Kaç Kitap Okudun? - Serdar M. Değirmencioğlu

24 Temmuz 2012 23:27  

 

Kaç Kitap Okudun? - Serdar M. Değirmencioğlu

Haziran ortasında dostlarla Lefkoşa'da, kitapseverlerin göz bebeği Işık Kitabevi'ne uğradık. Bana sorarsanız, Işık Kitabevi Lefkoşa'nın kültür incisi. Bu nedenle Lefkoşa'ya gidince Işık Kitabevi'ne uğramamak, uğrayınca da en azından iki üç kitap almamak olmaz.

Kıbrıs'ı bilenler dışarıdaki korkunç sıcaktan söz etmememe şaşırabilirler. Haziran ortasında öğle saatlerinde hava müthiş sıcaktı. Biz de kaçıp Işık Kitabevi'ne özgü sıcaklığa sığındık. İşte o sıcaklık, abartısız ve içten konukseverlik beni kitaplara doğru çekti.

O sırada Alper Hasanoğlu'nun "Bir Terapistin Arka Bahçesi" (Remzi, 4. Baskı. Mart 2010) başlıklı kitabını inceleme olanağım oldu. Alper Hasanoğlu bir psikiyatrist ve bir süredir psikoterapist kimliği ile Radikal'de yazıyor.

Bir ömür 2860 kitap eder

Kitapta yer alan bölümlerden birinde Alper Hasanoğlu, Enis Batur'a atfedilen bir anekdottan yola çıkarak bir örnek oluşturmak istemiş. Mesele özetle şu: Enis Batur'un kitaplığında 8000 kadar kitap olabilir mi? Bir kişi bu kadar kitabı, hatta daha fazlasını okumuş olabilir mi?

Sekiz bin kitap doğaldır ki bir evde yalnızca çalışma odasına sığmaz, koridorlara, salona, hatta mutfağa ve banyoya bile sızar. Yine doğaldır ki eve giren insanların da ilk dikkatini çeken şey olur, duvarları arsızca kaplayan bunca kitap. Enis Batur da, eve gelen konukların öyle ya da böyle mutlaka kendini kitap ve okumak hakkında konuşmak zorunda hissettiğini söylüyordu. Kimisi kendisinin de ne kadar iyi bir okur olduğunu kanıtlamak için acemice ukalalıklar yaparken, kimileri de işlerinin yoğunluğu nedeniyle okumaya zaman bulamadığını, halbuki gençliğinde ne kadar çok okuduğunu anlatıyormuş. Kimi konuklar ise gayet saf bir şekilde bu kitapların hepsini okuyup okumadığını soruyormuş Enis Batur'a. Enis Batur'un beni halen daha gülümseten ironik yanıtı şöyle: "Tabii ki hayır, bunlar okuduklarımın yalnızca bir kısmı."

Halbuki çok basit bir hesapla bir insanın ömrü boyunca bu kadar kitabı okuyamayacağı bulunabilir. 15 yaşında düzenli okumaya başladığımızı düşünelim ve insan ömrünü de ortalama 70 yıldan hesaplayalım. Haftada bir kitap bitirdiğimizi varsayalım. Bu, yılda 52 kitap eder. 55 okuma yılında 2860 kitap okuyabiliriz ancak. Siz bu sayıyı isterseniz haftada iki kitaptan 5720'ye çıkartın.

Ya çocuk kitapları?

Alper Hasanoğlu'nun hesabında birden fazla yanlış var. Hiç kuşkusuz bu yanlışlardan biri, düzenli kitap okumanın 15 yaşında başladığı varsayımı. Bu varsayım, çocuklarla çalışan uzmanların bile yaptığı bir yanlışı yansıtıyor. Çocuklara tepeden bakmak. Uzman olsun olmasın, çoğu yetişkin bilmeden ve istemeden çocukları küçük görüyorlar. Bu tepeden bakan yaklaşımla, çocukların neler düşündükleri, neler yaptıkları veya neler okuduklarını araştırmaya bile gerek kalmıyor. Yetişkinlerin kafalarında taşıdıkları kalıplar veya uzmanların ezberlemiş oldukları kuramsal öğretiler çocukların ciddiye alınmasını engelliyor.

Öte yandan, okumanın 15 yaşında başlaması varsayımı çocuk kitaplarının kitap sayılmaması anlamına da geliyor. İster eskilerin Cin Ali kitapları olsun, ister yeni tür başlangıç kitapları olsun, çocuk kitapları da kitaptır. Yetişkinlerin pek okumadıkları güzelim çocuk edebiyatı örnekleri de kitaptır. Çocukların severek ve büyük bir heyecanlar okudukları kitapları, "ömür boyu kaç kitap okunabilir?" hesabına katmamak, çocukların dünyasına büyüklerin kendi ölçütlerini dayatmasının bariz örneklerinden biri.

Okumanın gelişimi ile ilgilenenler, bugün çok kitap okuyan veya hiç kitap okumayan bireylerin çocukken kitap okuyup okumadıklarını veya neler okuduklarını incelemeye çalışırlar. Bu açıdan çocukluk anıları ve özellikle çocuk kitapları hakkındaki anılar çok ilginçtir. Cin Ali kitapları ile büyüyen bir çok çocuğun haftada değil, günde bir kitap bitirdiğini bu anılarda bulmak hiç de zor değil.

Okumanın gelişimi üzerine yapılan araştırmaları daha sonra ele almak üzere bir yana bırakıp, kitap sayısı hesabına dönmekte yarar var. Düzenli kitap okuma yaşı 15'den 6'ya çekilecek olsa ve haftada bir kitap varsayımı ile hesap yapılsa, bir ömür boyu okunan toplam kitap sayısı 3328 olurdu. Haftada iki kitap varsayımı ile hesap yapılsa, toplam 6656 olurdu.

