HAYALİ CEMAATLER (3)

27 Aralık 2010 03:49 / 2804 kez okundu!

 


Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması - Resmi Milliyetçilik ve Emperyalizm

Nüfus sayımında, sömürge dönemi ilerledikçe sayım kategorilerinin daha dışlayıcı bir biçimde ırksal nitelik taşıdığını görmekteyiz. Sömürge devletlerinin yaptıkları nüfus sayımları gittikçe daha fazla ırksal çeşitlilik meydana getirmiştir.

19. yüzyılda, özellikle ikinci yarıdan itibaren Avrupa’yı yöneten hanedanlar, Avrupa içi milliyetçi hareketlerden ötürü büyük tehlike altına girdiler. Daha önce de ifade edildiği gibi, bu hanedanların meşrutiyetlerinin temelinde millilik duygusu yatmamaktadır. Romanoflar Tatarlar’la Letonyalılar’ı, Almanlar’la Ermeniler’i, Ruslar’la Finliler’i yönetiyorlardı. Habsburglar Macarlar’la Hırvatlar’ın, Slovaklar’la İtalyanlar’ın, Ukraynalılar’la Avusturya Almanları’nın idaresini üstlenmişlerdi. Hannover hanedanı İskoç, İngiliz, Galli ve İrlandalılar’ın yanı sıra Bengalliler ve Québecliler üzerinde de hüküm sürüyorlardı. Dahası kıtada aynı hanedanın üyeleri sık sık, farklı, bazen de rakip devletleri yönetiyorlardı. Fransa ve İspanya’yı Bourbonlar, Prusya ve Romanya’yı yönetenler Hohenzollernler, Bavyera ve Yunanistan’ı yöneten Wittelsbachlar hangi millete ait sayılacak? diye de ayrıca soruyor Anderson.

19. yüzyıl ortalarına varıldığında hanedanlar bir şekilde halk dillerini devlet dilleri olarak benimsediler ve kabul ettiler. Avrupa’da ulus düşüncesinin itibarı hızla artmakta olduğundan Avrupa-Akdeniz monarşilerinde ulusal kimliklerden birine yanaşma gözlendi. Romanoflar Büyük Rus, Hanover hanedanı İngiliz, Hohenzollernler de Alman olduklarını keşfettiler. Anderson, bunların kuzenleri dedikleri de, biraz güçlükle de olsa Yunan, Rumen ve benzeri olduklarını keşfettiler. Kaiser II. Wilhem kendini “1. no’lu Alman” olarak tanımladığında kapıdaki tehlike de gözükmüş oluyordu aslında.

Böylece resmi milliyetçiliklerin 19. yüzyılın ortalarından itibaren geliştiği görülmektedir. Popüler dilsel-milliyetçilikler tarihsel olarak ortaya çıkmadılar. Bu yüzyılın sonunda Afrika ve Asya bölgelerinde de çok sayıda gruplar benzer yöntemlerle devlet sahibi oldular.

Muhakkak hanedanların sonunun geldiği nokta 1. Dünya Savaşı idi. Romanoflar, Habsburglar, Osmanlılar, Hohenzollernler 1922’ye gelindiğinde artık yoktu. Berlin Kongresi’nden sonra Avrupalı olmayanların dışlanmadığı Milletler Birliği meydana gelmişti.

