Din-kültür ilişkisi ve toplumsal değişme
27 Şubat 2014 00:37 / 5998 kez okundu!
“Kültürün önemli bir unsuru olan din, tarih, sanat, estetik, mimari gibi insanlığın başlangıcından bu yana varlığını sürdürmüş bir olgudur. Din, inanç ve ibadet ilkelerini içinde barındıran ve bu bakımdan benzersiz olma özelliğiyle kültürün önemli bir tamamlayıcısıdır. Tüm bilimsel veriler bize gösteriyor ki, tarihin hiçbir döneminde dinsiz bir topluma rastlanmamıştır. Hemen hemen her dönemde dini bir takım pratiklerin uygulandığını arkeolojik kazılardan elde edilen verilerden öğrenebiliyoruz.”
***
KÜLTÜR
Hepimizin günlük hayatta bir farklılığı anlatmak için başvurduğu en temel sözcüklerden biri kültürdür. Sadece biz değil, bizim gibi herkes de kendi dışındaki insanlara dair bir açıklama yapacaksa kültür sözcüğüne başvurur. Kültür sözcüğünü hem bilimsel hem de bilinir kılan tarafı, sahip olduğumuz tüm yaşamsal faaliyetlerimizi bu sözcük vasıtasıyla anlatma şansına sahip olmamızdır. Örneğin; ekonomik kültür, siyasal kültür, sosyal kültür, sanat kültürü, edebi kültür, besin kültürü, tarım kültürü, popüler kültür… gibi günlük hayatta sıklıkla duyduğumuz sözcükler vardır. Dolayısıyla kültür geçmişten geleceğe tüm birikimlerimizi temsil eden ve özünde bize dair tanımlamalar meydana getiren bir olgudur.
Kültürün bunca ayrıntıyı bünyesinde barındıracak kadar geniş yapıda olması, insana dair tüm varlığın kısaca kültür olarak değerlendirilmesine olanak verir. Kültürün meydana getiricisi her şeyden önce insandır. İnsan sürekli tasarlar, yenilikler peşinde koşar, eldekiyle yetinmez ve gelişim adına sürekli hareket halindedir. İnsanın bunca çabası ve uğraşı var olan yapıyı da büyük oranda değişime uğratır. Ünlü Alman filozof Martin Heidegger insan için “o bitmek bilmeyen bir gelecek ve tasarıdır” derken, insanın etkide bulunduğu ortamı nasıl değiştirdiğini çok güzel bir şekilde ifade etmektedir. Gerçekten insan durağan bir nesne değildir. Geçen bunca yıla bakıldığında sürekli bir gelişim grafiğinin gözlemlendiği rahatlıkla görülebilir. İnsanın bitmek bilmeyen çabası toplumsal yapının kendine has sağlam iskeletini oluşturmuştur.
DİN
Kültürün önemli bir unsuru olan din, tarih, sanat, estetik, mimari gibi insanlığın başlangıcından bu yana varlığını sürdürmüş bir olgudur. Din, inanç ve ibadet ilkelerini içinde barındıran ve bu bakımdan benzersiz olma özelliğiyle kültürün önemli bir tamamlayıcısıdır. Tüm bilimsel veriler bize gösteriyor ki, tarihin hiçbir döneminde dinsiz bir topluma rastlanmamıştır. Hemen hemen her dönemde dini bir takım pratiklerin uygulandığını arkeolojik kazılardan elde edilen verilerden öğrenebiliyoruz.
Dinin kaynağına ilişkin görüşlere göre yaklaşık 100 bin yıl öncesinde dinin varlığına işaret eden birtakım verilere sahibiz. İnsanların öte dünyaya ilişkin algılarının oluştuğunu, bunun için hazırlık yaptıklarını biliyoruz. Eski insanların ölülerini gömerken dini hassasiyetleri göz önünde bulundurarak hareket ettikleri yine kazılardan elde edilen bilgilerden mevcut. Bu toplumlar ölülerini gömerken ölen kişinin ellerini baş hizasına getirerek, ayaklarını da karın boşluğuna doğru bükerek ve ölen kişiyi mezarda yan yatırarak bir anlamda bir bebeğin doğmadan önce anne karnındaki pozisyonun aynısını ölülerine uygulamaktadırlar. Bu yeniden doğuşu simgelemektedir. Demek ki insanlar yeniden doğacaklarına inanmaktadırlar ve ölülerin üzerine kanı simgeleyen kırmızı toprak boya ile örterek yanlarına da hediyelerle koyarak öte âleme yolculuğa çıkartmaktadırlar.
