Kemal Gözütok Kamboçya'dan bildiriyor

13 Şubat 2013 15:28 / 5163 kez okundu!

 


İşte Kamboçya'nın iki yüzü. Beyaz Adam'lar ve Khmerler... Bir yanda sömürge döneminden kalma evleri otel, bar, vs olarak kullanmaya devam eden çoğu Fransız Avrupalılar, öte yanda derme çatma barakalarda yaşayan yerli halk. Restoranlarından bakkallarına, evlerinden otobüslerine iki ayrı ve aykırı yaşam sürdüren Kamboçya ahalisi. Kamboçya kağıt üzerinde özgür bir ülke. Hakikatte ise kolonyalizm bal gibi hüküm sürüyor.

---------------------------------------------------------------------------------------


ANGKOR WAT, KAMBOÇYA


Angkor Wat, Siem Reap şehrinin 5,5 km kuzeyinde, ormanlar arasına gizlenmiş, Angkor Medeniyetinin izlerini taşıyan, bu mistik ve esrarengiz tapınaklar 1992 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesindeki yerini alır. 630 yıl hüküm süren Khmer Krallığı döneminde inşa edilen elliden fazla tapınağın içerisinde en çok bilineni Angkor Wat’tır. Efsaneye göre Kamboçya; denizlerin hâkimi, ulu ejder Naga’nın kızı ile Brahman Hintli genci Kaudinya birlikteliğinden meydana gelir. Kaudinya bir gün teknesiyle dolaşırken prensesi görür ve âşık olur. Prensesin babası denizlerin hâkimi Naga, kızına evlilik hediyesi olarak, egemenliği altındaki bölgenin tüm sularını kendisine çekip ortaya çıkan bu toprakları verir ve Kambuja Krallığı böylece kurulur. On ikinci yüzyılda ihtişamlı bir zenginliğin hükmeden Khmer krallarından Suryavarman II (1113-1150) tarafından, Hindu tanrısı Vishnu (Vişnu) adına Angkor Wat inşa edilir. On üçüncü yüzyılda komşu ülke Tayland’dan gelen baskı ve saldırılar artar ve buna karşı daha fazla dayanamayan krallık, on dördüncü yüzyılda başkenti Angkor’dan şimdi de başkent olan Phnom Penh’e taşır. Dört asır boyunca terk edilmiş ve orman tarafından sarılıp sarmalanmış olarak kalan bu kadim tapınaklar 1858’de Fransız doğa bilimci Henri Mouhot tarafından yeniden keşfedilir. Her ne kadar tapınaklar Khmer yerlileri ve yine zaman zaman bu bölgeye uğrayan batılılar tarafından bilinse de, tüm dünya Angkor’un varlığını Mouhot’un kitabını yayınlamasıyla duyar. “Görülmeden ölünmez” diyerek kitabında Angkor’dan bahseden bilim adamı keşfinden bir sene sonra vefat eder. Güçlü Khmer Krallığının başkenti ve gücünün simgesi olan Angkor Wat, dört yüz kilometrekarelik bir alana yayılıyor. On ikinci yüzyılda 1 milyondan fazla insanın yaşadığı ve Avrupa’daki herhangi bir katedralden daha geniş olan Angkor Wat, dünyadaki en büyük tapınaklardan biri olma unvanını koruyor. Yalnızca büyüklük olarak değil, aynı zamanda su üzerine inşa edilmesi bakımından da şimdiye kadar gerçekleştirilen en çarpıcı mühendislik projelerinden biri olan Angkor Wat, düzgün şehircilik planlarıyla geniş bir su dağıtım şebekesi kuran Khmer halkının zirveye ulaşmış yontma taş işçiliği ve yapı sanatının izlerini de taşıyor.

21.01.2013


KOH RONG ISLAND'dan İZLENİMLER...

Yol yok. Haliyle araç da yok. Elektrik jeneratör marifetiyle. Cangıla girmeyecekseniz, terlik bile giymeden dolaşıyorsunuz gün boyu. Bir polis kayığı var ama polisleri henüz göremedik. Rivayete göre iki taneymiş ve kenevir içip bilardo oynamaktan başka bir meşguliyetleri olmazmış. Yerlilerin ve turistlerin yaşadıkları yerler bıçak kesiği gibi aynı kumsalın kuzey güney uzantısında tam feribot iskelesi hizasında iki ayrı dünya... Sol tarafta akıl almaz bir yoksulluk , sağ tarafta beyazların dünyası. Ulaşım Sihanoukville'den, 15 metrelik iki ahşap tekneyle günde iki seferle yapılıyor. En büyük sorun kirlilik ve alt yapı... İki yıl önce 100 nüfuslu iki köy ve 20 kadar ağaç ev/bungalov varken, bugün guesthous sayısı 10'u geçmiş. Nüfus 4 katına çıkmış. Her yerde olduğu gibi ve biraz fazlasıyla, bu canım cennet köşesi korkunç bir hızla yatırımcı akınına uğruyor ve aynı hızla kirleniyor. Ama tüm işletme sahiplerinin köylüleri de örgütleyerek birlikte adayı aşırı yerleşim ve kirlenmeye karşı korumak için koruma çabaları da ayrı bir yazının konusu olacak kadar önemli ve takdire şayan.