Milliyetçiliği emperyalizme bağlayan en önemli örneklerden biri de Batavia’daki Hollanda sömürge rejimi, 1913’te Hollanda’nın Fransız emperyalizminden kurtuluşunun 100. yılı etkinliklerine tüm sömürgedeki halkların, yerel Hollandalı ve Avrasyalı cemaatlerin de katılımı için buyruklar gönderdi. İlk Cava-Endonezya milliyetçilerinden olan Suwardi Surjaningrat bunu protesto etmek için Hollandaca çıkan bir gazete için “Bir Kereliğine Hollandalı Olsaydım” başlıklı yazıyı yazar. Bu yazı daha sonra Endonezca’ya çevrilip yerel basında da yayımlanır. O zaman 24 yaşında olan Suwardi, daha sonra sömürgenin ilk siyasi partisini bir Endonezyalı ve bir Avrasyalı ile birlikte kurar. O yazısında özetle şöyle demekteydi: “Sömürgeleştirilen bir yerde, sömürgeden kurtuluş için kutlama yapak edepsizcedir. Çünkü bu, yerel halkın onurunu kıracaktır. Bu zavallı kölelerin de bağımsızlıklarını kutlayabilecekleri, tam da böyle bir anın özlemini çekmekte olabilecekleri, hiç aklınıza gelmiyor mu? Ne kadar ilkel olursa olsun her cemaat baskının her türüne karşı çıkar. Ben bir Hollandalı olsaydım, bağımsızlığı çalınmış bir halkın ülkesinde bağımsızlık kutlamaları yapmazdım” diyordu. Ve Hollanda tarihini Hollandalılara çevirmiş oluyordu.

Çoğu Asya ve Afrika’da milliyetçiliğin kökeni, büyük oranda sanayileşmenin başarılarından kaynaklanan, emperyalizme karşı girişilen bir mücadele idi. Marx “ürünleri için giderek genişleyen bir pazar bulma ihtiyacı burjuvaziyi bütün bir yeryüzü boyunca kovalamaktadır” demektedir. Böylece tersten okuma imkânı veren bu söz, buna imkân sağlayan sisteme de karşı bir başkaldırının ortaya çıktığını görmekteyiz. 19. yüzyıl imparatorlukları, bir avuç ulusal kadro tarafından yönetilemeyecek kadar dağınıktılar.

Yurtseverlik ve Irkçılık
Ulusun hayal edilme olanağı bir kez mümkün olduktan sonra, modelleme, uyarlama ve dönüştürme süreçleriyle birlikte gözle görülür bir çerçevenin ortaya çıktığı anlatılmaya çalışıldı. Kendi topraklarını sevmek, hatta onun uğruna ölümü bile göze almak, karşı tarafta olanı kendinden aşağı görme bilinci de bu hayalin bir parçası olarak karşımızda çıkmakta. Örneğin Marksizm uğruna hayatlarını feda edenler, sıradan bir topluluğun hayalini gerçekleştirmek için ya da basit bir tatil için de ölmeyi göze alabilirler miydi? Bütün bu süreç, oldukça sağlam kurgulanan bir dünyanın, insanları nasıl etkisi altına aldığına da açık bir kanıttır. Aynı zamanda kendi dinsel cemaatinin çıkarları için de canını tereddütsüz vermeye hazır biri de öte dünyada bunun mükâfatını alacağına olan inançla bunu gerçekleştirmektedir.

Ortaya çıkan büyük savaşlarda önemli olanın ne kadar çok insanı öldürmek olmadığı, ama ne kadar çok insanın canını vermeye hazır olduğu şaşırtıcıdır. İnsanlar kendi canlarından olmanın verdiği iknacılıkla başkalarının canlarını almak için savaşmaktalar.

İnsan topluluklarının dilleri muhakkak bir doğum tarihi gibi kesin bir tarihte var olmadılar. Geçmişten gelen bir kadimliğe sahipler. Oysaki topluluklar kendi dillerinin asaletiyle bir diğerine nazire yaparak ya da bunun yaygınlığı için uğraşarak üstünlüklerini perçinletmek için her türlü yola başvurmaktalar. Örneğin milli marşlar; sözler ne kadar basit ezgi ne kadar sıradan olursa olsun, eşzamanlı olarak söylendiğinde tüm grup üyeleri muhtemelen kendilerini geçmişten bugüne uzanan kendi halklarının köprüsü üzerinde hayal edeceklerdir. Tamamen birbirinden uzak olan insanlar aynı ezgiyle aynı duyguyu tadarlar. Böylece hayali bir atmosferde ortak bir duygu alanı yaratmış olurlar.

