıştır ama 3 Ekim 1922 tarihli İleri
gazetesinde yayınlanan bir habere bakılırsa, geride kalan taşınabilir
varlıklar 3,5 milyon altın değerindedir. 1924'ten itibaren yangın
zararlarını tazmin ettirmek için sigorta şirketlerinin aleyhine açılan
150'ye yakın davanın dosyası ortada yoktur ancak, bu davaların
hepsinin 'yangının savaş durumunda ortaya çıktığı' ileri sürülerek
sigorta şirketleri lehine bittiği bilinmektedir. Böylece kimse
yangından doğan zararını tazmin ettirememiştir.
BASININ TAVRI Yangını izleyen
günlerde, genel olarak, İngiliz, Fransız ve İtalyan basını yangın
hakkında temkinli bir tavır takınmışlardır. Örneğin 16 Eylül 1922
tarihli The London Times'ta çıkan makalede yangını düzenli ordular
şehre girmeden önce şehri ele geçiren Türk başıbozukların çıkardığı,
ancak düzenli Türk ordularının yağmacılara veya yangını çıkaranlara
karşı acımasız davrandığı, buna karşılık Türklerin yangına müdahalede
yetersiz kaldığı anlatılır. Gazetenin 6 Ekim 1922 tarihli nüshasında
ise yangını kimin çıkardığı konusunda bir kanıt olmadığını ancak
Yunanlılar ve Ermenilerin çıkardığı konusunda uzlaşma olduğu
yazılıdır. Fransız gazeteleri Figaro şehri Türklerin, Les Temps
Yunanlıların, Le Matin ise Ermenilerin yaktığını ileri sürer. ABD'de
çıkan New York Times şehri Yunanlılarla işbirliği yapan Rumlardan ve
Ermenilerden intikam almak isteyen Türklerin yaktığını düşünürken The
Portsmonth Daily Times "yangın, katliamlarının ve diğer suçlarının
izlerini kaldırmak isteyen Türkler tarafından çıkarıldı' denmektedir.
Milli Mücadele'yi ve Mustafa Kemal'i ABD'de tanıtan faaliyetleri ile
bildiğimiz Daily Mail muhabiri Ward Price ise yangını kimlerin
çıkardığına dair hiçbir şey söylemez.
MİSYONLARIN TAVRI Benzer bir
kafa karışıklığı ABD, İngiliz ve Fransız misyon şefleri arasında da
vardır. Yangına dair en ayrıntılı bilgileri Amerikalı donanma
görevlisi A. J. Hepburn, ABD Türkiye Yüksek Komiseri Amiral Mark
Lambert Bristol'e sunduğu 22 Eylül 1922 tarihli 48 sayfalık raporunda
yangını başıbozuk Türk askerlerinin çıkarmış olduğunu ileri sürer. Bu
askerlerin yangın çıkarmasının nedeni de, şehirde pek çok yağma ve
katliam gerçekleştirmiş olmalarıdır. ABD'li istihbarat subayı Teğmen
Merrill ise 14 Eylül 1922'de general Amiral Bristol'e çektiği
telgrafta 'Türklerin Hıristiyan azınlıklar sorunundan kurtulma planına
uygun olarak Türk mahalleri dışında İzmir'i yaktıklarına ve
Müttefikleri de onları tahliye etmeye zorladıklarına ikna oldum.
Sanırım şimdi İstanbul'a saldırı için hazırlanacaklar" der. ABD'li
Konsolos Yardımcısı Maynard Barnes de konsolosluğun köşesindeki
caddeye gaz döken Türk askerleri gördüğünü anlatır.
Buna karşılık İzmir'deki Amerikan Kız Koleji Misyon Başkanı MacLahlan
'Türk üniforması giymiş Ermeni teröristlerin yangınları çıkardığına
kanaat getirdim. Anlaşıldığı kadarıyla böyle yapmakla Türk ordusuna
karşı Batı'nın müdahale etmesini planlıyorlardı" der. İzmir'deki
Britanya Konsolosu H. Lamb ise 20 Eylül'de hükümetine Yunanlıların
Ermenilerle işbirliği içinde şehri yaktığını rapor eder.
İTFAİYE ŞEFİNİN TANIKLIĞI
İzmir'i Ermeniler yaktı diyenlerin en çok atıfta bulundukları belge,
1910-1922 arasında İzmir İtfaiye Şefi Paul Grescovich'in (Sırp asıllı
Avusturya-Macaristan vatandaşıdır) yangın esnasında Near East Relief
adlı yardım kuruluşu adına İzmir'de bulunan Amerikalı mühendis Mark
Prentiss'e anlattıklarıdır. Prentiss'in ABD'ye döndükten sonra
hazırladığı ve Amiral Bristol'a, gönderdiği kapsamlı rapor kapsamlı
raporun bir kısmı Grescowich'in anlattıkları üzerine inşa edilmiştir.
Prentiss ilk kez 10 Eylül'de ikinci kez ise 13 Eylül'de yangın
çıktıktan sonra görüşen Grescovich'e göre her yıl bu aylarda on günde
bir yangın çıkarken, bu yıl Eylül'ün ilk haftasında günde beş yangın
çıkmış ve kendisinin kırpılmış teşkilatı bunlarla başa çıkmayı
başarmıştır. Pazar gecesi, Pazartesi günü ve gecesi aynı anda çıkan
pek çok yangın ihbarı aldığını söyleyen Greschovich bu yangınlarla baş
etmekte zorlandığını çünkü Türk askeri valisi Kazım Paşa'nın
departmanındaki Rum asıllı itfaiyecileri görevden aldığını anlatıyor.
Daha önce yüze yakın olan personel böylece 37 kişiye düşmüş. Paul
Grescovich bu yüzden Eylül'ün 10'undan 13'üne kadar çıkan yangınlardan
Türkleri sorumlu görür. 13 Eylül sabahı iki Ermeni rahibin
önderliğinde Ermeni Okulu'ndan ve Dominikan Kiliselerinden çıkan
birkaç bin Ermeni rıhtıma doğru uzaklaştıktan sonra bu kişilerin
boşalttığı yerleri incelediğini, oralarda gaz emdirilmiş ve yakılmaya
hazır meşaleleri bulduğunu anlatır. Grescovich Türk yetkililerine
defalarca başvurduğunu ancak ilk yardımın saat akşam 18.00'de
geldiğini belirtir. 100 askerlik birlikle saat 20.00'de yangını
söndürmeye başlamışlar. Askerler yangının yayılmasını önlemek için
evleri bombalamışlar.