30.01.2013


KOMPONG SOM'dan KAMPOT'a

Kralın adı verilse de, beyazların Sihanoukville dediği vilayeti Khemer kardeşlerimiz kadim adıyla seslediğinden, başlığımızı da ona göre attık. Dersim mi Tunceli mi misali; burada da siyaseten taraf olduk, geç bile kaldık. Yani ufaktan ve derinden memleketin kılcal damarlarına nüfuz etmekteyiz. Breh ki breh !

15 kişilik minibüse 27 kişi, 50 koli muhtelif içecek, kurutulmuş balık ve tütsüden haşlamaya envai çeşit kanatlı hayvanat balyaları ile tıkışıp, 107 km'lik yolu 4,5 saatte kat ederek; mola yerlerinde (bkz. fotos) "local life"a yakın plan dahil ve taraf olarak Kampot nehrinin kıyısında Fransız kolonistlerince yüzyıl başında kurulmuş olan kasabaya avdet eyledik.

Güneş Fil Dağları'nın ardından yatsıya çekildi. Bir yandan nehrin kıyısında döküntü bir barın sokak barında rakı aşermesini Fransız Pastis'i ile defi bela ederken, mekteplerini paydos etmiş çocukların üçer beşer bindikleri tuk tuk, mobilet ve bisikletlerle eve dönüşlerini izliyorum; gündelik hayatın içinde nadide bir çiçek gibi her biri. Birazdan üniformalar çıkacak, yalın ayak yalın kat bir hayat başlayacak kazıklar üzerinde oluklu saçlarla üzeri kapatılmış saz kulübelerin tabanıyla toprak arasına kurulmuş hamakların ve hiç sönmeyen çöp yığınlarının dumanları arasında...

07.02.2013


KOLONYALİZM ve INDOCHINA

İşte Kamboçya'nın iki yüzü. Beyaz Adam'lar ve Khmerler... Bir yanda sömürge döneminden kalma evleri otel, bar, vs olarak kullanmaya devam eden çoğu Fransız Avrupalılar, öte yanda derme çatma barakalarda yaşayan yerli halk.

Restoranlarından bakkallarına, evlerinden otobüslerine iki ayrı ve aykırı yaşam sürdüren Kamboçya ahalisi.
Kamboçya kağıt üzerinde özgür bir ülke. Hakikatte ise kolonyalizm bal gibi hüküm sürüyor.

08.02.2013


VİETNAM İLE YOLDAŞLIĞIMIZ BURAYA KADARMIŞ…

Koh Rong adasından Sihanoukville’e geçip, Vietnam vizesi için şen şakrak bir heves ile kapısını çaldığımız acenteden kırgınlık ve kızgınlıkla ayrıldık, çünkü Türkiye vatandaşları vize başvurusunu illaki Türkiye’den yapmalıydı. Ho Chi Minh'den girip General Giap'tan çıktım ama nafile. Aslında istenen belgeleri acente danışıklı temin ediyordu fakat hem beklenecek süre hem maliyeti pahalı bir astar olacaktı.

Yeni bir yolculuk planlaması yapmak ve Fransız kolonyalislerinin şehrini görmek için Kamboçya’nın en güneyde, Vietnam sınırındaki Kampot kasabasında iki gün geçirdikten sonra Tayland’a dönüp, Laos, Burma ve Hindistan vizelerini almak için yola koyulmaya karar verdik.

Kampot’ta Çin Yeni Yılı’nı davul ve zil eşliğinde kaplan, ejderha, köpek kılığına bürünüp hoplayıp sıçrayarak kutlayan insanları ve onları huşu içinde izleyenleri, Hıdrellez misali evlerin ve dükkanların kapılarında yakılan ateşleri, minyatür Budalara sunulan yiyecek ve hediyeleri ve çatılara pirinç savurarak bereket dileme ritüellerini temaşa etmek keyifliydi.

