'İstiklal Mahkemeleri terör aygıtıydı'
20 Ağustos 2010 23:23
Osman Can, “Darbe Yargısının Sonu” adlı kitabında yargıyı sorguluyor.
Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can, Timaş Yayınları tarafından yayımlanan "Darbe Yargısının Sonu - Karargâh Yargısından Halkın Yargısına" adlı kitabında Türkiye’de siyasi tarih ve hukuk kültürünün inşasından başlayarak, hukuk krizlerini, güncel sorunlar ve açmazlar ile 12 Eylül referandumuna dair düşünce ve analizlerini ortaya koyuyor. Ergenekon soruşturmasını tanrıların vurulduğu bir dava olarak yorumlayan Can, Yassıada yargılamalarını ise “cüppeli terör” olarak tanımlıyor.
Akademisyen kimliğinin yanı sıra bürokratik bir deneyime de sahip olan Can, ideolojik temelleri 1930’larda atılan ve 27 Mayıs’la anayasal boyutta kurumsallaştırılan yargı sisteminin yapı taşlarını ve yarattığı sorunları ele alıyor.
“İSTİKLÂL MAHKEMELERİ TERÖR AYGITIYDI”
Osman Can, kitabındaki “Mahmut Esat Bozkurt ve Misyoner Yargının İnşası” adlı bölümde İstiklâl Mahkemeleri hakkında şu ifadeleri kullanıyor: “Yargının ideolojik oluşum serüveninde İstiklâl Mahkemeleri’nin de çok önemli bir yeri vardır. Birer terör aygıtından başka bir şey olmayan İstiklâl Mahkemeleri, Meclis’te yer alan hızlı ve radikal kişilerden oluşturulmuştur. Kel Ali, Kılıç Ali ve Necip Ali, yani Üç Aliler divanı… Türkiye’yi teröre boğmuş olan bu mahkemelerin yalnızca ismi “mahkemeydi”. Önce idam edip sonra yargılama yapan mahkemeler…”
“YASSIADA YARGILAMALARI ‘CÜPPELİ TERÖR’DÜR”
İstiklâl Mahkemeleri’nin bir başlangıç olduğunu, bununla yaratılan geleneğin 27 Mayıs yargılamalarında da karşımıza çıktığını söyleyen Can, şöyle devam ediyor: “Adnan Menderes’in idamıyla sonuçlanan Yassıada yargılamasına da bu bağlamda ve hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın 50 yıl sonra bu uygulamaları öven Yüksek Yargıçların bulunduğu utancını da hatırlayarak ‘cüppeli terör’ demek zorundayız.”
Can’ın kitaptaki diğer değerlendirmeleri ise şöyle:
“CHP ‘YENİ ANAYASA’DAN 1961’İN REDAKSİYONUNU ANLIYOR”
“CHP’nin siyasi tarihsel referansları ve tüm bu sorunların anayasal düzeyde kurumsallaşmasına neden olan 27 Mayıs darbesindeki ortaklığı, başka bir tutum almasına izin vermemektedir. 1930’larda biçimlenen siyasal ideolojisiyle bu tarihsel referanslar dikkate alındığında, Kürt sorunu, din sorunu, gayrimüslim azınlıklar sorunu, militarizm sorunu konusunda CHP’nin “hayır” tavrı alması kaçınılmazlaşır. Dolayısıyla tüm bu sorunları çözebildiği sürece anlam ifade edebilecek olan “Yeni Anayasa”nın talebini halihazırdaki CHP’nin kırmızı çizgileri ve gelecek beklentileri ile uzlaşması mümkün değildir. (…) CHP’nin ‘yeni Anayasa’dan anladığı da 1961 Anayasası’nın redaksiyonundan başka bir şey değildir.
“YARGI KARARLARI OLMAMIŞ OLSA O FAY HATLARI OLUŞMAZDI”
“…Sorunları çözmek için öncelikle yargı sisteminin değiştirilmesi ve dönüştürülmesi gerekiyor. Türkiye’deki hukuk normlarını incelediğimizde, siyaseti kilitleyen, toplumsal sorunları çözümsüz hale getiren ve bunun üzerine kurulu kırmızı çizgiler ile toplumsal ve siyasal fay hatlarının ortaya çıkmasına yol açan olayların temelinde yargısal kararları fark etmeye başlarız. Bu çok trajik bir şeydir. Eğer yargı, kararları olmamış olsa o fay hatları oluşamazdı. Kültürel, dinsel, mezhepsel, dilsel fay hatları ve çözümsüzlüklerle ilgili yargı kararlarını, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararları konusunda hafızalarımızı yoklamamız yeterlidir.”
