Kadınlar barış için nöbet tutuyor
09 Ağustos 2009 02:54
Kürt sorununda çözüm umutları artarken kadınlar barış için bu gece Hakkâri sıfır noktada ve Taksim Meydanı'nda nöbet tutacak
ERTUĞRUL MAVİOĞLU
İSTANBUL - "Savaşın olmadığı bir ülkede bir dünyada yasamak düşü yetmiyor insana. Gerçekten savaşın olmadığı bir ülkede yaşamak nasıl bir şeydir bilmiyorum. Ya savaş ya darbe ya savaş tehdidiyle geçti hayatım. Savaş dünyanın her yerinde canlı cansız bütün hayat için en büyük tehlikeyken kadınlar için başka tehlikeler de taşıyor. Yoksulluk, zorunlu göç, saldıran askerlerin cinsel tacizi ve tecavüzü yanı sıra hayatı sarmalayan askeri zihniyet ve uygulamalar gündelik hayatları da belirliyor. Şiddet kültürü ev içinde, sokakta her yerde kadınlara yönelik şiddeti de arttırıyor."
Nilgün Yurdalan, bugün Kürt sorununa barışçıl ve demokratik bir çözüm talebiyle Hakkari sıfır noktada, Berçelan yaylasında çadır kurarak bir gece 'Barış Nöbeti' tutacak onlarca kadından biri. Başkaları da var; Hülya Osmanağaoglu, Nimet Tanrıkulu, Gülsen Ülker, Mukaddes Erdoğdu Çelik... Kadınlar Berçelan'da kuracakları platformda, barışa, geleceğe dair hayallerini paylaşacaklar. "Barış İçin Sen de Sözünü Söyle" sloganıyla tanımladıkları bu platformda eyleme katılan kadınlar, barış adına aklından geçenleri kısaca anlatacaklar, barış için şarkılar söyleyecek, şiirler okuyacaklar. Hakkari'ye gidemeyen kadınlar ise aynı gece İstanbul Taksim meydanında sabahlayarak Hakkari'deki 'Barış Nöbeti'ne destek verecekler. Aralarında Sennur Sezer, Gülnur Acar Savran, Nükhet Sirman, Beyhan Demir, Aysegul Devecioğlu, Melek Özman, Yıldiz Ramazanoğlu'nun da bulunduğu akademisyen, sanatçı, yazar, başörtülü ya da başörtüsüz onlarca kadın, gece boyunca şiddet dolu yıllarda yaşadıklarını, bu yaşadıklarına dair tanıklıklarını paylaşmayı hedefliyor. Barış Nöbeti'ndeki kadınlar silahların susmasını, oluk gibi akan kanın durmasını, acıların son bulmasını istedikleri için çözüm sürecinde ellerini taşın altına koyduklarını açıklıyorlar. Onların sesine kulak verin:
Nükhet Sirman (Akademisyen) : Bir kadın olarak ben barıştan çok şey umuyorum. Özellikle yıllarca kadınların yaşam hikayelerini, etraflarındaki olayları anlatma ve anlama biçimlerini araştırmış bir akademisyen olarak umutluyum. Çünkü savaşın bitmesi savaş seslerinin azalması anlamına gelir. O sesler hep çok yüksek perdeden çıkar ve diğer sesleri bastırır. Bu diğer sesler toplum hiyerarşisi içinde altta olanların sesleridir. Altta olanların altında da o kesimlerin kadın ve çocukları vardır. Bu en altta olanların seslerine kulak verdiğimiz zaman görürüz ki bu sesler somut süreçleri anlatır. Sözlerinin içinde hayattan kopmuş ve sadece yönetmeye yarayan “gelişme, nüfus, iç göçler, kaba ölüm oranı” gibi soyut laflar geçmez. Bu sesler ölümü anlattığı zaman genellikle “ben sabah kahvaltı hazırlıyordum, birden...” diye söze başlarlar. Gündelik hayatı, ölümün o hayattaki anlamını dile getirirler. Ama öteki sesler bunları önemsemezler, bu sesleri duygusal bulurlar, bunlar gerçekleri görmüyor, derler. Şimdi bu sesler mi duyuldu, Kürt sorunu hepimizin sorunu sözüyle bu mu kastediliyor yoksa arkasında yine başka hesaplar mı var, bunları ben bilmiyorum. Ama belki de o savaş çığırtkanlığını yapan sesler biraz olsun kısılınca aşiretlerin geri kalmışlığı ya da törenin vahşeti kadar dengbejlerin sesini de, borç altında ezilen çiftçilerin çığlığını da, bir anda yerinden yurdundan edinenlerin ağıtlarını da duymaya başlayabiliriz.
