Düş kırıklıklarının da bir sesi vardır... - İbrahim Akar

23 Mayıs 2008 14:17 / 2370 kez okundu!

 

Derler ki , gece gündüze aşık olmuş ve bir ömür boyunca beklemiş ona kavuşacağı anı. Gün gelip etraf ışımaya başlayınca, horozların ortalığı ayağa kaldıran uyarılarına kulak vermeyişinin de cezasını çekmiş. Önce gözleri yok olmuş gecenin sönen yıldızlarla

Rivayetler öyle diyor: Horozların uyarısıyla yataklarından fırlayan köylüler, daha henüz gün doğmadan gece ile gündüzün buluşacağı yere, tarlalarına doğru yönelmişler. Vardıklarında ise çiçeklerin yapraklarına çiğ olup düşen sabahın göz yaşlarından başka bir şey görememişler...



Bir tek şeyin dışında: Sabahın geleceği anı, gece ile birlikte sabırsızlıkla bekleyen akşam safalarının kederle yumulmuş gözleri!



İşte gün o gündür, akşam safaları bir türlü bağışlayamamışlar gündüzü ve gecenin tekrar geleceği anı bekleyerek, gün boyu açmamışlar çiçeklerini...



Yine de dinmemiş Tanrıların öfkesi! Yasakladıkları anı yaşadıkları için, geceyle gündüzü aynı acıyı sonsuza değin yaşamaya mahkum etmişler...



Ve dünya, gece ile gündüzün acısanı sonsuza taşıyarak, güneşin etrafında dönmüş durmuş...



....


....



Bu dünyada her şey yadsınabilir! İnsanın iç dünyası öyle bir makine ki , acı balın, bal da acının tadına dönüşebiliyor. Bu açıdan bakınca, tarifsiz kederlerinden tad almayı başarabilen mazoşist şairlerimizi, Polyanna'nın çağdaş yansımalarını veya yaşamın onca güzelliklerine rağmen bir yudum sevgiye, bir kaç küçük sevince dahi kavuşamadan yitip giden insanları da anlayabiliyorum...



İşte, işin zoru burada başlıyor! Bunları ayrımsayabilen bir insan, hangi kategoride kendisini varedecek, ya da etmeli?



İnandığım, düşlediğim "şey" veya "şeyler"le, gerçekler arasındaki farklılık nasıl bu denli büyük olabilir? Ve en kötüsü nasıl açıklanabilir? Gerekçeli kararlar, bir savunma mekanizması yaratmanın basitliğinden öte gidemeyecek kadar hükümsüz ve bir aldatmacadan öte gidemeyecek kadar bayağı iken?



Acı bir defaya mahsus olunca gerçek acıdır! Prometheus'un sürekli parçalanan ciğeri her gün aynı acıyı mı verir? Ve her çığlığı aynı şiddetle mi yankılanır, Olimpus kayalıklarında?



Prometheus'un çığlığına kayalardan gelen yansımalar bile ne kadar sürdü? Sonunda vazgeçip, tanrısal bir suskunlukla cevap vermediler mi ona?



Olimpus dağından rüzgara yüklenip insanalara uzanan çığlığına, niye sadece çarptığı taşlardan, sarı kayalardan yanıt geldi? En sonunda onlar bile tepkisizliği öğrenmediler mi? Sonsuzun sonsuz günlerinden birinde, kartalın pençeleri bir defa bile olsa niye isyan edemedi "kutsal" görevine? Prometheus hep kendi gerçeğini kendisinde yaşarken, neden kartalın da acısı olabileceğini düşünemedi? Ve kartal hiç mi utanmadı pençelerinde taşıdığı kan pıhtılarından?



Suskunum. Prometheus'un çığlıklarını bile kıskanmamak elde değil...



Her şeyin, her nesnenin mutlaka bir sesi vardır. İçinde yaşadığımız ya da hiç tanışmadığımız her hangi bir şehrin, dolaştığımız ya da dolaşmadığımız sokaklarının, dökülen suyun, çekinlik ürkek duyguların dışa vurumunun ve hatta, düş kırıklıklarının bile bir sesi vardır mutlaka. Cezaevinde penceremize dolan gökyüzünün bile bir sesi vardı... Ses uyarılarının yok edildiği laboratuvar koşulları bile, önceden yaşanmış seslerin notaljik yankılarıyla doludur!



İpini koparmış bir uçurtmanın diklenmesine pike yapıp yere çakılışı gibi, sonsuz bir uzaklıktan yere çarptığını anladığın an, ses yoktur!



Tüm savunma mekanizmalarının yitirildiği anlarda yaşanan çöküşün de sesi yoktur.



Kendimi aldatmak kadar, durumu kabullenmek de o denli zor. Bu yüzden olmalı, bukalemunlar ve devekuşları hiç mi hiç cazip gelmiyorlar artık!



Baharın ardından kışa takılıp kalmak ve sonsuz bir kışın umarsızlığıyla başbaşa yaşamaktır bu... Geriye kalan nostaljik bahar kokularından başka, her şey yalan!



Geciken baharın ümidi kesip kışın karında patlayarak ölümü seçen zavallı kardelen bile bizlerden daha yürekliyken, nasıl dimdik yürüyebilir iki ayağının üstünde insan yüreği? Desem ki, hayat ve mutluluk, bir su gibi avuçlarımdan süzülüp gitti... Yerdeki çamurlardan başka geriye birşey kalmamış... Yanlış veya doğru bir şeyler yaşanmış ve buna rağmen, yine de güzeldi herşey desem, neyi kolaylaştırır?



Elimi attığım taşlar kopuyor, son tutunduğum dal da kırılmış. Sanki "çiçek dolu bir uçurummuş, ayağımı bastığım yer"*



Belki Prometheus bencil davranıyor. O; kayaların gökle, güneşle birleştiği zirvede yalnızlığınave çaresizliğine mahkum şekilde yaşarken, belki de sandığımız kadar sağduyulu davranamadı Nuh Peygamber... Ve insanlar, yağan sağnakların öfkesinde boğulup gittikleri için, sessizce geriye döndü çığlığını saldığı rüzgarlar... O; ciğerini parçalayan altun gözlü, çelik gagalı kartalla, gözlerini kör eden güneşle, belki de gerçekten yapayanlızdı... Yaşamını, bu acıyı sonsuza dek çekme cezasına borçluydu belki de!



Bu nedenledir belki, nihayetinde bir gün, "Sadece bağrı yarılan toprağın değil, toprağın bağrını parçalayan pullluk demirinin de acı çekeceğine’’ inanıyorum.**



İbrahim Akar



(*) Napolyon

(**) Aziz Nesin

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.