Milliyetçilik tarihsel olarak ortaya çıktığında belli bir sınır çizer ve kendi alanında diğerinden farklı tanım ve ifadelerle var olur. Çekik gözlü olmalarına rağmen Uzak Doğu’da Vietnamlılar, Koreliler, Japonlar, Çinliler, Filipinler, Kamboçyalılar vb. halklar aynı morfolojik özellikleri gösterseler de birbirlerinden yeri geldiğince nefret ederler ve sık sık savaşırlar.

Irkçılık, zamanından başlangıcından beri bir şekilde aktarılan bir diğer ırkı aşağılama biçimidir. Örneğin zenciler derilerinin renginden ötürü sonsuza kadar zenci kalacaklardır. Ne olursa olsun her zaman en uygar toplumlarda bile dışlanmışlık hissi var olacaktır. Michael Jackson deri rengini değiştirerek bundan kurtulabileceğini düşündü! Yine Yahudiler Hz. İbrahim’den beri Yahudi’dirler. Hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar, hangi yazıyı kullanırlarsa kullansınlar, değişmezler. “Bu nedenle Naziler için Yahudi bir Alman daima bir sahtekârdır.”

Sömürge Güçlerinin İktidar Kurumları: Nüfus Sayımı, Harita ve Müze
19. yüzyılın ortalarında, sömürge güçlerinin kendi egemenlikleri altındaki insanların nicel ve nitel yönlerden tam olarak anlaşılması için attıkları kimi adımlar, Makyavelci devlet anlayışlarını sağlamlaştırmaya yönelikti. Nüfus sayımı, harita ve müze; sömürge devletinin mülkünü, bu mülkün coğrafyasını, yönetilen insanların doğasını anlamaya dönük kimi meşrulaştırıcı çalışmalar yapılmıştır.

Yazar, uzmanlık alanı olması sebebiyle, Güney Asya ile sınırlı tuttuğu değerlendirmesinde, kaynak gösterdiği bir tarihçinin sözlerinden hareketle, Filipinlerin isminin İspanya kralı II. Felipe’den geldiğini söylemektedir. Oysaki Endonezya ve Cava takımadalarından göç etmiş olan bu insanlar, yeni bir ırk olarak nüfus sayımında yer almaktalar. Yine 1870’lerin ilk zamanlarında yapılan nüfus sayımlarında, ilk zamanlar varlığı gözlenen bazı gruplar, sonraki sayımlarda yok olmuş gözükmekteler. Yine sahte etnik gruplar, sayımcıların inisiyatifinde var olmakta ya da ortadan kaybolmaktadır. Dağılmış takımadalardan oluşan sömürgelerde, birden fazla sömürgeci devletin himayelerinde olmaları durumunda, farklı alanlarda ikamet ediyorlarsa şayet, sınıflamada onlar da farklı etnik grup olarak kaydedilmektedirler.

Nüfus sayımları, sömürge idarecilerinin vergi denetimi yapması ve askere çağırma işlemlerini sağlam biçimde yapmak için yaptıkları bir uygulamaydı.

Sömürge devletlerinin nüfusla birlikte geliştirdikleri bir diğer çalışma harita idi. Böylece sınırları çevrilmiş ve kendi yaşam alanlarında yaratılmış milliyetçi bir ruhla, 1900’lere gelindiğinde ülke ya da bölge algısı iyiden iyiye yerleşmiş oluyordu. Sömürge devletlerinin yöneticileri, halkı belli kategorilere yerleştirmeye çalışıyorlardı. Sömürge devletlerinin denetiminde olan ülkeler genelde onların bayraklarının renklerini almaktaydılar. Örneğin Britanya sömürgeleri sarı-kahverengi ve benzeri renkler, Fransa’nınkiler mor-mavi, Hollandalılarınki sarı-kahverengi ve benzeri gibiydiler. Bu şekilde kendi bayraklarını da oluşturan sömürgeler, gittikçe birbirinden ayrılır olmak için yeterince neden gösterebiliyorlardı. Böylece bayraklar sömürge karşıtı gösterilerde en fazla kullanılan malzeme oldu. İnsanlar kendi renklerinden öte, bayraklarla anlaşılmaya ya da tanınmaya başlandılar. Aslında birçoğu aynı kökenden gelen Güney Doğu Asya, Uzakdoğu halkı sanki farklı varlıklarmış gibi değişik alanlarda değişik biçimlerde kategorize edildiler.