AMİRAL BRİSTOL'ÜN ETKİSİ
Prentiss, Greschovich'in bu anlatımlarına ve bazı şahit ifadelerine
dayanarak Ocak 1923'te Amiral Bristol'e sunduğu raporda 'Ermenilerin
ve Yunanlıların, elde ettikleri ganimetlerin Türklerin eline geçmesini
istemedikleri herkesçe biliniyordu. Yangının çıkmasından günler önce.
Ermeni gençlerinden oluşan bir grubun İzmir'i yakmak üzere organize
edildiğini söyleyen raporların varlığıda biliniyordu" denmektedir.
Bugün ABD Kongre Kütüphanesi'nde 'Bristol Papers' adıyla tasnif edilen
belge grubunun içinde bulunan Prentiss'in bu raporu Ermeni kaynakları
tarafından güvenilir bulunmaz çünkü, Mark Prentiss, henüz olayın
sıcaklığı sürerken ve Amiral Bristol'e raporunu yazmadan önce, serbest
muhabiri olarak çalıştığı New York Times gazetesinin 18 Eylül 1922
tarihli nüshasında yayınlanan 'Relief man tells tragedy' başlığıyla
çıkan yazısında, İzmir'in Türklerin eline geçmesinden sonra binlerce
kişinin Türk kuvvetlerince öldürüldüğünden ve şehri yağmaladığından
söz ettikten sonra kendi şahit olduğu bazı yağma ve öldürme olaylarını
anlatıyor ardından 'Bizlerin çoğu gözlerimizle gördük -ve bunları
doğrulamaya hazırız- Türk askerleri ellerindeki gazlı maddeleri
caddelere ve evlere atan askeri yetkililerce yönetiliyorlardı.
Konsolos yardımcısı Barnes bir Türk askerini Gümrük Binasını ve
Pasaport Bürosu'nu ateşe verirken görmüş. Aynı şekilde Binbaşı Davis
[Kızılhaç yetkilisiydi C. Clafun Davis'ten söz ediyor olmalı] Türk
askerlerini evleri ateşe verirken gördüğünü söyledi. Donanma devriyesi
de Amerikan Okulu civarında çıkan yangının Türkler tarafından
çıkarıldığına şahit olmuş" diye yazmıştı. Ermeni araştırmacılara göre,
Prentiss, bu görüşlerini 'Yunanlı ve Ermeni düşmanı' olduğu
yazılarından bilinen Amiral Bristol'ün baskıları ile değiştirmiştir.
'ASYA'NIN BELASI' ABD'nin
İzmir Konsolosu olan ve şehre Türk ordusunun girmesiyle 11 Eylül 1922
günü (yangından önce) İzmir'den ayrılan George Horton'un emekliye
ayrıldıktan sonra yazdığı ve 1926'da The Blight of Asia ('Asya'nın
belası' diye tercüme edilebilecek bu adla Türkler kastediliyordu) adlı
kitap da Batı kamuoyunu Türklerin suçlu olduğuna inandıran önemli bir
kaynaktır. Kitabın asıl isminin "An Account of the Systematic
Extermination of Christian Populations by Mohammedans and of the
Culpability of Certain Great Powers; with the True Story of the
Burning of Smyrna" (Hıristiyan Nüfusun Müslümanlarca Sistematik
İmhasının ve Büyük Güçlerin Suç Ortaklığının Bir Anlatısı, İzmir'in
Yanışının Gerçek Hikayesi" olması bile kitabın hangi tezi savunduğunu
göstermeye yeter.
E. Alexander Powell adlı bir yazar 1923'te yayınladığı The Struggle
for power in Muslem Asia (The century Co. New York/London) kitabında
şehri Ermeni ve Rumların yaktığına dair yeminli ifadelerden söz edip
Batı basınında işin Türklere yıkılmasının büyük haksızlık olduğunu
söyler. 1923'te yayınlanan Current History (Cilt V, s. 319) adlı
kitapta yer alan "Smyrna During the Greek Occupation" adlı makalenin
Müslüman yazarı Albay Raşit Galip ise yangının Ermeni mahallesinde
başladığını ancak yangını Yunanlıların çıkardığını söyler. Albaya göre
kundakçılar patlayıcı maddelerini Aya Triada ve Aya Fotini
kiliselerinde ve bazı özel evlerde saklamışlar.
Lord Kinross, Atatürk/Bir Milletin Doğuşu (Altın Kitaplar, 1966) adlı
meşhur biyografisinde, yangının orijinine ilişkin sağlam kanıtların
hiçbir zaman ortaya çıkmadığını, Mustafa Kemal'in Fransız Amiral
Dumesnil'e yangının Ermeniler tarafından çıkarıldığını söylediğini ve
Türkler şehre gelmeden önce kiliselerde şehri yakmanın kutsal bir
görev olduğuna dair vaazların verildiğini söylediğini, bu amaçla
kullanılan petrolün Ermenilerin evlerinde bulunduğunu ve birçok
kişinin yangın çıkarmaktan tutuklandığını belirtir. Diğer kaynakların
Türkleri ve özellikle fanatikliği ve gaddarlığı ile meşhur Nureddin
Paşa'yı suçladığını belirten Kinross, kendi kanaatinin de
silahsızlandırdıkları Ermenileri imha etmek için bir binaya hapseden
Türklerin yangını çıkardığı yolunda olduğunu söyler. Kinross'a göre
Türkler binayı ateşe vermeden önce Ermeni mahallesine giriş çıkışı
yasaklamış ve bir karantina bölgesi oluşturmuşlardır. Ancak rüzgâr
yangının sınırlı kalmasına izin vermemiş ve alevler çabucak şehri
sarmıştır. İtfaiye teşkilatının yetersiz oluşu da yangının büyümesine
neden olmuştur.