Necla Korkmaz (Ceren Kadın Derneği) : Savaş ve çatışmalı ortamın acısını ve mağduriyetini en derinden yaşayanlar olarak artık çözümsüzlüğü kabul etmemekteyiz. Eşini, çocuğunu, kardeşlerini kaybeden Türk ve Kürt kadınlarının bu süreçte sorunun çözümüne en fazla katkı sağlayacağına inanıyoruz. Yaşadığımız acıların ortaklığı çözümün ortaklığında da rol oynayacağını düşünüyoruz. 31 Mayıs’ta Diyarbakır’da “Söyleyecek sözümüz, çözümü geliştirecek gücümüz var” sloganıyla bir araya gelen kadın örgütleri; kadınların barış mücadelesine süreklilik kazandırmak, sürece müdahil olmak için, bu buluşmalara devam etme kararı aldık. Toplantıda ortaya çıkan “Kadın barış inisiyatifi/ hareketi” oluşturma yönündeki görüşlerimiz, özlemlerimiz, beklentilerimiz, hepimizi cesaretlendirdi. İkinci buluşmamızı 28 Haziran’da Ankara’da yaptık. Bu toplantıda Diyarbakır’daki buluşmada dile getirilen önerileri de dikkate alarak, üçüncü kadın buluşmasını Hakkari’de gerçekleştirme kararı aldık. Türkiye’nin dört bir yanından gelen kadınlar olarak ortak amacımızı, “Operasyonlar dursun, barışın yolu açılsın” sloganıyla dile getireceğiz. Demokratik özgür kadın hareketi olarak, güven ortamının karşılıklı sağlanması, istikrarlı bir barış doğrultusunda, bu sürecin temel demokratik siyaset dili ve yöntemlerinin gelişebilmesi için mücadelemizi her zamankinden daha aktif ve daha kararlı yürütmeye karalıyız.
Beyhan Demir (Feminist yazar): Bu süreçte feministlerin bir etkisi olur mu emin değilim ama Kürt hareketinin Kürt kadınlarının hayatını değiştirdiğini unutmamak gerekir. Konuyu bir asayiş meselesi gibi değerlendirip polis akademisinde çalıştay da düzenlense, bu çalıştaya İçişleri Bakanı da katılsa, çalıştaya katılan gazeteciler çözüm için en doğru cümleleri de kursalar; güven duymakta güçlük çekiyorum. Devlet Bahçeli’nin bu sürece bile tahammülü olmaması daha da ürkütücü kılıyor durumu. Sonuç olarak temsilcilerinin kim olduğunu ifade etmeleri konusunda Kürtlerin samimi olarak dinlenmesi sürecin düzgün işlemesinin ilk adımı olacaktır. Cezaevindeyken milletvekili seçilen Sebahat Tuncel’in aldığı yüzde 80’lere varan oy oranını unutmadan; yaşanan savaşın tüm kirli sonuçlarına rağmen Kürt halkının kürtçe vaaz gibi “haklar” değil de özgürlük istediğini unutmamak, bu noktada yerel yönetimlerden kültürel haklara, anayasal değişikliklere dek gerekli düzenlemeleri yapmayı hedeflemek çözüm yollarını kolaylaştıracaktır.
Edibe Şahin (Tunceli Belediye Başkanı): Kadınlar olarak her yönüyle savaşın da barışında birinci dereceden hedef grubu olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü savaşın en birinci mağduruysak, barışın da militanı olmak zorundayız.Barış sürecine kolay gelinmiyor. Bu süreçleri uzatmak ve sürdürmek mutlaka militanlık gerektiriyor. Yıllardır oluşan bir şiddet kültürü kolay kolay yerini barışın diline ve davranış biçimine bırakmıyor. Biz kadınlar olarak tabi ki bu sürece karşı kendimizi birinci derecede sorumlu hisediyoruz.Çünkü bu dili en hızlı yaratacak, kültürü de yaşatacak olan kadınlardır.Kim çok sıkıntısını çekiyorsa, çözümde de en ileri savunucusu olmayı doğallığında beraberinde getiriyor.
