İfşa ediyorum: Dış bağlantı benim - Taner Akçam

07 Haziran 2013 00:07  

 

İfşa ediyorum: Dış bağlantı benim - Taner Akçam

Başbakan Erdoğan, Gezi Parkı olayları ile ilgili olarak, “iç ve dış bağlantılar var, istihbarat çalışmalarımız devam ediyor”, demiş. İtiraf ediyorum, bu dış kaynak benim.

Başbakan Erdoğan, Gezi Parkı olayları ile ilgili olarak, “iç ve dış bağlantılar var, istihbarat çalışmalarımız devam ediyor”, demiş. İtiraf ediyorum, bu dış kaynak benim. Merak edenler, Türkiye’ye giriş ve çıkış tarihime baksınlar. 28 Mayıs’ta giriş yaptım ve olaylar başladı. Her gün de Taksim meydanında idim. Olayların büyümesi için gerekli olan her türlü organizasyonu yaptım (bunları maalesef açıklamak istemiyorum). Artık meselenin rengi belli olmaya başlayınca da görevimi yerine getirmenin huzuru içinde geri döndüm. Eylem amacına ulaştığı için artık gerçeği açıklamamda bir mahsur yok. İstihbarat görevlilerimiz zaten benim iç ve dış bağlantılarımı bulmak konusunda zorlanmayacaklardır ama onları daha fazla yormanın da bir anlamı yok.

Tahmin edebileceğiniz gibi, beni yollayanlar, Türkiye’nin bu kadar kısa sürede büyük bir güç olmasını çekemeyenler idi ve aslında bu olayları aylar öncesinden planlamışlardı. Türkiye son yıllarda kendisinden beklenmeyen büyük hamleler yapmış; ekonomisini kuvvetlendirmiş ve askerin siyaset üstündeki vesayetini kırarak, sıradan bir “muz cumhuriyeti” olmadığını göstermiş ve dünya devletleri içinde itibarlı bir yer kazanmıştı. Türkiye’nin bu artan gücü, beni yollayan dış mihrakların bölgedeki güçlerinin azalması anlamına geliyordu. Amaçları, bölgede hızla büyük bir güç olma yoluna giren, Dünya’da büyük bir itibar kazanan Türkiye’ye bir ders vermek ve itibarını sarmaktı. Türklerin özellikle Suriye’de kendi başına hareket etmek ve bölgedeki dengeleri sorgusuz sualsiz yeniden düzenlemek istemeleri, Kürtlerle anlaşarak bölgedeki tüm dengeleri alt üst etmeye çalışmaları kabul edilebilecek şeyler değildi.

Türkiye’ye ders vermeyi elbette başka olayları bahane ederek de yapabilirlerdi. Uludere, Reyhanlı, içki yasağı konusu veya yeni Boğaz köprüsüne Yavuz Sultan Selim isminin verilmesi... bunların hepsini ayrı ayrı kullanabilirdi. Ama o zaman Türkiye’de zaten oluşmuş, köklü kutuplaşmaları aşamazlardı. Bu olaylardan her hangi birisini kullansalardı, protesto edenler sadece belli kesimler olurdu. Ve o kesimlere de (Kürtler veya Aleviler vb.) dış mihraklar tarafından kullanıldıkları suçlaması yapılırdı. Örneğin eğer sadece içki meselesi kullanılsaydı, o zaman da eylemcilerin arkasında darbe yapmak isteyen Ergenekoncuların olduğu ileri sürülürdü. Bu da bu çevrelerin işine gelmezdi. Bu nedenle Taksim ve Gezi parkı meselesi kullanıldı. Böylece PKK ile MHP; Laik-Alevi ile Müslüman; Ergenekoncu ile liberaller bir araya getirilebildi. Hem de eylemlerin dışardan kışkırtılmış olduğu argümanı inandırıcılığını yitirdi. Hani sadece bir çevrenin kullanıldığı anlaşılır bir şey olabilirdi ama hepsinin birden kullanılmış olduğunu ileri sürmek epey zor olacaktı.