O günlerin birinci elden tanığı Şevket Süreyya Aydemir ise ilk kez
1967 yılında yayınlanan Tek Adam'ın ikinci cildinde (s.622) 'Bu
yangının sebebi hala aydınlanmış değildir. Ermeniler yaktı, Rumlar
yaktı, yağmacılar yaktı, hatta Türkler yaktı derler" demekle yetinir.
MODERN KAYNAKLARIN ELEŞTİRİSİ
Bu kafa karışıklığı bugüne kadar sürer. İzmir'i Türklerin yaktığını
iddia eden en meşhur kitap, Ermeni asıllı Amerikalı yazar Margaret
Housepian (Hovsepyan) Dobkin'in 1971'de yayınladığı Smyrna 1922:
Destruction of a City (Kent State University Press,1988) adlı ödüllü
araştırmasıdır. Kitap, 'Türk dostu' Amerikalı yazar Heath W. Lowry
tarafından arşiv belgelerini seçici bir biçimde ele aldığı ve olayın
en önemli tanığı olan İzmir İtfaiye Şefi Paul Greschovich'in
anlatılarını es geçtiği için nesnel olmamakla suçlanmıştır. (Lowry'nin
makalesinin online versiyonu için:
http://www.tallarmeniantale.com/lowry-izmir.htm)
Lowry'ye göre 'Türk dostu' Bernard Lewis, The Emergence of Modern
Turkey, (Oxford University Press, 1968) adlı kitabında İzmir
Yangını'na tek satırla bile değinmez. Bir başka 'Türk dostu' Amerikalı
yazar Stanford Shaw ise eşi Ezel Kural'la birlikte yazdığı History of
Ottoman Empire and Modern Turkey. Volume II: Reform, Revolution and
Republic: The Rise of Modern Turkey, 1808-1975 (Cambridge University
Press, 1977) adlı eserinde yangını Türklerin çıkardığını reddeder ama
gerçek suçlunun kim olduğuna dair bir öneride bulunmaz. Lowry ise
Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan kaynaklarının eksiğini
tamamlamak için incelenmesi şart olan Türk kaynaklarının henüz hiç bir
araştırmacıya sunulmadığını söyleyerk konuyu bağlar.
Türk yazarı Dr. Bilge Umar ise, İzmir'de Yunanlıların Son Günleri
(Bilgi Yayınevi, 1974) adlı eserinde bu felaketten Türkler ve
Ermenilerin ortaklaşa sorumlu olduklarını, Greschovich'in raporundan
anlaşıldığı kadarıyla yangını evlerine sakladıkları tüfekleri ve
cephaneleri yok etmek isteyen Ermenilerin kazayla başlattığını,
Türklerin de başlangıçta yangına kayıtsız kalarak yayılmasına neden
oldukları söyler
MUSTAFA KEMAL VE ARKADAŞLARININ TUTUMU
Peki, Türkiye'de anlaşılır nedenle pek taraftar bulmayan, daha doğrusu
üzerinde konuşmaya başlamanın bile bazılarının tepesini attıran tez,
yani 'İzmir'i Türkler yaktı' teziyle ilgili ne söylenebilir?
Belkahve'den bakarken 'Bu şehre bir şey olsaydı çok üzülürdüm' diyen
Mustafa Kemal'in yangın sırasındaki tavrı hala bir muammadır.
İddialardan biri 13 Eylül'de kalmakta olduğu köşkün balkonundan
yangını izlerken yanındaki genç subaylara şöyle dediğine dairdir:
"Çocuklar, bu manzaraya iyice bakın! Bu alevler bir devrin sona erip
yeni bir devrin başladığını gösteren bir yangındır. Osmanlı
İmparatorluğu'nun son yüzyılındaki bütün günahları şu ateşle
temizlenirken yeni Türk Devleti'nin kuruluşu ve Türk milletinin
yükselişi de cihana ilan ediliyor." (Doğumundan ölümüne kadar:
Kaynakçalı Atatürk günlüğü, Yay. Haz. Utkan Kocatürk, Ankara Atatürk
Araştırma Merkezi, 1999)
Mustafa Kemal'in yaveri Salih Bozok'un anlattığına göre alevler 'Gavur
İzmir'i' bir kül yığınına dönüştürürken, Uşakizadelerin Göztepe'deki
köşkünde bir ziyafet verilmektedir. "Fevzi Paşa Hazretlerinden başka
herkes önündeki kadehleri zevkle doldurdu. Mezeler çeşitli ve nefisti.
Fevzi Paşa içki içmediği halde kalamar tavadan tabağına öbek öbek
alıyor 'Bu İzmir'in kalamarı da pek başka oluyor, aman pek özlemişim
diye afiyetle yiyordu. Velhasıl herkes son kertesine kadar sofradan ve
başlayan geceden memnundu..." (Bozok'tan nakleden İsmet Bozdağ, Latife
ve Fikriye, İki Aşk Arasında, Truva Yayınları, s. 81-82)
'YANSIN VE YIKILSIN!' Gerisini
Mustafa Kemal'in yaveri Salih Bozok'tan dinleyelim: Denize nazır
terasta Mustafa Kemal ile Latife bir ara yalnız kalmışlardı. Latife
anne ve babasından, yaptığı işlerden söz ediyordu. Mustafa Kemal de
ona Başkumandanlık Meydan Muharebesi'ne ait hatıralarını anlatıyordu.