Bu konuda verilecek sınırsız örnek vardır. Bütün bu uygulamalar, dinin insan yaşamındaki rolünün önemine anlamamızı sağlıyor. Bilgi teknolojileri ne kadar ilerlerse ilerlesin, insan yaşamını tam anlamıyla kontrol edemezler. İnsanoğlu sürekli içindeki korku ve bir yere bağlanma güdüsünün etkisiyle metafizik âlemle daima iletişime geçme ihtiyacı içinde olmaktadır. Çünkü insan düşünür ve şu soruyu sormadan edemez “nereden geldik, nereye gidiyoruz?” Bu gibi ontolojik sorulara tarih boyunca sayısız cevap verilmiştir ve muhtemelen sayısız cevaplar verilmeye de devam edilecektir.
Din sadece bir bilim dalıyla tanımı yapılacak bir kavram değildir. Din kavramını hemen hemen tüm sosyal bilimler içinde yer alan bilim dalları kendi perspektiflerinden bir şekilde açıklamaya çalışmışlardır. Felsefe, tarih, sosyoloji, antropoloji, psikoloji başta olmak üzere birçok bilim dalı çalışanı dinin ne olup olmadığı konusunda tanım yapma ihtiyacı hissetmiştir.
TOPLUMSAL DEĞİŞME
Değişimin tabiatı gereği değişmeyen bir toplum düşünmek mümkün değildir. Toplumlar hiçbir zaman statik (durağan) olmamışlardır, toplumlar daima dinamik özellik gösterirler. Sadece toplumların değişme hızları birbirinden farklıdır.
Toplumsal değişme demek her zaman toplumların ilerlemesi, gelişmesi demek olmadığı gibi, toplumsal değişme bir çöküşü veya çözülmeyi de ifade etmemektedir. Sosyal çözülme, sosyal çöküş, sosyal ilerleme veya sosyal gelişme, modernleşme, kalkınma, çağdaşlaşma, sekülerleşme, batılılaşma, evrim vb. olgular toplumsal değişimin yönüne etki eden faktörlerdir.
Toplumsal değişmeyi birçok etkenle açıklamak mümkündür. Bütün bunlar genel olarak o toplumun kültürel birikimi ile açıklanacak bir durumdur. Bunların içinde belki de en kayda değer olguların başında din olgusu gelmektedir. İçinde yetiştiğimiz toplumun tüm yönleri genel olarak dini referanslar aracılığıyla şekillenmiştir. Bir bebeğin doğum öncesinden başlayarak, doğumuna, büyüme evresi, gelişmesi, olgunlaşması, yaşlanması ve ebediyete intikali aşamalarında tamamen dinsel-büyüsel birtakım argümanların icra edildiği hepimizce bilinen bir gerçektir.
Din’in insanları yönlendirme gibi bir özelliği her zaman vardır. Bu açıdan din bireysel yaşamdan ziyade toplumsal yaşamla fark edilen bir değişimin öncüsüdür. Tüm kutsal sembollerin en temel işlevi toplumun değişik üyeleri arasındaki dayanışma ve bütünleşmeyi güçlendirmesidir. Din, insanın tutum ve davranışlarını, insanlar arası ilişkileri, toplumsal hayatı belirleyen canlı ve temel bir toplumsal unsurdur.
