Baş davası ahlak olan bir Müslüman sosyalist: NURETTİN TOPÇU
11 Mayıs 2008 12:50 / 1778 kez okundu!
Sonar Yalçın - Hürriyet GazetesiNe acı bir dönemden geçiyoruz: İslam’ın "akil adamı", "aksiyoner fedaisi" gibi övgü sözleriyle yüceltilenler, bugün karşımıza "tecavüz sanığı" olarak çıkıyor. "Calvinist Müslüman" işadamlığına örnek gösterilenler,
NURETTİN Topçu, Türkiye düşünce tarihinin kendine özgü, ilgi çekici, cesur ve omurgalı bir aydınıydı. Ömrü boyunca yazdı ve yazdığı gibi yaşadı.
İslamcılarda yaygın olan dış dünyayı suçlama tavırlarına karşılık hep içe yönelik özeleştiriler yaptı. Milliyetçilik, İslamcılık ve muhafazakárlığa en sert eleştirileri yöneltti.
Anadolu Müslüman Sosyalizmi’ne inanmış bir entelektüeldi. İslamcıların "güler yüzlü Mehmet Ali Aybar"ıydı...
Felsefeciydi; Fransa’da okudu; Paris Sorbonne’da doktora yaptı.
Ahlak kuramcısıydı. Doktora tezi; "İsyan Ahlakı"ydı.
Nurettin Topçu’ya göre, İslam dünyasının içinde bulunduğu kötü durumun sebebi; ne siyasi ne iktisadi ne ilmi ne de fikriydi. Asıl sebep Kuran’ın özü olan ahlakın kaybedilmesiydi. Müslümanlar birtakım geleneksel hareketleri titizlikle yerine getirmekte, fakat düşünmekten kaçınmaktaydı.
"Kuran harikası olan ilahi ahlak, İslam diyarında çoktan gömülmüştür" diyen Topçu, bunun temel sebebini felsefenin İslam topraklarından kovulmasında buldu.
Ona göre, "Din bilgi kaynağı değil, kuvvet kaynağıydı. Dindar adam başkalarından çok şey bilen değil, daha çok kuvvetli olan insan" idi sadece.
Gelenekçi İslamcıların, "Kuran’ın varlığı káfidir; felsefe insanın inançlarına zarar verir; çünkü sorduğu sorularla insanı şüphe ve inkárın çukuruna düşürebilir" sözlerine ağır karşı çıktı:
"Felsefe olmazsa Büyük Kitabı hakkıyla anlayamazsınız, sadece ezberlersiniz. Kuran Allah’ın kitabı, felsefe ise bizim onu anlayacak olan şahsiyetimizin örgüsüdür."
Nurettin Topçu Osmanlı’da, İbn Rüşdcü Hocazade ile Gazalici Molla Zeyrek arasında yapılan tartışmayı; felsefenin tutarsızlığını iddia eden Gazalici Molla Zeyrek’in kazanmasını, Müslüman yozlaşmasının miladı gördü.
Ona göre, felsefesiz bir İslam’da; sorumluluk yerini vazifeye bıraktı; ruh dünyasının akil adamlarının yerini ise gözlerini kapayıp vazifelerini yapan görev adamları aldı.
"Toplumsal yaşamdaki gelenekler, örfler, ádetler, kurallar insan hürriyetinin önündeki en büyük engellerdir. Gelenekçi/muhafazakár; güvenliği özgürlüğe tercih etmiş, yaratıcı fikirlerden/hareketlerden vazgeçmiş bir cemiyet adamıdır. Bunlar asırlarca aynı alışkanlığı tekrarlamaktan huzur duyarlar. Örflerini değiştirmek, onların bir uzvunu kesmek gibidir."
Nurettin Topçu, isyan ahlakı teorisini açıklarken ideal tip olarak, "Ben Hakkım" dediği için işkenceyle öldürülen tasavvufun meşhur şehidi Hallacı Mansur’u örnek aldı.
İslam’ın geleneksel ve resmi yorumlarıyla sürekli hesaplaşan Topçu’ya göre, tasavvuf düşüncesinin temeli vahdet-i vücud, ahlaklığın en yüce mertebesiydi.
Bu anlayışı onu, "kentli" Gümüşhanevi Dergáhı’na götürdü. Dergáhın "rahle-i tedrisatından" geçti. Bu "sınav" onu Doğu-Batı kültürü sentezine ulaştırdı.
Burada bir parantez açayım:
Nakşibendilik, Türkiye’de bir bütün/tüm olarak ele alınmaktadır. Yanlıştır. Bu nedenle "kentli" sözcüğünü sosyolojik anlamda; Türkiye’deki Nakşibendiliğin, "köylü-Kürt Halidiye" kolu ile "kentli-Türk Gümüşhanevi ekolü" arasında farklar olduğunu göstermek için kullandım. (Ayrıntısı "Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı: EFENDİ 2" kitabında.) Bu nedenledir ki; "Kentli" Abdülaziz Bekkine, kadınların siyah çarşafı atıp manto giyebileceğini söyleyebilmiştir.