Gülsen Ülker (Bağımsız Feminist Oluşum): Her şeyden önce umutlu olmak istiyorum ancak “peki neden şimdi?” sorusu ister istemez aklıma takılıyor. Bu sorunun umutlu olma isteğimi kırmasına izin vermemeye çalışıyorum. Türkiye kadın hareketinin çok büyük bir kısmı, yıllardan beri Kürt sorunun demokratik çözümünden yana oldu. Uzun yıllardır yaşanan çatışma ortamının daha da saldırganlaştırdığı milliyetçiliğin ve militarizmin genel olarak toplumsal şiddeti nasıl arttırdığını biliyoruz. Bildiğimiz bir diğer konu ise, yoğun çatışmalı ortamlarda özellikle ev içlerinde yaşanan şiddetin artması daha da önemlisi üzerinde konuşulamıyor olması. Kürt sorunun çözümü aslında Türkiye’nin özgürleşme sorunudur diye düşünüyorum. Bu özgürleşme ortamı, kadınlar için de daha yaşanılası bir hayatı mümkün kılacaktır.
Gülfer Akkaya (Feminist): Savaşın bitmesini istiyorum, çünkü zaten erkek egemen olan toplumda bir de uzun yıllardır süren bu savaşla kadınların hayatları iyice çekilmez hal alıyor. Mevcut olan erkek şiddeti katlanarak artıyor. Erkek egemenliğinden de beslenen şovenizm, militarizm, ırkçılık güçlendikçe toplumda kadınlara karşı ayrımcı uygulamalar daha bir meşruluk kazanarak sürdürüyor. Kadın bedenine yönelik saldırılar artıyor, eğitim, sağlık hakkı tırpanlanmaya devam ediyor. Bu savaş sadece Kürt kadınlarını değil, Türkiyeli tüm kadınları olumsuz etkiliyor. Zira erkek egemenliği Kürt, Türk, Laz, Çerkez ya da başka ulustan kadınları ayırmadan tüm kadınlara saldırıyor. Yirmi beş yıldan bu yana süren savaş, kendisine bir savaş ve nefret toplumu da yaratmış durumda. Kadın, erkek, çocuk hepimiz bu travma toplumunun mağdurlarıyız. Savaş bugün bitse bile etkileri uzun yıllar sürecek. Daha fazla zaman kaybedecek lüksümüz olmadığı kanısındayım.
Barış için ilk adım devletin operasyonları koşulsuz şartsız durdurmasıdır.
Gülnur Acar Savran (Sosyalist Feminist Kolektif Üyesi) : Savaş ve şiddet ortamında, gerek bölgede gerekse Türkiye’nin genelinde, kadınların payına daha da fazla şiddet düştü; kadınlar fazladan tacize, tecavüze maruz kaldılar, yerlerinden edildiler, çocuklarıyla birlikte göç etmek zorunda kaldılar. Hiç kuşku yok ki, bölgede ve Türkiye’nin her yerinde kadınlara yönelik şiddetin, kadın katliamlarının, kadın intiharlarının önünün kesilmesi için ilk koşul, çatışmalı ortamın son bulması, ortamın genel olarak normalleşmesi.Kürt sorununun bir “güvenlik” ve “terör” sorunu olmadığı, giderek yaygınlaşan bir kabul görmeye başladı. Her şeyden önce, silahların susmasını sağlayacak taraflardan biri olarak hükümetin operasyonlara son vermesi gerekiyor. Sürecin ilerletilebilmesinin ise, ancak sorunun muhatapları göz ardı edilmeksizin mümkün olacağı açık. Bu konularda ve daha fazlasında, çok farklı kesimlerden gelen kadınların hep birlikte çıkardıkları sese kulak vermekte gerekiyor.Silahlar susmalı, operasyonlar durdurulmalı, tutuklular serbest bırakılmalı, başta DTP olmak üzere konunun muhataplarıyla görüşülmeli, Kürt dili ve kimliği tanınmalı; Kürtlere anadilde eğitim hakkı verilmeli.
