İşkenceciye teslim - Yıldırım Türker
07 Aralık 2009 03:28
Yaşanan her şeyin üstüne, bulunduğumuz noktaya nasıl geldiğimizin ‘yol haritası’ kazınmış. Bu milletin varoluş yordamı, önündeki ufuk üstüne bir şeyler söylüyor her bir tanıklığımız.
Kimlik açılımı, elbette yalnız Kürtlere yönelik bir ıslahat hareketinin adı olamaz. Bir süredir milletin kendini tanıması üstüne tartışıyor, taraf olmaya mecbur kalıyoruz.
Bizi biz yapan nedir? Bizi böylesine ağrılı bir hayata kilitleyen dünya algımızla nasıl başa çıkacağız? Çıkmalı mıyız? Yoksa hayatımızın üslubundan memnun muyuz?
25 Eylül günü Van’ın Saray ilçesinde bu topraklarda yaşayan kimseyi şaşırtmayacak bir olay cereyan etti. 29 yaşındaki Sıdıka P., olayın kahramanlarından biri.
Üç çocuğu var. Bir de Faruk P. adında sorunlu kocası. Kocanın, şart değil ya, ‘alkol problemi’ olduğu düşmüş kayıtlara. Kıskançlık denen en vahşi kişisel silahla donanmış bir koca.
Çok bildik. Hepimizin çevresinde bolca bulunanından.
O gün, Faruk P., çocuklarının gözü önünde karısını yumrukla tekmeyle öldüresiye dövüyor.
Orada bitmiyor. Onca dayağı atıp öfkesini biraz soğutunca sıra işkence faslına geliyor. Saatlerce, günlerce süren bir işkence. Kadının kulağının yarısını kesiyor. Sonra alnının derisini yüzüyor. Sağ gözünü kör etmeye çalışıyor. Besbelli arada sızıyor, sonra kalkıp devam ediyor. Kadının çığlıkları iki gün boyunca konu komşunun tepesine asılı kalıyor.
Pekiyi bu bize ne anlatıyor? Karıkoca arasına girilmez, öyle değil mi? Kocanın kadına işkence etme hakkı konusunda sessiz bir mutabakat var bu toplumda.
Aynı zamanda babayla asi oğul, yoldan çıkmış kız arasına da girilmez.
12 Eylül’den sonra yıllar boyunca kimi korkunç emniyet müdürlerinin gözetimi altında yapılan ev baskınlarında gözleri önünde katledilen komşularının ardından mahalleli polisi jandarmayı alkışlamıyor muydu?
Görmezden gelme, yok sayma, inanmama konusunda bu halkın göstermiş olduğu sebat şaşırtıcı değil midir? Onlarca yıl güneydoğuda yakılan köyler, sürülen insanlar, Guantanamo’yu misliyle aşan cehennem zindanları, kayıp edilenler, kimsesizler mezarlığına atılıverenler ve daha niceleri karşısındaki sükunet de ‘dur bakalım, babamızın bir bildiği vardır mutlaka’ anlayışının sonucu değil mi?
Ama işi abartıp iki gün boyunca kadını çığlık çığlığa bağırtırsan artık müdahale etme zamanı gelmiştir. Bir kere adama yazık. Sonunda katil olacak, engellemek lazım. Köy halkı da bu karara varıyor ve zaten çok işkencesini görmüş oldukları güvenlik güçlerini aramayı düşünmeyip kadının yan köydeki babasına haber yolluyorlar: “Kızını öldürüyor”.
İhbar üstüne jandarma baskın düzenleyip kadını ağır yaralı halde hastaneye kaldırıyor.
Sıdıka P. gördüğü tedavi sonrası Van Valiliğince üç çocuğuyla birlikte sığınma evine yerleştiriliyor.
Bu memleketin kadınlarını erkek şiddetinden koruyabilmek için milyonları barındırabilecek dev bir korunma evi gerekiyor. Kadınlar, orada mülteciler gibi kendilerini incitmeyecek bir dünyanın rüyasını görmeli.
Faruk P. ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Karısının kulağını kesip yüzünü parçalayan bir koca elbette tehlikeli değildir. Tutuksuz yargılanabilir. Sonuçta herkesin başına gelebilecek bir aile kavgası.
Ancak Saray Kadın Derneği’nin başvurusu üzerine kocaya altı ay evden uzaklaştırma cezası verildi.
Van Aile Mahkemesi ise önceki gün kararını verdi.
Duruşmaya, Faruk P., eşi Sıdıka P., beş yaşındaki çocukları ile geldi. Faruk bey, avukatını koruma altındaki karısına yollamış ve onu şikâyetinden vazgeçmeye ikna etmişti.