> Dinin toplumdaki işlevlerinden biri, inananlarının çeşitli toplumsal durumlarda, çeşitli toplumsal olaylar karşısında takip edecekleri tutum ve tavırları, bir zihniyeti ve ideolojiyi kazandırma işlevidir. Bu anlamda din insanlara belli bir dünya görüşü sağlar, İnsanlar, dinlerin etkisiyle bir zihniyete, dünya görüşüne sahip olurlar. Buna göre insanlar dine dayanarak, eşyaya, tabiata, sosyal olaylara karşı bir tavır içine girerler. Dinin verdiği zihniyet ve dünya görüşüyle sosyal olaylara karşı içine girilen tavır ve tutumlar, aile, ekonomi, eğitim, siyaset, sanat, ahlak gibi toplumun temel kurumlarını içine alacak boyutlardadır.
> Hiç şüphesiz toplum, belli bir zamanı ve mekânı paylaşan insanların bir araya gelerek oluşturduğu birliktelikten daha öte bir şeydir. İnsanları bir araya getiren ve bir arada tutan bir amaç vardır ve bu amaç etrafında belli ritüeller, normlar, inançlar, gibi bir takım gönüllü yapılması gereken olgular vardır. Birey bu anlamda topluma sosyal bütünleşmeyle entegre olur. Belki de din dışında kişiyi bu denli sağlam bağlarla toplum içinde tutan en önemli fenomen dindir. Bu anlamda din, dağınıklığa, düzensizliğe, ümitsizliğe karşı bütünleşmeyi, umudu, motivasyonu toplum içinde güçlü hale getirir.
> Dini davranış ve değerler her zaman fonksiyonel değillerdir, bazen de disfonksiyoneldir. Dinin negatif yönlerinden biri bazen bütünleşme yerine çatıştırmaya ve parçalamaya yönelik bir tutum ve davranışlar içine insanları çekmesidir. Bu anlamda dinde mevcut olan temel doktrinlerin yorumlanmasından kaynaklanan görüş farklılıkları tarih boyunca birçok olumsuz hadisenin yaşanmasına neden olmuştur. Bir anlamda insanlık tarihi dinler savaşına dönüşmüştür.
> Din kişinin sosyalizasyon sürecini olumlu biçimde destekleyerek kişinin toplumda bir statü kazanmasını, sosyo-ekonomik, siyasal gibi alanlarda kendini ifade etmesine olanak verir. Küçük yaştan itibaren ailesi, çevresi tarafından helal kazanç elde etmesi yönünde telkin edilen bir kişi zihninde daima sevap ve günah kavramlarının karşılıklı çatışmasıyla doğru olanı yapma gayretinde olacaktır. Yine bireyler toplumdan dışlanmamak, toplumca sakınılan bir takım davranışlardan uzak durmak zorunda kalırlar. Bu tür olumsuz eylemler içinde bulunan kişiler toplumun hizalama mekanizması yöntemiyle kontrol altına alınırlar. Kişi, dışlanma korkusuyla hareket eder ve toplumsal yaşamında bazı kurallara uymak zorunda hissedebilir.
Din sosyal kontrol gücüyle sosyal yapıyı korur. Dinin meşrulaştırma ve muhafazakârlık ile olan ilişkisi, sosyo-kültürel değişmeyi yavaşlatabilir. Toplumda yanlış yapma kaygısından ötürü, toplumsal hayatı bir tipten başka bir tipe evriltecek uygulamalar pek görülmez. Dolayısıyla değişme kavramı kısa zaman için söz konusu olmayıp, etkileri uzun zaman dilimlerinde ortaya çıkacak şekilde analiz edilebilir.
> Din gelenek ve göreneklerin kuşaktan kuşağa aktarılmasında ve kültürün sürekliliğinde işlevseldir. Tüm hayatımız boyunca sürdürdüğümüz kültürel özelliklerimiz çoğunlukla dinsel uygulamalardan mevcuttur. Bayramlarımız, akraba, hasta, mezarlık ziyaretlerimiz dinden soyutlanmayacak kültürel zenginliklerdir.
> Din toplumda belli bir tabakalaşmanın meydana gelmesine engeldir. Bütün dinler temelde eşitlik prensibine dayanır ve kişileri yüce yaratıcıya ulaşmada iyiliğe yönlendirir. Bu nedenle dinsel kurumların toplumun ortak katkılarıyla yaşatılması, mabetlerin korunması, sürdürülmesi gibi tüm işlemler toplumun tamamı tarafından görev olarak kabul edilmektedir.