Hülya Osmanağaoğlu (Sosyalist Feminist Kolektif üyesi): Kadınların, savaşa karşı barışın sesini yükseltmek amacıyla tutacağı barış nöbetinin Kürt sorununda barıştan yana çözüm için mücadele edenlerin dayanışmacı sesini duyurmak açısından anlamlı olacağını düşünüyorum. Çözümün, karşılıklı olarak silahların susması, atılacak adımların Kürt halkının taleplerini dikkate alarak Kürt halkının temsilcileriyle müzakere edilerek belirlenmesi, sorunun bireysel demokratik hakların yanı sıra kolektif siyasal haklar temelinde de ele alınması ve sonuçlandırılmasında olduğunu düşünüyorum.
Medine Adıgüzel (Emekçi Kadınlar Derneği): Türkiye'deki kadın örgütleri ise hep barışın, kardeşliğin yanında oldu. Böyle bir süreçte birçok kesimin gösteremediği cesareti yine biz kadınlar gösteriyoruz ve Kürt sorunun çözümüne dair kendi sözümüzü söylüyoruz. Kürt kadınlarının uzattığı kardeşlik elini tutuyoruz. 30 yıllık bu savaşın kadınlar için adı; tecavüz, şiddet, katliam, yoksulluk oldu. Tabi ki soruna dair en fazla sözü söyleyecek kesim de biziz. Bu sürecin öznesi olabilmek, kardeşliği büyütmek ve Kürtlerin demokratik taleplerinin kabul edilmesi yola çıktık. Kadınlar olmadan demokrasi olmayacak, Kürtler özgürleşmeden de hiçbirimiz özgür olamayacağız.
Melek Özman (Yönetmen): ‘Karda çıkan kart kurt’ seslerinden Kürtçe yayın yapan devlet televizyonuna, Ajda Pekkan’ın Keçe Kurdan söylediği şu günlere sonunda gelebildik. ‘Neden bu kadar zor, bu kadar bedel, kayıp neden’ diye sormak için çok geç belki ama bundan sonrası için umut var, olabilir, olmalı. Umut olabilmesi, bundan sonraki ‘açılımlarla’, atılacak adımlarla bu ülkede belki de son çeyrek asırda en çok tekrarlanan dileğin: barışın gerçek ve gerçekten olabilmesi için öncelikle şiddetin sona ereceği adımların atılması gerekli. Ama aynı zamanda şiddeti besleyen tüm koşulların da, herkes için değişmesi gerekli. Barış ve değişim kadınları bir kez daha yok sayarak nasıl mümkün olabilir?
Mukaddes Erdoğdu Çelik (Yazar): Kadınlar Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün en büyük mağduru. Kardeş kanı dökülen savaşın en acı çekeni. Savaşta tecavüze uğradılar, köylerinden kovuldular, göç yollarının çilesini önce onlar çekti, yoksulluğu çocuklarıyla onlar yaşadı. Bu savaşın sona ermesiyle önce Kürt ya Türk bütün kadın cinsin savaş acıları dinecek. Kadınlar kardeşçe bir yaşamın kuruluşuna katılabilecek. Bugün Kürt sorununda adil, onurlu ve çözücü bir barış için yine kadınlar bütün güçleriyle işe karıştı. Türk ve Kürt öncü kadınlar bu kapsama uyacak bir girişim başlattı. Kadın hareketi bir barış hareketi gibi örgütlenirken ırkçı şovenizmin yarattığı önyargıları yıkma, kırılmaları giderme gücüne de sahip olabilir.