Kadın dernekleri üyelerinin de izlediği duruşma yaklaşık bir saat sürdü. Faruk P., eşine şiddet uygulamadığını iddia etti. Geçen 1 Eylül’de üç yaşındaki kızlarını kaybettikleri için eşinin psikolojisi bozulmuştu. “Eşime hiç şiddet uygulamadım. Sadece bir tokat attım. Çocuğum öldüğü için eşim kendine sürekli zarar veriyordu. Merdivenlerden düştü, öyle oldu” dedi. Hâkimin, jandarmaya verdiği ifadede “şiddet uyguladığını kabul ettiğini ve şimdiki ifadesinin farklı olduğunu” hatırlatması üzerine de o zaman da kendi psikolojisinin bozuk olduğunu söyledi.
Fazla lafa gerek yok. Faruk P.’nin de elini kolunu sallaya sallaya karısını da alıp evine dönebilmesi için çok yaratıcı, ikna edici olması gerekmiyor.
Türkçe bilmeyen Sıdıka duruşmada sadece kafasını salladı. İşkenceci kocasının söylediklerini onayladı.
Koca mahkemeden muzaffer bir edayla çıkarken kapıda bekleyen kadın dernekleri üyelerine de, ‘siz benim eşimi bu hale soktunuz’ diye bağırmış.
Kadın derneği temsilcileri yaptıkları açıklamada, “İşkenceci koca hakkında TCK’nın 86 ve 95. maddeleri gereğince kasten yaralama ve yüzünde iz kalacak şekilde işkence yapılması nedeniyle sekiz yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekirken serbest bırakılmasını kabul etmiyoruz. Kocaya ve aileye dönmekten başka bir yol göstermeyen sosyal devlet Sıdıka P.’yi kocasına dönmeye mecbur bırakmıştır” diyor.
Geriye marş!
Toplum olarak işkencecilerimize teslim edilmemiz için ulusal bir mücadele veriyorlar.
Statüko bunu gerektiriyor. Paşaların darbe planlarının ortalığa dökülmesini, ifadeye çağrılmalarını TSK’yı yıpratma projesi ilan eden Baykal ve diğer vahşi muktedirler bunu açıkça dile getiriyor.
Kulağını kestiği, iki gün boyunca işkence yaptığı karısını kocasına teslim eden yargı, bunun hak ettiği kıyameti kopartamaması, memleket ufuklarının ne kadar kasvetli, ne kadar dar olduğunu gösteriyor bir kez daha.
Kürtlerin uğradığı saldırılar karşısında ‘hırsızın hiç mu suçu yok’ söyleminin ardına sığınanlar, geçmişle hesaplaşmayı erteletebilmek için göğüslerini TSK’ya tunçtan siper edenler de bize gidecek bir yerimiz olmadığını söylüyor.
JİTEM’in katliamlarını örtbas eden, unutturan, tevatürmüş gibi kaydedenler, Kürtleri bir kez daha askere teslim etmenin yollarını arıyor. Bırakılsa Albay Temizöz’ü bir kez daha oranın sorumlu komutanı yapabilirler.
Esat Oktay’ı bulamayacaklar ama benzerleri boldur nasılsa, Diyarbakır Hapishanesi’nin şanlı kanlı geçmişi diriltilebilir sözgelimi.
Ezcümle, bütün toplumu seferberlik ruhu içinde tutan tartışmanın altında yatan çok basit.
Askerin bir zamanlar sorgulanamaz olan itibarını iade ederek işkenceci babamızın-kocamızın bağrına dönelim mi, dönmeyelim mi?
Bize babamızdan ya da kocamızdan başka kucak açacak yok bu dünyada, diyor birileri.
Ne olursa olsun. Döverler de severler de.
Bize bizden başka işkenceci, bize bizden başka katil yok.
Birbirimizi, sıkı bir hiyerarşi içinde paralamayı sürdürelim.
İşkencecimize göstereceğimiz sadakat, bizi onurlu ve bağımsız bir toplum kılacaktır, diyorlar.
Bizim de, dillerini anlamasak dahi bu vahşi suçortaklarının dilini başımızla onaylamamız gerekiyor.
Darbeciler, katliamcı vatanseverler, sorgulandıkları, adlarının ve marifetlerinin ortalığa döküldüğü şu birkaç senedir dinlenip güç toplamıştır. Bize yepyeni, tam da bize has, milli hassasiyet ve tıynetlerimize uygun bir cehennem inşa edebilirler sıfırdan.
Radikal.com.tr