Yangın bütün dehşetiyle sürüyordu. Kordon Boyu ve bugün fuarın yer
aldı alan alevler içindeydi. İki yaver uzaklarında kalmıştı, ama
konuşmaları duyuluyordu. Mustafa Kemal Latife'ye sordu: 'Bu yangın
yerinde size ait emlak var mıydı?' Latife, 'emlakimizin mühim bir
kısmı yanan sahadadır' dedi ve heyecanla ekledi: 'Paşam isterse hepsi
yansın. Yeter ki siz sağ olun. Bu mesut günleri gören insanlar için
malın ne kıymeti olur? Memleket kurtuldu ya. İleride olanları yeniden
ve daha mükemmel bir surette yaptırırız.' Bu cevap Mustafa Kemal'in
çok hoşuna gitti. 'Evet! Yansın ve yıkılsın" dedi. 'Hepsinin telafisi
mümkündür.' ("Salih Bozok Anlatıyor", Cumhuriyet, 30 Ocak 1939)
Ankara'dan Yakup Kadri ile birlikte gelerek ziyafete katılan Falih
Rıfkı ise Mustafa Kemal'in 'yalçın ve yırtılmaz sakinlikle' yangını
izlediğini teyit eder. (Çankaya, s. 323)
Peki o gün sofrada kalamar ziyafeti çeken Fevzi (Çakmak) Paşa'nın
düşüncesi nedir? Fevzi Paşa anılarında 'Nurettin Paşa'nın kısa görüşü
acı biten iki olaya neden olmuştur. Biri İzmir'in büyük yangını,
diğeri Gazi Kemal'in bu yangın münasebetiyle yerleştiği otelden Latife
Hanım'ın Göztepe'deki evine yatılı misafiretidir' der. (Süleyman
Külçe, Mareşal Fevzi Çakmak, Askeri Hususi Hayatı, Birinci Cilt,
Cumhuriyet Matbaası, 1953, s. 236. )
SADECE 'NAHOŞ BİR OLAY' MI? Bu
görüşü destekleyen bir başka belge de, İtilaf Güçleri'nin Fransız
komutanı Amiral Dumesnil'in 11 Eylül 1922 günü Konak'ta Nureddin
Paşa'yla, 15 Eylül 1922 günü de Mustafa Kemal'le Göztepe'de yaptığı
görüşme tutanaklarıdır. Dumesnil'in yardımcısı korvet komutanı (sonra
amiral) Moreau tarafından tutulan tutanaklarda, Nureddin Paşa'nın
şehirde oturan Rum ve Ermenilerin İzmir'den çıkarılarak ülkenin
yakılıp yıkılmış iç bölgelerine götürülmelerini emrettiğini söylediği
yazılıdır. Amiral Dumesnil'in şehrin Rum ahalisi arasından hak
edenlere cezaları verildikten sonra kalanlarının İzmir'in geleceği
için şehirden sürülmemesi yolundaki önerisine Nureddin Paşa 'bize çok
çektirdiler. Onlara acıyacak değiliz. Yunanlıların işlediği cinayetler
çok büyüktür' cevabını vermiştir. Nureddin Paşa'yı ikna edemeyen
Dumesnil 15 Eylül'de Mustafa Kemal'e, yangını Türklerin çıkardığı
yolundaki söylentileri aktarır ve "Birçok kişi Türklerin ateşe gaz
döktüklerini bir takım teferruat ile anlatıyorlar. Ben derhal kurmay
heyetimin zabitleri tarafından tahkikat yaptırdım. Bu tahkikat,
dolaşan rivayetleri teyit etmedi. [Ancak] Söylendiğine göre İngiliz
amirali Türklerin mesuliyetine inanıyor' der. Mustafa Kemal yangının
işgalden önce oluşturulan bir teşkilatın eseri olduğunu belirtince,
Amiral Dumesnil kendisinden Batılı çevreleri ikna etmek için daha
güçlü bir tekzip yapmasını ister. Ancak Mustafa Kemal'den duyabildiği
en ağır ifade 'Evet bu yangın nahoş bir hadisedir" olur. Amiral bu
sözün kendisine biraz zayıf göründüğünü belirtir, ancak Mustafa
Kemal'den daha fazlasını duyamaz. Ardından Mustafa Kemal konuşmayı
İtilaf Devletleri ile yapılacak barış müzakerelerine getirir ve yangın
meselesini kapatır. (Aktaran Cengiz İlhan, "Kurtuluş Günlerinde İki
Görüşme", İşgalden Kurtuluşa İzmir, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve
Cumhuriyet imecesi, 2007, s.96-102)
FRANSIZLAR İKNA OLUYOR
Nitekim, 17 Eylül 1922'de Mustafa Kemal Ankara hükümetinin
İstanbul'daki mutemet adamı Hamid Bey'e bir telgraf gönderir.
Telgrafta İzmir yangınının Yunanlılar ve Ermeniler tarafından daha
önceden planlandığı şekilde şehri yok etmek için çıkarıldığı, bu
bilginin pek çok belge ve şahitlerin ifadeleri tespit edildiğini
yazılıdır. Dumesnil ise 28 Eylül 1922 tarihli raporunda İzmir'i
Türklerin yakmadığına ikna olduğunu, suçluların Ermeniler olduğunu
tahmin ettiğini yazarak bu görüşü onayladığını gösterir. 1921 tarihli
Ankara Anlaşması'ndan beri örnekleri sergilenen Fransız-Türk
dostluğunun yeni bir nişanesidir sanki bu rapor. Halbuki, İngilizler,
Türklerin masumiyeti konusunda uzun süre ikna olmayacaklar, durumu
soruşturmak için İzmir'e bir komisyon göndereceklerdir. (21 Temmuz
1924 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki bu haberi ve konuyla ilgili
onlarca -çoğunu kullanamadığım- belgeyi bana temin eden Sait
Çetinoğlu'na ve Kevork Büyükagopyan'a teşekkürü borç bilirim.)
FALİH RIFKI'NIN SÖZLERİ Peki
İzmir'in simsiyah dev bir çukura dönüşmesine neden olan o korkunç
yangından sadece 'nahoş bir olay' diye söz eden Mustafa Kemal daha
sonra yangın hakkında konuşmuş mudur? Maalesef hayır. Örneğin CHF'nin
15-20 Ekim 1927 tarihinde Ankara'da toplanan ikinci Kurultay'ında
Parti Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı 36,5 saatlik büyük Nutuk'ta bu
konuda tek kelime etmemiştir! Buna karşılık aynı Nutuk'ta (TDK
Yayınları, 1965, s. 532-547) Daha sonra kartvizitine "Yemen,
Selmanpak, Batı Anadolu, Afyonkarahisar, Dumlupınar ve İzmir savaşları
galibi..." yazdıracak olan 'Sakallı' Nureddin Paşa'yı tam 16 sayfa
boyunca alaya alır, ağır şekilde eleştirir, hatta yerin dibine
batırır.