> Din merkezi otorite ile halk arasında aracı bir kurumdur. İnsanlar dinsel alandan gelen emirleri her zaman daha hızlı olarak algılar ve uygulamaya sokarlar. Bu nedenle devlet ile insanlar arasında dinsel kurumların ve din görevlilerin her zaman etkin olduğu bilinmektedir. Sanayi devrimi esnasında taşradan büyük kentlere olan göçün önüne geçemeyen merkezi hükümetler papazlardan yardım istemek zorunda kalmışlardır. Kimi zaman çıraklıktan ustalığa geçmek için 10 yıl gibi bir zaman ağır koşullarda çalışmak zorunda kalan işçiler papazların dinsel telkinleriyle bu zorlukların üstesinden gelmeye çalışmışlardır. Yine, genellikle taşrada yaşayan insanların devlet ile ilişkiler genellikle dini temsilciler üzerinden yapılmıştır. Köy imamları halkın aydınlatılmasında önemli roller oynamışlardır. Özellikle köylerimizde herkesi ilgilendiren kararlar genelde imamın ve varsa öğretmenin onayından geçer. İmam genellikle dinsel lider olarak toplumun doğru yönde ilerlemesi görevi üstlenir.
Görülüyor ki, din toplumsal değişmenin doğrudan odak noktası sayılmaktadır. Dinsel eylem ve uygulamalar bir şekilde insanların hayatlarında bir takım değişmeler meydana getirebilmektedir. İnsanların giyimleri, yemek tercihleri, mimari özellikleri, kadın-erkek kimliğine bakışları (toplumsal cinsiyet), çocuk yetiştirme usulleri, yaşlılara bakış açıları, akrabalık ilişkileri, yönetim biçimleri gibi sayısız alanda insanların hareketleri bir şekilde doğrudan ya da dolaylı şekilde etkilemektedir. Bütün yönleriyle düşündüğümüzde din-kültür ilişkisi bağlamında; din, tarihsel olarak insan davranışlarının ve sosyal ilişkilerin değişmesinde, en güçlü etkenler arasındadır, hatta en güçlü etkendir. Bu anlamda din etkili bir sosyal değişim gücüdür.
Toplumsal değişim karşısında din bazen statükocu veya engelleyici olurken bazı durumlarda da hızlandırıcı olabilmektedir. Din bazı durumlarda da doğrudan sosyal değişim faktörüdür. Özellikle dinen sakıncalı görülmeyen bir takım uygulamalar toplumda daha hızlı yayılmakta, toplumun ekonomik, sosyal yönüne doğrudan etki edebilmektedirler.
Dinin toplumsal düzeni koruma yönündeki en önemli özelliklerinden biri de, inananlarının toplumdaki kişilerle ilişkilerinde kırılmalara meydan verecek bazı davranışlardan kaçma eğilimleridir. Dinlerdeki öte dünya algısı, kişilerin günlük hayatlarında karşılaştıkları bazı haksızlıklar karşısında susmalarına neden olmaktadır. Kişiler arası ilişkilerde öte dünya algısı oldukça belirleyicidir. Kişi pek çok haksızlıkla karşılaşsa hesabın öte dünyada mutlaka görüleceği inancındadır. Böylece bu dünyada sosyal huzursuzluklar, kaos, isyan gibi bazı olumsuzlukların çıkması engellenmektedir.
Dini argümanlar, bireye daima yumuşak huylu olmayı, ilahi olanla iyi geçinmeyi, isyan etmemeyi öğütlerler. Dünya ölçeğinde gerek evrensel dinler, gerekse de geleneksel halk dinleri olsun, hiçbir din kişiye toplumun beklentileri dışında bir kişilik kazanmasını öğütlemez. Tüm dinler evrensel bir barış ve huzurlu insanlar vaat eder.
Not: Sıralamaya çalıştığım maddeleri değişik kaynaklardan derledim (İ. Tunç)
İsmet TUNÇ
27.02.2014
Son Güncelleme Tarihi: 28 Şubat 2014 12:59