Eylemler yavaş yavaş etkisini kaybedecek olsa bile beni yollayanlar amaçlarına ulaşmış bulunuyorlar. Şu haliyle bile, tam bir başarı söz konusu. Üstelik eğer Hükümet bu uyarıyı dikkate almazsa olaylar nasıl olsa devam edecektir. Başta Türk turizmi olmak üzere Türk ekonomisi önemli darbeler alacaktır. Böylece, Türkiye’nin bölgede ve dünyada bu güçlerin istekleri dışında, bunlara kafa tutarak hareket etmesi iyice imkansız hale gelecektir. Dediğim gibi her bakımdan mükemmel planlanmış bir eylem söz konusu....

Şimdi bu satırları okuyan herkesin şu soruyu sorduğunu tahmin ediyorum. Peki ben niye böyle bir görevi kabul ettim. Niçin, Türkiye’nin zayıflatılması ve etkisinin kırılmasını hedefleyen bir planın parçası oldum. Sorunun cevabı benim uğraştığım konuyla doğrudan ilgili. Ben, geçmişte yaşadıklarımdan dolayı, Türk devletine kişisel kin duyuyordum. Bu devletten en iyi intikam almak yolunun, soykırım yalanı ile uğraşmak olduğunu biliyordum; onun için bu konuyu seçmiştim. Yıllardır da soykırımı gündeme getirerek zaten bu devleti zayıflatmaya çalışıyordum.

Maalesef söylediklerim, yazdığım çizdiklerim çok etkin olmuyordu. Bu nedenle bu planda yer almayı büyük bir fırsat olarak gördüm. Çünkü, Gezi Parkı eskiden bir Ermeni mezarlığı idi. Mezarlık arazisi, Harbiye ve Divan Oteli’ni de kapsayan genişlikte idi. Eğer eylem başarılı olursa, yavaş yavaş kimseyi çok ürkütmeden hem soykırım meselesini gündeme getirebilirdim; hem de bu arazilerin Ermenilere ait olduğunu, geri verilmesi gerektiğini bile söyleyebilirdim. Nitekim, Park’ta şimdiden buraların eskiden Ermeni mezarı olduğunu söyleyen bir anıt dikildi bile. Hatta, Park’ta bir sokağa Hrant Dink adı da verildi. Böylece bu sayede ben de kendi planlarımı hayata geçirmiş oluyordum. Bu nedenle verilen görevi severek kabul ettim.

Buraya kadar yazdığım türden bir senaryoya inanan çıkar mı? Eğer hükümet isterse çok inanan çıkar, diyeceğinizi biliyorum. Ankara’da yakalanan İran’lı ajan, İstanbul Gümüşsuyu’nda ele geçirilen bilmek kaç tane yabancı pasaport taşıyan kişi gibi haberler gazete sütunlarında yer almaya başladı bile. Tarihimizde de başımıza ne geldiyse, ülkemize ve milletimize karşı düzenlenmiş komplolar nedeniyle geldiğine inanan insan sayısı çok. AKP ve Tayyip Erdoğan’ın bu kökleşmiş zihniyeti ne kadar kullanıp kullanmayacağını bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var. Bu tür deli zırvalarına inanmak demokrasi kültürünün yokluğu anlamına gelir. Taksim Gezi Parkı eylemlerinin artık bu tür deli saçması komplo teorilerini de çöpe atmasını ümit ediyorum. Üstelik Gezi Parkı’nın gerçek tarihi üzerine açık bir tartışma ile... Evet, gerçekten eskiden Ermeni mezarlığı olan bu arazide, Ermeni varlığı nasıl hatırlanmalı? Küllerinden yeniden doğan Türkiye’nin kendi tarihini de yeniden yaratması nasıl bir şey olacaktır?

T24

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0