Peki, Mustafa Kemal'in yangın konusundaki suskunluğunun ve Nureddin
Paşa hakkındaki bu öfkesinin nedeni nedir? Bunun cevabı belki de Falih
Rıfkı'nın şu satırlarında gizlidir: "Gavur İzmir karanlıkta alev alev,
gündüz tüte tüte yanıp bitti. Yangından sorumlu olanlar, o zaman bize
söylendiğine göre, sadece Ermeni kundakçıları mı idi? Bu işte o
zamanki ordu komutanı Nureddin Paşa'nın hayli marifeti olduğunu da
söyleyenler çoktu. Atatürk'ün Nureddin Paşa'yı eskiden beri sevmediği
Nutuk'unda görünür. (...) Kibirli, dar kafalı, zulüm ve ceberrut
düşkünü bir kimse idi. Bu yüzden bir zamanlar Millet Meclisi kendini
harp divanına verip mahkum bile ettirmek istemişti. (...) Nureddin
Paşa'nın biri İzmir'de, biri İzmit'te tertip ettiği iki linçin
hikayesi gene o vakitler, bizi ikrah içinde bırakmıştır
(iğrendirmiştir). Bunlardan biri İzmir metropoliti Meletyos
[Hrisostomos], öteki de Peyam-ı Sabah yazarı Ali Kemal'dir.
Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki
notlarımdan bir sayfayı buraya aktarmak istiyorum:
'Yağmacılar da ateşin büyümesine yardım ettiler. En çok esef ettiğim
şeylerden biri, bir fotoğrafçı dükkanını yağmaya giden subay, bütün
taarruz harpleri boyunca çekmiş olduğu filmleri otelde bıraktığı için,
bu tarihi vesikaların yanıp gitmesi olmuştur. İzmir'i niçin
yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa,
azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya
Harbinde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve
kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene bu
korku ile yakmıştık. bu kuru kuruya tahripçilik hissinden başka bir
şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa
parçasına benzeyen her köşe, sanki Hıristiyan ve yabancı olmak, mutlak
bizim olmamak kaderinde idi. Bir harp daha olsa da yenilmiş olsak,
İzmir'i arsalar halinde bırakmış olmak, şehrin Türklüğünü korumaya
kafi gelecek miydi? Koyu bir mutaassıp, öfkelendirici bir demagog
olarak tanımış olduğum Nureddin Paşa olmasaydı, bu facianın sonuna
kadar devam etmeyeceğini sanıyorum. Nureddin Paşa, ta Afyon'dan beri
yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp
çırpınan halkını görerek gelen subayların ve neferlerin affedilmez
hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi." (Çankaya,
Doğan Kardeş Matbaacılık 1969, s. 324-325.)
Falih Rıfkı'nın hatıra defterinin bu mahrem satırlarını Çankaya'nın
bazı baskılarına koymaması, ayrıca Babamız Atatürk (Doğan Kardeş
Yayınları, 1955) adlı kitabında "Bu sırada bir mesele çıkarmak isteyen
Ermeni komitecileri şehri tutuşturdular" demesi ise 'resmi tarih'
okumaları açısından ilginçtir.
İSMET İNÖNÜ'NÜN İMASI Yıllar
sonra "Yangın nerede başladı, kim başlattı bilmiyorum...İzmir'e
girdiğimiz günlerin bende kalan en acı hatırası yangındır. Bu
yangınların sebepleri büyük tarih hadiseleri içindeki sebeplerdir.
Küçükler emir aldıklarını söylerler, büyükler disiplininin kalmadığını
söylerler" (Teoman Özalp, Atatürk'ten Anılar, Kazım Özalp, İş Bankası
Kültür Yayınları, 1992, s. 300) diyen İsmet Paşa'nın kastettiği
'büyükler' acaba kimdir? Mesela Nureddin Paşa olabilir mi?
Sözlü Tarihte İzmir Yangını
Bugün pek çok resmî tarihçiye göre Ermeniler 1915 Tehciri'nin
intikamını almak için ittifak yaptıkları Yunanlıların yenilmesi
üzerine artık İzmir'de yaşamaktan umutlarını kestikleri ve bana yar
olmayan Türklere yar olmasın diye böyle korkunç bir yola
başvurmuşlardır. Ermeni mahallesinde Türk ordularına yönelik bir
direniş olduğuna dair bilgilerle birleştirilince bu ihtimal güçlü
görünür. Ancak bunun tam tersi bilgiler de vardır. Örneğin İzmir'in
tanınmış doktorlarından biri olan Garabet Haçeryan'ın anılarında var.
(Dora Sakayan, Bir Ermeni Doktorun Yaşadıkları: Garabet Haçeryan'ın
İzmir Güncesi, Belge Yayınları, 2005)
Haçeryan, 28 Ağustos 1922'den itibaren hatırat tutmaya başlamış.
Hatıratın ilk sayfasında, "Çalgıcı Başı Sokağı, 109 numarada, Garabet
Balabanyan'ın ferah ve rahat evinde oturuyoruz. Eşim Elisa ve
bebeğimiz Vartuhi ile birlikte, mutluyuz ve rahatımız yerinde" diyen
doktor yangın gününü şöyle anlatıyor: "Bu gün Uruç Yortusu (Meryem'in
göğe yükselişi) ertesi. İzmir'in Hıristiyan ahalisi için tatil ve
kutlama günü. Öğleden önce, insanlar her zamanki gibi geziniyorlar.
Akşama doğru, Türklerin Afyon önlerinde bir taarruz başlattıklarına ve
küçük bir zafer kazandıklarına dair bir söylenti dolaşmaya başladı;
hiç önemsemedik.... Zengin Ermeniler ve zengin Ermeni doktorlar İzmir'i
terk ettiler. Bana gelince, Türk hükümeti aleyhine hiçbir şey
yapmadığım için, İzmir'i terk etmeyi düşünmüyorum. Aksine belediye
doktoruyum ve askerde tam dört yıl geçirdim ve kusursuz hizmetimi
teyid eden resmi belgelerim, madalyalarım var. Dolayısıyla, tehlike bu
kadar uzakken, İzmir'de ulaştığım konumumu kaybetmek istemiyorum."