“27 MAYIS’TA İLLEGAL BİR ÇETE YENİ ANAYASA ORTAYA KOYDU”
“…27 Mayıs 1960’da bu, “Milli Birlik Çetesi”nin ve onu destekleyen bir partinin, akademyanın, yani üniversitenin ve yargı unsurlarının yapılanmasıydı. Bu yapılanmayı olumlamak her şeyden önce bir ahlak zafiyetine işaret eder. 12 Eylül darbesi de buna benzer yapılanmadır, farklı olarak orada bir çete değil bir kurum vardı. Ancak bu fark çok önemli değildir. 27 Mayıs’ta illegal bir çete ortaya çıkıp iktidarı gasp ederken, 12 Eylül’de legal bir kurum illegal bir dönüşümü yaşayarak, anayasayı ortadan kaldırıyor ve yeni bir anayasa ortaya koyuyordu.”
“BİLGE BİR YARGIÇ BİLE YERLEŞİK KABULLERE ESİR DÜŞER”
“Darbelerin öngördüğü bu sistemde, bilge bir yargıcı dahi getirip Anayasa Mahkemesi’ne koysanız kısa süre içerisinde o yargıcın farkında olmadan korkulara ve orada yerleşik kabullere esir düşmesi kaçınılmazlaşır. Türkiye’de ‘özgürlük ve demokrasi önemlidir’ diyen yargıcın, yüksek yargıya dahil olduktan sonra ‘etimle kemiğimle devletinim’ diyerek yumruğunu sıkabilmesi ya da özgürlükçü bir tutum almayı aklına koyan yargıçlara ‘anayasaya bağlılık yeminini hatırlatırım’ şeklinde uyarılarda bulunulması şaşırtıcı gelmemelidir.”
“HSYK, YARGIÇ VE SAVCILARIN İPİNİN BİZZAT KENDİ ÇEKTİ”
“…Batı demokrasilerindeki HSYK ve benzer yapılar, yargının ve yargıçların güvencesi olması amacıyla kurulmuştur. Ama Türkiye’deki HSYK, yargıçlar için tam anlamıyla bir güvensizlik ortamı yaratmaktadır. Çünkü bu yapı, onları ideolojik olarak kontrol altında tutmak amacıyla yaratılmıştır. Yargıç ve savcıları parlamenter ve bürokratik iktidarların etkisinden koruması gereken kurum, bu görevinin aksine özellikle bürokrasiden gelen baskıları emir telakki ederek, yargıç ve savcıların ipini bizzat kendi eliyle çekmiştir.”
“SİVİL VE ASKER BİRLİKTE MGK’YI MEŞRULAŞTIRMAYA ÇALIŞIYOR”
“Milli Güvenlik Kurulu’nda, Türkiye’nin iç ve dış güvenliği, ülkenin sağlık, eğitim, ekonomi vs bütün politikaları masaya yatırılıyor. Bu kurula hem asker hem de siviller katılarak ortak hareket ettikleri iddiasıyla bu milli güvenlik anlayışı meşrulaştırılmaya çalışılıyor.”
“DEVLET ‘SIR’RI OLMASAYDI 17 BİN FAİLİ MEÇHUL OLMAZDI”
“…Bir ülkede milli güvenlik dediğimiz kavram eğer militarist bir biçimde belirleniyorsa, herkesin bilmesi gereken kavramlar milli güvenlik içerisinde devler sırrına dönüştürülüverir. Bu şekilde bir devlet sırrı kavramı, devlet dediğimiz olgunun ‘sır’ olması arzuladığı şey neyse, onun, toplumun bütün hayatına müdahale etmesine olanak sağlar. (…) Devlet sırrı; derin devlet, JİTEM, Özel Harp Dairesi, kontrgerilla gibi korkunun, ölümün, suikastların kol kestiği çevrelerde dolaşır. Çünkü devlet sırrı, militarist bir milli güvenlik devleti inşasına yarayan bir kavramdır. Eğer devlet sırrı olmasaydı, 17 bin faili meçhul olmazdı; Hrant Dink, Doğan Öz, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu öldürülmezdi.”
Habertürk