Ya kitap kurtları?

Alper Hasanoğlu’'nun hesabında diğer yanlış, kitap kurtlarıyla ilgili. Haftada bir iki kitaptan yapılan kitap hesabı, kitap kurtlarına hiç uymuyor. Bu hesabı tutup sıkı bir kitap kurdu olan Enis Batur'a uygulamak, "8000'den çok kitabı nasıl okumuş olabilir ki? Demek ki, abartmış" sonucuna varmak gerçekten abartılı bir indirgemecilik örneği.

Diğer yandan, 15 yaşında başlayarak düzenli okuma varsayımı kabul edilse bile, haftada bir kitap hesabı kısa sürede bir kitap kurduna dönüşen gençlere de uymayan bir hesap. Kimi gençlerin, haftada değil, günde bir kitap bitirdiğini de anılarda bulmak mümkün.

Ya şiir kitapları?

Haftada bir veya iki kitap hesabı şiir kitaplarına da hiç uymuyor. Bu hesabı Can Yücel duysa bilmem ne derdi? Şiirseverler için belki bir akşam üç şiir kitabı okuyarak bir çeşit şiir şöleni yaşamak, ya da aynı kitabı ve belki aynı şiiri yeniden ve yeniden okumak hiç garip deneyimler olmasa gerek. Özellikle edebiyatla uğraşan Enis Batur gibi kişiler için kaç şiir kitabı okumuş olduğunu saymaya çalışmak bile çok zor olsa gerek.

Şiir kitaplarını, kısa öyküleri, kimi anı kitaplarını belli ki, Alper Hasanoğlu hiç hesaba katmamış. Eskiden gazetelerde parça parça yayımlanan ve günden güne okunan "tefrika" kitaplar da, farklı olan diğer yayınlar da hesaba katılmamış. Ama sonuçta, kitap hesabı ve takibi yapmak zor bir iş. Bir okuyucunun ilk okuduğu kitaptan başlayarak okuduğu tüm kitapların listesinin çıkarılması hemen hiç görülmemiş bir çaba. Aslında yapılmayı bekleyen bir çalışma...

Şiir okumak

Şiirden, edebiyattan söz ederken sayı hesabı ile yetinmek elbette ki, olmaz. Çocuklar ve kitaplardan söz edilirken, okuma kültürüne de değinmek gerekir.

Okuma kültürü birçok önemli mesele gibi üzerinde yeterince durulmayan bir konu. Bu açıdan Eğitim Sen tarafından 24-25 Mayıs 2008 tarihlerinde düzenlenen Çocuk ve Okuma Kültürü Sempozyumu önemli bir çalışma. Sempozyumda sunulan bildiriler Eğitim Sen tarafından 2009’da yayımlandı. Bu kitaba sendika web sitesinden erişmek mümkün.

Bu yazıyı kitaptan bir alıntı ile bitirmekte yarar görüyorum. Aydın Afacan, şiir ve okuma kültürünü ele aldığı bildirisinde şöyle diyor (s.66):

Eğitim sistemi içinde "çocuk şiirleri" konulu çalışmalarda başvurulan sınıflandırmalar da şiirin bir sanat olarak değil, bir propaganda aracı olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır: "Aile ve çocuk", "yurt sevgisi", "millet sevgisi", "doğa sevgisi", "hayvan sevgisi", "yardımseverlik", "kahramanlık" vb. başlıklar ile ünitelerde ve "belirli gün ve haftalar" adıyla verilen ürünler…

Bu başlıklar altında verilen içeriklere etik ve düşünsel açıdan nasıl yaklaşılırsa yaklaşılsın, sonuçta amaçlanan, şiirin bir yapıt olarak sunduğu estetik haz değil, belli bir program ya da 'siyasal anlayış'ın önerdiği içeriğin aktarılmasıdır. Bu nedenledir ki, şiiri bir sanat olarak değerli bulduğunu öne süren birçok yazıda bile, sonuçta eğitim sistemine egemen olan bu tür bir işlevciliğin izlerine rastlanmaktadır.

Bunun doğal bir sonucu olarak, şiir, bir sanat olarak değer görmek bir yana; yer yer alay konusu da olabilen basit bir araç derekesine düşürülmüştür. Sözgelimi, Hayat Bilgisi dersinde insan vücudu üzerine bilgiler verilirken, bu temaya "organlarımızı tanıtan" manzumeler eklenerek, "bilimsel bilginin aktarılmasında" bir tür yardımcı ders aracı işlevi gören şiirin daha sonra bir sanat olarak değer görmesi ne ölçüde mümkün olacaktır? Bu tür örneklerle yetişen bir çocuğun ilerde Oktay Rifat'ı, Edip Cansever'i, Hilmi Yavuz'u duyarak, anlayarak okuması ne ölçüde mümkündür?

Bu noktada, sözü edilen ürünlerden birkaç örnek vermek bu konudaki kaygıların ne kadar haklı gerekçelere dayandığını göstermek için yeterli olsa gerektir: "Kore'de Türk askeri, / Sulh için vuruşmuştur. / Birleşmiş Milletlerin, Yeminini tutmuştur." (F. Taylan, Birleşmiş Milletler; Uluçay, 2004: 77); "Tiyatroya gereken / Önemi vermek gerek; / Tiyatrosuz bir toplum / Kör, sağır, dilsiz demek…" (Naim Yalnız, Tiyatro; Uluçay, 2004: 229); "Kan veririsin kan isteyenlere, / Kamp kurarsın düşkünlere, / Sıcak çorba pişirirsin, Sokaklarda kalanlara." (Fethi Bolayır, Kızılay; Uluçay, 2004: 94)

Serdar M. Değirmencioğlu

Evrensel, 22.07.2012

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0