Haçeryan, 9 Eylül'de şehre gelen Türk askerlerinin, onlardan korkan
gayrimüslimleri 'korkmayın size bir şey yapmayacağız' diye teskin
ettiğini, ancak ertesi gün şehre indiğinde her yerin kurumuş kanla
dolu olduğunu ve özellikle Ermeni Meydanı'nın yağmalandığını gördüğünü
belirtiyor. 13 Eylül Çarşamba ile işaretlenmiş güne ait sayfada ise,
öğleden sonra saat ikide Ermenilerin yerleşim bölgesi olan Haytnos
yönünden dev bir bulutun yükseldiğini ve aynı anda birçok yerde,
kasten çıkarıldığı belli olan alevlerin göğü sardığı yazılı. Haçeryan,
kendisini Türk sanan bir Türk askerinin "biz lazım olanını yaptık, siz
geri dönün" dediğini, bundan sonra da çocuklarının her birinin eline
bir bohça tutuşturularak devam edecek göçlerin başladığını anlatıyor.
Haçeryan'a göre, Ermeniler eğer şehri ateşe vermeyi düşünselerdi,
bunun için Türk askerlerinin şehri kontrol altına almasını
beklemezlerdi, daha şehri gelirlerken bu işi yaparlardı.
FARKLI YAKLAŞIMLAR Pelin
Böke'nin gerçekleştirdiği bir sözlü tarih araştırması (İzmir
1919-1922:Tanıklıklar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2006), İzmir'deki
yangını yaşamış Levantenleri konuşturmaktadır. 1914 doğumlu Levanten
kökenli Ferdinando Stano ise Haçeryan'dan farklı bir hikaye anlatıyor:
"O gece yangın başladı Gazi Bulvarı'nda. Evde çoluk çocuk, annem,
babam, amcalar hepsi vardı. Bir battaniye aldık, nerde yatacağız belli
değil. İzmir'den Turan'a gitmek..!!?? Vesait yok, araba çalışmaz,
hiçbir şey. Ermeniler birinciydi yangını çıkaran. Yunanlılar
çarpışıyordu ara sırada. Türkler Eşrefpaşa'da, yukarıdaydılar.
Ermeniler Yunanlılarla birlik çarpışıyordu o zaman. Eee gördüler,
Türkler başladılar inmeye Eşrefpaşa'dan İzmir'e doğru, yangına
verdiler İzmir'i."
Buna karşılık Leyla Neyzi'nin Ben Kimim? Türkiye'de Sözlü Tarih,
Kimlik ve Öznellik, (İletişim Yayınları, 2004) adlı kitabında yer
verdiği İzmir'in ünlü ailelerinden Kâtipzadelere mensup Gülfem İren
ise 'O depoyu Ermeniler mi tutuşturdu, Türkler mi tutuşturdu? Bana
kalırsa Türkler tutuşturdu, büyük bir kolaylık ve temizlik olsun diye.
Ve sonra kimse, kör olsun Rumlar, Ermeniler yaktı, demedi. bir de o
var. Demek ki suç bizdeydi. Ama yanılabilirim" diyerek bir çeşit
özeleştiri yapar. Gülfem Hanım'ın şu sözleri ise haklılık duygusu ile
suçluluk duygusunun nasıl iç içe olduğunu gösterir: "Büyük bir pislik
kalktı, ama haklı mıydılar haksız mıydılar? Bir miktar haklıydılar.
Çünkü Osmanlı İmparatorluğu çökmüştü. Çöken bir devletin orasını
burasını koparmak da yabancılar için kolaydı. O fuarın olduğu yer,
binlerce Ermeni, Rum ve Yahudi'nin barınağıydı. O temizliği yapmak
için onu yaptılar....Olmalı mıydı böyle bir şey olmamalı mıydı, onu hâlâ
düşünürüm. Bu topraklar bizim olduğu kadar onların da hakkıydı, ta
ecdatlarından beri. Bizim vatan topraklarımız diyoruz, evet çok şükür
bugüne, ama bizim kadar onların da memleketi".
Başlangıçta sadece okuyucum, şimdi ise dostum olan İzmir'li Fadıl
Kocagöz'ün bana özel olarak anlattıkları da ilginç. İzmir'in ünlü
yazarı Samim Kocagöz'ün oğlu olan Fadıl Kocagöz şöyle diyor:
"....İşgal'den önce İzmir Gümrüğü'nde çalışan, Girit'li olmakla
birlikte, Helenika ve Fransızca bildiğinden işgal altında da bu
vazifesini sürdüren, İstirdat'tan sonra 1927'ye kadar Sandık Emini
olarak vazifede kalan anne-dedem Fadıl Sami Bey ve Kurtuluş Savaşı
romanı yazan babam Hasan Samim ile Karşıyaka'da aynı evde yaşadım.
Babamın, dedemim anılarını dinleyişini, evrakını okuyuşlarını çok iyi
anımsıyorum. Ancak daha sonra bunun sadece işgal günlerine
yoğunlaştığını, İstirdat ve yangının hep pas geçildiğini fark ettim.
İkisi de, Yeni Asır Gazetesi'nin her 9 Eylül günü yayımladığı ve alt
yazısı '9 Eylül İzmir Yangını, Yunan'ın son kahpeliği' gibi bir şeyler
olan o ünlü yangın fotografisi sabitliğinde dururlardı. Ancak, pederin
Kalpaklılar-Doludizgin romanının yayınlanmasından birkaç yıl sonra
dedem, bir sabah ilk vapurla, ben Sant-Joseph Ortaokuluna, o
Pasaport'taki nargile kahvesine gitmek için Alsancak'a geçerken
İstirdat'ta, Ermeni Kilisesi'nin kubbe mazgallarından alevlerin
yükselişini ve kubbenin çöküşünü Namazgâh mahallesinden nasıl
izlediklerini, Ermeni mahallesinin yangının önüne geçmek için nasıl
çepeçevre dinamitlendiğini anlattı. Kilise yangını için, "İçinde
cephanelik vardı, Körfezde alargada bekleyen gemiler onları kabul
etmiyordu. Ya Sakallı Nurettin kundakladı ya da topyekün intihar
ettiler" sözü içime işlemişti...."