19. yüzyılın başına kadar, sömürgeci devlet, boyundurukları altına aldıkları medeniyetlerin anıtlarına çok az ilgi gösterdiler. Kimi kişilerin kabilelere ya da etnik gruplara ait geçmiş dönem malzemeye ilgi duyması, sömürge devletlerin yerli halkların müzelerini oluşturma yönünde atağa geçmelerini sağladı. Artık her sömürge devleti, egemenliğine aldığı halka ait müzeler açıyor ve bunları geliştiriyordu. Yapılan geçmiş dönem tarihi eserler ilgi odağı hale getirilip ziyaretçi akınına uğraması sağlanıyordu.

Harita, nüfus sayımı ve müze birbiriyle iç içe geçerek son dönem sömürgeci devletlerin kendi mülkü üzerindeki denetimliğini sağlamlaştırmıştır. Bu şekilde kontrol mekanizmasını sağlamlaştıran iktidar, denetime almayı hayal ettiği grupların kendi yaratımları olan değerlerle anılmalarını sağlamıştır.

Sonuç ve Değerlendirme
Ulusların hayal edilmesi, var olan değerler üzerinden somut şekilde temsil edilmesiyle sonuçlanmıştır. Yani, İngiliz olmak hayali bir durumu ifade ediyorsa, bunu bir marşla, bayrakla, sınırları belli bir ülkeyle ve var olan toplulukla somutlaştırmak mümkün. İnsanların kendilerini bir yere bağlama, bir geçmişle ifade etme gereksinimi, var olan tüm dışlayıcı mekanizmalara bir tepkidir. Bu nedenle sömürgeci devletlerin anavatana sürekli maden vb. ham maddeler taşımasına tepki göstermek, o yerde yaşayan insanların en doğal hakkı olabilir. Ya da kendi ten renginden, kendi toprağından olan insanların aynı duygularla hareket edip var olan olumsuzluklara karşı koyma isteği, bir değer etrafında ancak mana bulur. Bu mana siyahî olmak, İngiliz olmak, aynı bayrak altında yaşamak gibi belirleyici ve bütünleştirici unsurlar olabilir. Dolayısıyla, hayali de olsa, bir cemaatin, bir topluluğun oluşması sıra dışı görülmeyebilir. Milliyet unsuru, kendi gibi düşünen ve buna gönülden katılan insanların ortak duyumsadığı bir yaratımdır. Yüzyıllardır sıkıntı çekmiş siyah derililer, yeri geldiğinde ellerinde İngiliz, Fransız ya da Amerika bayrağıyla olimpiyatlarda ter dökebilirler. Ya da soydaşlarının çektiği sıkıntılara aynı platformlarda tepki gösterebilirler. Bu durum, milliyetçiliğin pragmatist yönüne de vurgu yapmaktadır. Aynı anda Senegal doğumlu olup, eğitim ve daha iyi şartlarda yaşamak için Fransız vatandaşlığına geçebilirsiniz. Bu durumda hayali olan şeyin esnekliği de söz konusu olabiliyor.


İsmet Tunç
(Cumhuriyet Üniversitesi/Sosyal Antropoloji Yüksek Lisans Öğrencisi)

12.11.2010


Son Güncelleme Tarihi: 31 Aralık 2010 12:07

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.