Batı Medeniyeti’nin Doğulu Kökenleri

01 Aralık 2012 15:31 / 2768 kez okundu!

 


Neredeyse bütün bilim tarihi, Avrupalıların eşsiz deneyler ve müthiş çabalarının bir sonucu meydana gelen gelişmelerden bahseder. Bilim ve teknolojide geldiğimiz sınırları görmemizin imkânsız olduğu bu yüzyılda, geçmişin bilim tarihi sanki Doğulular olmadan yazılmış gibi anlatılmaktadır bize.

Uzun zamandır haberdar olduğum ama nedense bir türlü okuma fırsatı bulamadığım, Batı Medeniyeti’nin Doğulu Kökenleri adlı kitap, (İlhami Mısırlıoğlu’nun tavsiyesi) bize bilim tarihinin pek de Avrupalılar tarafından yazılmadığını söylüyor. Batılıların bilime katkısı elbette büyüktür ve bu çaba alkışlanmaya değerdir. Oysaki toplum üyesi olarak bizler, çok iyi biliriz ki, yeryüzünde neredeyse hiçbir toplum etnosantrizm tuzağına düşmekten kendini alamamıştır.

Sosyal antropolojide toplumlar arası farkların büyük ölçüde kültürel farklıların eseri olduğu üzerine uzun uzadıya verilen fetvalardan sonra, neden Batılıların her şeyin kaynağının kendileri olduğunu iddia ettiklerini anlamak hiç de zor olmasa gerek. İnsanoğlu tarih boyunca en güçlü tanrının kendi tanrısı olduğunu iddia etmiştir ve iddialar bununla da sınırlı değildir. En büyük tarih, en büyük din, en büyük savaşçılar, en büyük peygamber ve yenilmez atalar; gururla taşınacak kahramanlık destanları ve dahası. Bütün bu ayrıntılar birimizi diğerimizden üstün kılmaya yetecek temel unsurlardır. Büyüklük ya da ulu olma sadece bugünle anlaşılacak bir olgu değildir. Hiçbir zaman sıfır noktasından başlamadığını bildiğimiz kültür kavramı bu “büyük olma”nın ana anahtarıdır. Çünkü bir şey geçmişten beslendiği sürece varlığını korur.

Almanlar kendilerini Hititleri ataları olarak kabul ederler. Ve neredeyse Anadolu coğrafyasının en önemli kazılarını Alman arkeologlar ve araştırmacılar yönetmiştir ve hala da yönetmeye devam etmektedirler. Onlar Hititlere kendilerini bağlayacak o eşsiz ruhun, toprağın bir yerlerinden bir gün kendilerine gülümseyeceği düşünmektedirler. Almanlar gibi disiplinli ve çalışkan bir millete Hititler gibi geçmişin eşsiz medeniyeti yakışır, sıradan bir ulusun Almanların ataları olması Almanlar için büyük bir hakarettir.

Mustafa Kemal de geçmişten sağlam bir dayanak bulma uğraşında olanlardan biriydi. Güneş Dil Teorileri, MU İmparatorluğu gibi fikirlerle Anadolu insanının kimliksiz ve niteliksiz olmadığını kanıtlamak için uğraş vermiştir. Sümerler günümüzde Türklerin mi yoksa Kürtlerin mi atası toprağın altından çıkacak ve Almanları da muhtemelen ihya edecek o mistik ruhun varlığına bağlı. Vesselam, ipini sağlam bir kazığa bağlamak güzeldir. Reklamlarda görmeye alışkın olduğumuz “since …” diye başlayan ve gururla övündükleri o gizemli tarihler kökü o geçmişte olan uğraşın ta kendisidir.

Batı toplumunun bilimin öncüsü ve yaratıcısı mitini yerle bir eden Batı Medeniyeti’nin Doğulu Kökenleri adlı kitap, bir Batılı tarafından Batının nede başladığı ve nerede bittiğini gösteren kalın çizgilerle altı çizilmiş bir kitap. Gariban Gutenberg’i masum bir matbaacı olarak her yıl tanıtma gayretinde olan basınımız, biraz geriye gidip Çinlilerden matbaanın tarihini öğrense sanırım iyi olur. Hele de denizaşırı coğrafyalara ulaşmak için, kitaplardan okuduğumuz o inanılmaz özverili Avrupalı buluşlarını, bu kitabı okuyunca birer masal olduğunu anlamak zor olmamakta. Özellikle Uzakdoğu’da denizcililiğin zaten Avrupalılardan çok önce geliştiği kanıtlarıyla okuyucuya sunulmuş.

Tarihten bahsederken Hintliler sadece ineklere tapan garip insanlar olarak anlatılırlar. Oysaki sayılardaki üstünlükleriyle dünya bilim tarihine eşsiz hizmetleri geçmiş ve dünyanın sayılı uygarlıklarından biridirler. Ortadoğulu Müslümanların dünya tıp tarihine geçen buluşları, astronomi ve fizikteki inanılmaz başarıları o dönem Avrupalılar için ulaşılması uzak ihtimalden başka bir şey değildi.

Anadolu coğrafyasından Batıya akan uygarlık nehrinin gizemi belki de Avrupalıları uyudukları o derin kötümser rüyadan uyandırdı. Esinlendikleri her bilimsel çalışmayı kopyalamakta ve geliştirmekte hiç de geri durmadılar.

Bereketli Hilal’den (Ortadoğu-Mezopotamya bölgesi) dünya yayılan tarım devrimimin kökenlerine sahip olan Ortadoğu hala kimliksiz. Üzerinde sayısız medeniyetin yükselip yıkıldığı bu topraklar, her devletin yıkılmasıyla kimliğini de toprağın altına gizledi. Neolitik dönemin başlangıcının bu topraklar olduğunu bize gösteren Göbeklitepe kazıları, dünyanın en eski yerleşim yeri olarak bölgenin kimlik kartı olmakta.

Bazen tarihi tersten okumak güzledir. Sonuçları şaşırtıcı olsa da, gerçekleri görmenin herkes için iyi olacağına olan inancımız, bizleri etnosantrik egomuzun esaretinden belki kurtarabilir. Bu kitap Büyük Doğu üzerine kulaklarımıza gizemli şeyler söylemekte. Bizlere sadece “biz” olmadığımızı anlatmaya çalışmakta. Var olanın tüm insanlık tarihinin ortak mirası olduğunu anlatmaya çalışmakta. Sadece belli bir zaman dilimine sıkıştırdığımız ve “bizim” olduğunu düşündüğümüz çoğu şeyin bir devamlılığın eseri olduğunu görmek lazım. Yani kültürel bir sürekliliğin sonucu olan bugünkü bilimsel ve sosyal devrim, aslında izleri geçmişten gelen ve hepimizin katkılarıyla oluşturulmuş ortak bir mirastır; bu miras batı toplumunun tek başına sahipleneceği kadar yalnız ve kimliksiz de değildir üstelik.

Not: Uzun zamandır yazı göndermediğimin farkındayım. Site yönetiminin eşsiz hoşgörüsüne sığınıyorum. Hayatımızda bazen radikal kararlar almamız gerekiyor. O kararlardan biri bizi Şırnak’a kadar getirdi. Şimdilik buradayız. Yolu düşen dostlarımız olursa bekleriz. İsmet.


İsmet TUNÇ

30.11.2012


> “Batı Medeniyetinin Doğulu Kökenleri”, John M. Hobson, 314 s, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, 2007


Son Güncelleme Tarihi: 02 Aralık 2012 08:42

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.