BİTİRİRKEN Her okuyucu,
yukarıdaki anlatılar eşliğinde kendi tarih okumasını yapacaktır.
Ancak, şurası da bir gerçektir ki, pek çoğumuz bu bilgilerden bile
mahrum büyüdük. Bunun nedeni de tarihimizin bazı sayfaları hakkında
konuşmanın adeta bir tabu haline getirilmesi. Peki bugün resmi tarihin
önündeki en büyük engel gibi gözüken 'İzmir'i Türkler yaktı'
dendiğinde 'İzmir'i Atatürk ve arkadaşları yaktı' diye anlaşılmasının
önlenmesi için soruyu 'İzmir'i Nureddin Paşa mı yaktı?' diye
değiştirmek tıkanıklığımızı açar mı? İzmir'e kimlerin kıydığı konusunu
açıklığa kavuşturmak için hem Amerikan, Fransız, İngiliz ve İtalyan
kaynaklarının, hem resmi ve yarı-resmi, gizli ya da açık Türk
kaynaklarının, hem Yunan, Rum ve Ermeni kaynaklarının karşılaştırmalı
bir okumasına ihtiyaç var, hem de bu olayın içinde yer aldığı tarihsel
bağlamı yani Osmanlı'nın son yüzyılından bugune kadarki Cumhuriyet
tarihinin siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve zihinsel açıdan
analize tabi tutulmasına. Yani 'Sakallı' Nureddin Paşa'nın şahsında
Nureddin Paşaları doğuran zihniyeti analiz etmemiz, İzmir Yangını
özelinde 1910'lardan beri 'dahili düşmanlar' olarak görülen
gayrimüslimlere karşı yöneltilen sistematik sürgün, imha ve sermaye
transferi politikalarını irdelememiz daha sağlıklı sonuçlar
verecektir.
İzmir'in Kurtuluşu, İzmir'in Yakılışı...
9 Eylülde Yunan işgalinden kurtulan İzmiri gerçekten kaçan Rumlar mı yakmıştı? Atay Çankaya'da yangından Nurettin Paşayı sorumlu tutuyor. İnönü: Nereden başladı, kim başlattı bilmiyorum; Çakmak: Nurettin Paşanın kısa görüşü yüzünden...
İpek Çalışlar
9 Eylül 2006
İzmir'in 15 Mayıs 1919'da başlayan Yunanistan ordularınca işgaline 9
Eylül 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularınca son verildi.
İzmir istiladan kurtarıldı ve özgürlüğe kavuştu. Ancak 4 gün sonra
başlayan yangın düşman işgalinden kurtarılan, Ege'nin en güzel kentini
yok etti.
İzmir, 13 Eylül 1922 sabahı tarihinin belki de en büyük
felaketlerinden birine uğradı. Basmane semtinde başlayan yangınlarla
2.600.000 metrekarelik bir alanda 20 binden fazla ev ve işyeri yok
oldu. Yangın kentin geleneksel alanının dörtte üçünü tahrip etti.
Resmi efsaneye göre İzmir'i, kaçan işgalci ordular ateşe vermişti.
Ancak Türk birliklerinin kente girdiği 9 Eylül'den sonra kentte hiçbir
işgal kuvvetinin kalmadığı, tüm Yunan birliklerinin kenti çoktan terk
etmiş olduğu ortada iken, bu efsanenin ömrü uzun süremezdi.
İpek Çalışlar, İzmir'in önde gelen ailelerinden birinin kızı olan
Mustafa Kemal Atatürk'ün eşi Latife'nin gerçek öyküsünü araştırırken,
İzmir'in yakılışına ilişkin efsaneyi sarsalayan tanıklıkları da
yeniden bir araya getiriyor.
İzmir'in kurtuluş günü 9 Eylül'de kentin yok edilişinin sorumlularına
ilişkin bilgileri Çalışlar'ın "Latife"sinden aktarıyoruz.
İzmir'i kim yaktı gerçekten
İzmir'i bugün söylendiği gibi gerçekten Rumlar mı yakmıştı? Kaybeden
tarafın yakmış olması akla uygun gelse de yangının çıkışı üzerine
yazılanlar çelişkili.
15 eylül tarihli New York Times gazetesi İzmir'i Türklerin yaktığını
öne sürmüştü. Yunanlıları suçlayan yayınların sayısı da az değildi.
Dönemin ünlü gazetecisi ve o günlerde Beyaz Köşk'e konuk olan Falih
Rıfkı Bey (Atay) yangından Nurettin Paşa'nın sorumlu olduğunu yazıyor:
Falih Rıfkı ne yazıyor?
"Gâvur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti.
Yangından sorumlu olanlar, o zaman bize söylendiğine göre, sadece
Ermeni kundakçıları mı idi? Bu işte ordu komutanı Nurettin Paşa'nın
hayli marifeti olduğunu söyleyenler çoktu. (...)
"Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki
notlarımdan bir sayfayı buraya aktarmak istiyorum:
"İzmir'i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar
kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci
Dünya Harbi'nde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve
kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene bu
korku ile yakmıştık.
"Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bir
Avrupa parçasına benzeyen her köşe sanki Hıristiyan veya yabancı
olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi." (1)
İsmet Paşanın anısı
İsmet Paşa (İnönü) yangın "nereden başladı, kim başlattı bilmiyorum"
ifadesini kullanıyor:
İzmir'e girdiğimiz günlerin bende kalan en acı hatırası yangındır. Bu
yangınların sebepleri büyük tarih hadiseleri içindeki sebeplerdir.
Küçükler emir aldıklarını söylerler büyükler disiplin kalmadığını
söylerler .(2)
Yunanlılara karşı girişilen son harekâtta 1. Ordu komutanlığına
getirilen Nurettin Paşa'nın vukuat listesi kalabalıktı, İzmit'te
gazeteci Ali Kemal'in linç edilmesinden sorumlu tutulmuş, Kuvayı
Milliye askerlerinin İzmir'e girdiği gün de Rum başpiskoposun katlinde
rol oynamıştı.
Fevzi Çakmak ne diyor?