Nilgün Yurdalan: Savaşların vatanı savunmak için kaçınılmaz olduğu, hatta üstelik vatanın namus olduğu söylenen bir ülkede savaşa karşı olmak boynumun borcu. Sadece iktidar sahiplerinin, silah tacirlerinin çıkarı var savaştan. Savaşın olmadığı bir ülkede bir dünyada yasamak düşü yetmiyor insana. Gerçekten savaşın olmadığı bir ülkede yaşamak nasıl bir şeydir bilmiyorum. Ya savaş ya darbe ya savaş tehdidiyle geçti hayatım. Savaş dünyanın her yerinde canlı cansız bütün hayat için en büyük tehlikeyken kadınlar için başka tehlikeler de taşıyor. Yoksulluk, zorunlu göç, saldıran askerlerin cinsel tacizi ve tecavüzü yanı sıra hayatı sarmalayan askeri zihniyet ve uygulamalar gündelik hayatları da belirliyor. Şiddet kültürü ev içinde, sokakta her yerde kadınlara yönelik şiddeti de arttırıyor. Bu durum Türkiye de de değişmedi. Kürt halkına yönelik saldırılar sonucunda binlerce insan ölürken Kürt kadınlarının yaşadıklarını hepimiz biliyoruz. Savaşa karşı çıkan pek çok kadınla birlikte Berçelan da bir gece beklemek belki de barışın hepimize gerektiğini bir kez daha söylemek olsa bile savaş çığlıklarına karşı bir ses. Belki de seslerimiz savaşı durduracak güçlü bir ses haline gelir bu sefer.
Ruken Yetişkin (Yüksekova Belediye Başkanı) : Son otuz yıllık süre zarfında yaşanan çatışmalarda en çok biz kadınlar etkilendik. Evlatlarımızı bir bir toprağa verdik. Evlat acısı nedir sorusuna bir erkek gerekli cevabı veremez ve annenin yaşadığı acıyı yaşayamaz. Dünyamız tahrip edildi, bunun acısını ancak biz kadınlar anlarız. Bu nedenden dolayı, Türk ve Kürt kadınları bu sürece dahil edilmeli. Bu savaşta yüreği yanan herkesi bu sürecin merkezinde görüyorum. Kadın doğası itibari ile erkekten daha adildir. Eğer bu güne kadar yöneticilik yapanların çoğunluğu kadınlardan oluşmuş olsaydı, bu sorun bu kadar büyümezdi. Bu nedenden dolayı bu sürece en büyük katkıyı kadınlar yapacaktır.
Sennur Sezer (Şair) : 1943 doğumluyum, bu İkinci Dünya Savaşı’nın oluşturduğu yoksulluğu tanımak demektir. Ayrıca bu yokluğun travmasının çok uzun sürdüğü de bir gerçektir: çocukluk ve ilk gençlik. Ve soğuk savaş koşullarında büyümek fikir özgürlüğünün yokluğuna alışmak gibi bir şeydir. Fikir özgürlüğü olmadan da yaşanabileceğinin, fikir özgürlüğü istemenin kargaşa nedeni olduğunun kanıtlarını o yılların resmi demeçlerinde görebilirsiniz. 1960’la başlayan kısa sürmüş bir aydınlanma sürecini kuşağımız ve Türkiye için bir düş saymak gerekir. Ondan sonrası darbelerle yok edilmiş dostların daha doğrusu Türkiye için önemli insan malzemesinin acısı. Ve sürekli bir tür “savaş hali”. Savaş kadınların en çok hırpalandığı dönem. Nerede olduğunuz elbette önemli. Ama savaşın getirdiği yokluk ve yoksulluk en çok kadınları vuruyor. Bir sıkıntı sürecinde en fazla ezilenlerin kendi aralarında örgütlenmesi doğal değil mi? Kadınların barış odaklı, yaşama hakkı, siyasal haklar odaklı çalışmalarını yaygınlaştırdıklarında iktidarlara baskı yapabileceklerine ve barış sürecini hızlandırabileceklerine inanıyorum.
Serpil Kemalbay (Özgür Kadın Dergisi): Çok değil birkaç sene önce linç girişimleriyle sarsılıyorduk. Şimdi devletin “kürt açılımı” olarak getirip önümüze koyduğu bu pakete bakınca ve de medyanın yaydığı iyimser havayı da görünce hiç değilse bu vesileyle sorunlarımızı batısıyla doğusuyla; birlikte, toplum olarak, topyekün tartışabilsek diye düşünüyorum. Bu süreçye yaşanan acıları ortak acılarımız olarak kaydedelim istiyorum. Asit kuyularının televizyondaki haberlerden biri değil de, herkesin tüylerini diken diken eden bu devletin utancı olarak toplumsal belleğimize kazıyalım istiyorum. Kadınlar olarak; savaş koşullarında yaşanan asker ve korucuların cinsel şiddetini görmemezlikten gelmeyelim. Üstünü örtmeyelim. Bütün bunlarla yüzleştiğimiz bir toplumda yaşamak istiyorum. Bunu yapabilirsek başka sorunlarımızı çözme gücüne de kavuşacağımıza inanıyorum.