Bu durumun bizim için bir çileye dönüşeceğini henüz bilmiyorduk. Bilet almak için cumartesi günü ikindi serinliğinde acenteye gittiğimizde yeni yıl vesilesiyle ertesi gün sefer olmadığını öğrendik.
Bu durumda pazartesi sabahı altıda kalkan Bangkok otobüsü için ya iki gün daha Kampot’ta kalacak, ya da iki saat sonraki otobüse kapağı atacaktık.
Saat 16.00’da kalkacağı, Tayland sınırı Poi Pet’te tek aktarma ile 11 saat sonra Bangkok’ta olacağı söylenen otobüse biletlerimizi aldık. (35$)
Ulaşımda sarkmaların, aktarmalarda uzun beklemelerin, bilet satışı sırasında fotoğrafları gösterilen araçlarla hiç benzerliği olmayan külüstürlerin sürprizlerine bir nebze olsun aşinaydık.
Ama bu yolculuk her zahmete Eyüp sabrı ile katlanarak bu coğrafyada edindiğimiz yeni ezberleri yer ile yeksan edip, Asya’da ezberin de olamayacağını bize ezberletti.
4’te Vietnam’dan gelecek olan otobüs bir minibüs kılığında saat 6’da teşrif etti. Sihanoukvill’de sidik kokan bir otobüse transfer edildik. Yol boyunca, sanki birileri bize Kamboçya’nın en sefil yüzünü göstermek istiyormuş da özel olarak bu mola yerlerini seçmiş gibi her biri diğerinden beter yerlerde süresi belirsiz molaların ardından, Tayland sınırında, uzun bir kuyrukta 2 saat kadar yeni yıl kutlamalarından dönecek memurları bekledik. Vize işlemlerinin ardından bir grup sırt çantalı beyaz adamla o binanın önünden şu tentenin altına “burada bekleyin, 5 dakika sonra aracınız gelecek” cümlesini ezber etmiş Tai kardeşlerimizin rehberliğinde sabah sporu yaptık.
Khmer kardeşlerim beni affetsin, ama sınır geçer geçmez Sultanbeyli’den Nişantaşı’na ışınlanmış gibi medeniye geri döndük hissiyle şöyle bir yerimizde yekindik.
Ez cümle, 4 aktarma ile, 11 saat süreceği söylenen yolu 27 saatte kat ederek Pazar akşamı Bangkok’a ulaştık.

Derin bir oh çekip, bir an önce duş yapıp iki lokma yemeğin ardından uzun bir uykunun hayaliyle aşina olduğumuz sokakları arşınlayarak iki hafta önce kaldığımız guesthouse vardığımızda yeni bir sürprizler zinciri bizi bekliyordu.

Çin Yeni Yılı ve tatili münasebetiyle oda fiyatları ikiye katlanmıştı ve zaten yer yoktu.
Onca perişanlığın ardından iki hafta önce ödediğimizin iki katına zor bela bir oda bulup kendimizi neredeyse emekleyerek suyun altına ardından yatağa dar attık.

Yarın Tayland’ın kuzeyine, Laos sınırındaki Chiang Mai’ye doğru yola koyulacağız.
Derviş miydi o, hani azapta gerekti… Yoksa Şeytan mı?

11.02.2013


CHİANG MAİ , KUZEY TAYLAND

Yine aynı terane. 16.00'da denilen otobüs hiç bir açıklama yapılmadan 21.40'ta kalktı ve 11 saat sonra Chiang Mai'ye ulaştık. Artık Laos sınırına çok yakınız. Bugün online kısmını halledebildiğimiz Hindistan vizesi için yarın elçiliğe gidecek ve vaziyete göre bir hafta kadar buralarda oyalanacağız.

Dün internetten rezervasyon yaptırdığımız otelde odanın boşalmasını beklerken fotoğraftaki sokak lokantasında biraz Thai usulü biraz bizim usül kahvaltı ettik: yağda yumurta ve kızartılmış sebze . Yakındaki beyaz adamlar kafesinden aldığımız bir bardak Lipton çay da işin lüks tarafıydı. Kamboçya ve Tayland'da zeytin-peynir-çay-domates vs gibi sebze ve yeşillik yenilip içilmiyor. Turistlere hitap eden marketler dışında peynir zeytin bulmak zaten mümkün değil, bulduğumuz da satın alınacak gibi değil. Zaten biz de vazgeçtik aramaktan ilk bir kaç günden sonra. Ama sırt çantamızda bir küçük şişe zeytinyağı gezdirmekten vazgeçemedik.
Thai ve Khmer kardeşlerimiz sabahları domuz-tavuk-deniz ürünü çeşidinden biriyle yapılmış sulu ya da pirinçli yemeklerini günün her saatinde yiyorlar. Öyle üç öğün diye bir mevhum da yok. Kim nerede ve ne zaman acıkırsa.
Sabah 6'da mangallar yakılmış, envai çeşit et mangallara dizilmiş oluyor.
Her şey her zaman yeniliyor ve sokak mutfakları neredeyse 24 saat açık.

Biz de birazdan şehrin eski mahallesinde yemek yemeye gideceğiz. Bakalım buraya özgü sürpriz nedir?

Günün sürprizi ise fotoğraftaki fişli telefon santralıydı. Yüzyılın ortalarından kalma ve otelin resepsiyonunda hala kullanılmakta...


Kemal Erdoğan GÖZÜTOK

12.02.2013

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.