Mareşal Fevzi Çakmak, "Nurettin Paşa'nın kısa görüşünün sonu acı biten
iki olaya neden olduğunu" kaydediyor:
Biri, İzmir'in büyük yangını, diğeri Gazi Kemal'in bu yangın
münasebetiyle yerleştiği otelden Latife Hanım'ın Göztepe'deki evine
yatılı misafiretidir (misafirliği).
Bunlardan birincisinde kısmen Nurettin Paşa'nın kısa görüşü,
ikincisinde de tesadüf denilen müessir amil (etken neden) olmuştur.(3)
Kurtuluşu izleyen büyük yangın İzmirlilerin moralini bozmuştu, İsmet
Paşa'nın anlatımına göre, İzmir'de neşeli geçen ilk üç günden sonra
tekrar karanlık bir hava çökmüştü, İzmir'i aldık ama, İzmir şehri
Anadolu'nun yarısıyla beraber harap oldu havası ortalığı sarmaya
başlamıştı.
Ne var ki, Mustafa Kemal İzmir'e girmekle büyük davayı kazanmış
olduklarına herkesi yeniden inandırmıştı. Her şeyi tamirin bir mesele
olmadığını söylüyordu. Yangın havasına iyimserlik ve güzel gelecek
hülyaları iki üç gün içinde hâkim olacaktı. (4)
Mustafa Kemal ne diyor?
Mustafa Kemal, yangınla ilgili olarak Hariciye Vekili Yusuf Kemal'e şu
telgrafı yollamıştı:
İzmir yangını hakkında atideki (aşağıdaki) tarzda beyanatta bulunmak
lazımdır. Ordumuz İzmir'e her türlü kazadan muhafaza etmek için şehre
girmeden evvel tedabir (tedbirler) almıştır. Ancak Yunanlılar ve
Ermeniler daha evvel vücude getirdikleri teşkilatla İzmir'i kamilen
ihrak etmeyi (yakmayı) tasmim (niyet) etmişlerdi.
Kiliselerde Hristosmos'un vermiş olduğu nutuklar ki İslamlar
tarafından işitilmişti, İzmir'i yakmak bir vazife-i diniye olarak
tebliğ edilmiş bulunuyordu. Harik (yangın) bu teşkilat tarafından
vücuda getirilmiştir.
Hariki askerlerimize atıf (yükleyen) ve isnat (iftira) edenler bizzat
gelip İzmir'e vaziyeti görebilirler. Yalnız böyle bir iş için resmî
tahkikat mevzubahis olamaz. Elyevm (hâlâ) burada bulunan her milletten
gazeteciler zaten bu zaviyeyi ifa etmektedirler...
Başkumandan Mustafa Kemal, 17 eylül I922 (5) (AD)
Notlar:
(1) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Doğan
Kardeş Matbaacılık, İstanbul, 1969.s. 325.
(2) Teoman Özalp, Kazım Özalp
Atatürk'ten Anılar, İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1992,
s.300
(3) Süleyman Külçe, Mareşal Fevzi
Çakmak, Askeri Hususi Hayatı,1. cilt, Cumhuriyet Matbaası,
İstanbul,1953, s.236; aktaran: Oğuz Atay (der.) Gazi, Truva Yayınları,
İstanbul, 2005, s. 87
(4) İsmet İnönü, Hatıralar 1,
haz.Sabahattin Selek,Bilgi Yayınevi, İstanbul,1985, s.300
(5) Bilal Şimşir, Atatürk ile
Yazışmalar, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1981, s.274.
(*) Alıntı: İpek Çalışlar, Latife,
Doğan Kitap, 2006, sy:54-55-56. style="font-size:78%;">
Benim bir düşüm var
Bir
gün, resmi tarihin tüm yalanlarına rağmen İzmir yangını gerçeğiyle
yüzleşebilen bir olgunluğa geldiğinde İzmir kentinin seçilmiş
temsilcileri bir bildiri yayınlar:
"Biz, İzmir kentinin seçilmiş temsilcileri, 1922 yılının Eylül ayında
kentimizde yaşanan büyük yangının, o yangın nedeniyle ölen, yaralanan
ya da kentimizden göçetmek zorunda kalan hıristiyan kökenli İzmirliler
ile ortak bir trajedimiz olduğunu çok geç de olsa kabul eder ve tüm
kurbanlarından, kim olurlarsa olsun artık yargılayamayacağımız
suçluları adına hiç yüksünmeden özür dileriz.
Gerçekleşmesi artık olanaksız da olsa, o talihsiz yangının hiç
yaşanmadığı, hiçbir hıristiyan kökenli sakininin terketmek zorunda
kalmadığı , o güne kadar süren çok kültürlü zenginliğini bugüne kadar
da taşıyacak olan bir İzmir'in, en azından düşünü sizlerle samimiyetle
paylaştığımızın ve ortak tarihimizin ve kültürümüzün, önyargısızca
araştırılıp, tartışılıp, paylaşılacağı her türlü girişime içtenlikle
isteğimiz, katkımız ve çabamızın olacağının bilinmesini çok isteriz.
Bizi hala birleştiren aramızdaki bu denizin barış ve dostluk denizi
olması dileğiyle, başta Pire ve Selanik kentleri olmak üzere, Ulusal
Kurtuluş Savaşımız boyunca ve ardından zorunlu ya da anlaşmalı
göçlerle kendi evini, toprağını, komşularını, köy ve kasabalarını ve
nihayetinde kentini kaybeden tüm eski İzmirlilerin yerleştiği her
Yunanistan kenti, kasabası ve köyünü kardeşimiz kabul ederiz."
Gerçekleşmesi ne denli zor, yazılabilmesi bile ne kadar gecikmiş ve
birçok İzmirli ve Türkiyeli gözünde ne kadar korkulası, saldırılası
bir düş değil mi?!
Dedim ya bir düş!
Hakan Akçura
Görsel kaynak linkleri: Görsel kaynak linkleri: Hulton-Deutsch Collection, Greece.org, ABD Kongre Kütüphanesi Arşivi, Stamp Circuit, A. Karamitsos (gabi sayesinde), TheBigBond.ca
Son Güncelleme Tarihi: 10 Kasım 2010 11:23