Yıldız Ramazanoğlu (Yazar) : Artık herkes biliyor ki seksen yıldır Kürt halkının Kürt dilinin varlığı yok sayıldı. Var olduğunu iddia etmek yasaklandı ve asimilasyon politikaları acıları ağır veballeri cinayetleri biriktirerek bu günlere geldi. Bütün bu olanlara bütün ülkeyi ve elbette Kürtleri de kuşatan baskılarla yasaklarla boğuşan Türklerin sessiz kalması, resmi olarak herkesin Türk sayılmasının sağladığı görece rahatlık bir yere kadarmış. Bugün her şey masaya yatırılıyor. Allah’ın mucizesi ki kardeşlik duygularımız biraz örselendiyse de temelde sapasağlam. Çünkü herkes biliyor ki asıl sorun eşit özgür katılımcı çoğulcu yurttaşlar yerine çatışma ve karşıtlık üreten sistem. Şimdi bu duygularla yola çıkmanın bütün haksızlıkları olabildiğince telafi etmenin zamanı.
Ayşegül Devecioğlu (Yazar): Barış, belki masalarda, anlaşmalarla, konuşmalarla gerçekleşir; ama kalplerde başlar. Barışın ve kardeşçe bir arada yaşama fikrinin hayat bulması için kendimiz için doğal ve hak olarak gördüğümüz özgürlüklere, aynı dili konuşmayan, farklı düşüncelere sahip, başka türlü yaşamayı seçmiş insanların da sahip olması gerektiğine içtenlikle inanmamız gerek. Barışın yolu, bu işi aslında silahla halletmek gerekirdi; ama çok insan öldü, bunun mümkün olmadığı görüldü, aslında biz bu hakları vermek istemiyoruz ama daha fazla asker ölmesin, ticaretimiz aksamasın, uluslar arası düzeyde itibarımız sarsılmasın, şimdilik olayı çözümlemiş görünelim, bir punduna getirdiğimizde de canlarına okuruz” demekten geçmez.
Öncelikle Kürtlerin onurlu insanca kendi anadillerini konuşma ve geliştirme hakkına sahip eşit yurttaşlar olarak anayasada kabul edilmesi gerek. Bu elbette yasalarla somutlaşacak ama kabul bu ülkenin kadın ve erkek yurttaşlarının kalbinde başlayacak. Ancak böyle olduğunda inandırıcı olabilir ve bizleri barışa götürebilir.
Türkiye’de pek çok kişi Bulgaristan’da Türk azınlığın isimlerinin değiştirilmesine, dillerinin yasaklanmasına haklı bir tepki gösterdi-gösteriyor. Almanya’da Neo-Naziler ya da muhafazakarlar, Türkiyelilere ayrımcılık uyguladıkları zaman isyan ediyoruz
Aynı şeyler kat be kat fazlasıyla burada kardeş olduğumuzu, yüzyıllardır komşu olduğumuzu söylediğimiz insanların başına gelince, onlara kendi dillerini konuşmak istediler diye zulmetmeyi, varlıkları reddetmeyi, en akıl almaz işkenceleri, yerinden yurdundan etmeyi, binlerle öldürmeyi, kadınlara tecavüzleri reva görüyoruz. Askerler öldüğünde ağıt yakıyoruz, gerilla cesetlerinin tecavüze uğramasına, parçalanmasına yüreğimiz sızlamıyor.
Barışı gerçekleştirecek en önemli koşullardan biri de, ülke yönetimindeki askeri vesayetin kaldırılması. Kadın erkek kendini kadın ya da erkek diye tarif etmeyen, Türk, Kürt, Ermeni Rum, Yahudi her kimsek, bu topraklarda hepimizin can güvenliği ve daha önemlisi onurlu yaşayabilmemiz için gereken bu.
Radikal.com.tr