Anadolu sosyalizmi
Ahlak felsefesi Nurettin Topçu’yu aynı zamanda sosyalizmle buluşturdu.
Nurettin Topçu’nun yolu; bugün sağlıksız atölyelerde sigortasız, aç susuz, 18 saat köle gibi çalıştırılan binlerce başörtülü kızımızın mağduriyetini görmeyip, meseleyi hep üniversite-türban ikileminde tartışan günümüz İslamcılarıyla aynı değildi kuşkusuz.
Nurettin Topçu anti-kapitalistti.
Yeşil sermayeye de "bizdendir" diye övgüler sıralamadı.
"İnsanların bir kısmının diğer kısmına köle gibi yaşaması ruhi hürriyeti ortadan kaldırıcıdır. Bir zümreyi esir, öbürünü zalim yapan eşitsizlikten kurtulmak istiyoruz. Eşitlik ahlaki bir idealdir. Eşitlik merhamet davasıdır.
Bugünkü Müslümanlar büyük sanayi medeniyetinin insanı makineleştiren ve makineye esir yapan zulmüyle el ele vermiş bulunuyor. İnsanlığın beş bin yıllık ruh ve vicdan eserini inkár ederek düşünmeyi günah sayan, sefaleti din diye tanıtan gerilikle taassup, bu zulme sığınmış bulunmaktadır."
Sosyalizmin tek biçiminin Marksizm olmadığını vurgulayan Nurettin Topçu, "Ne İçin Sosyalizm?" sorusunu şöyle yanıtlıyordu:
"Yürekler acısı bir cemiyet düzeni karşısında duygusuz gönüllerde paslı vicdanların durup durup ’Ne İçin Sosyalizm’ dediklerini duyuyoruz. Her mahalleden bir milyoner çıktı ve bu zillet ilerledi. Şimdi her beldede binlerce sefalet barınırken, her köşe başında bir tanesi türeyerek kendi duygusuz ve arsız saadetleri ile övünen, Batı’nın binlerce lüksüne hayran vicdansız milyonerlerin arsızlığından nefreti insanlara öğretmek için!..
İş ahlakının ve çalışma duygusunun değerini kazanç hüneriyle mübadele ettik. Çalışmayı aşk ve ibadet sayan İslam ahlakı, kolaylıkla Amerikan pragmatizminin tilki zihniyetine feda edildi."
Topçu’ya göre sosyalizm; çiğnenmesi halinde Allah’ın da affedemeyeceğini bildirdiği kul hakkının müdafaasıydı. "Bizim sosyalizmimiz İslam’ın ta kendisidir" diyordu.
Cesurdu. İçinde bulunduğu milliyetçi-muhafazakár cemaatin/grubun anti-komünist olduğu soğuk savaş döneminde bir İslamcıdan beklenmeyecek kadar sosyalizm üzerine odaklandı.
Sosyalist kavramından duyulan tiksintiyi, iktisat ve sosyoloji cehaleti ile vicdan ve kalp terbiyesinin yokluğu olarak nitelendirdi.
"Amerika komünizme düşmandır; komünizm de Müslümanlığa düşman olduğu için Amerika’yı desteklemek her Müslüman üzerine vaciptir. Pek güzel mantık doğrusu. Aristo işitmiş olsaydı hayran olurdu!"
Nurettin Topçu’nun İslamcı basına da söyleyecek sözü vardı:
"Şimdi son yıllarda dini neşriyat serbest olunca ortaya öyle bozuk, öyle çürümüş bir maya çıktı ki. Bu neşriyatın cehalet, ticaret ve düşüklükten berbat bir eser verdiğini hiç çekinmeden söyleyeceğim. Bunlar yirminci asrın buhranlı hayatının, halli fikir ve felsefe meziyetlerine şiddetli muhtaç olan meselelerinin karşısına, ilkçağların insanlarını bile güldürecek bir iptidailikle çıktılar. Kimi küçük çocuklar için masal olacak meseleler bunların sermayesidir. Lakin esas meseleleri ticaret yapmaktır."
Yazımızı "çağdaş derviş" Nurettin Topçu’nun bir yazısıyla bitirelim:
"Bunlar cam arkasından sakal öperek hırka takdis etmede dindarlık var sandılar. İnsanın nefesinden şifa umdular. Medeni nikáhı eksik bulup imam nikáhında keramet aradılar. Tespih sayısında hikmet buldular. Günahları rakamlarla ölçtüler. Duaları sesli yaptılar. Merasimle ruhlarını tatmin ettiler. Böylelikle eşyanın hayatına sayıları tatbik etmekle muazzam bir dini matematik sistemi meydana çıktı. Bu matematiğe sadakat imamın şartı oldu. Dinden bütün ruh sıyrılarak kendisiyle hiç alakası kalmayan bir iskelete iman adı verildi."
Bugün içinde yaşadığımız ahlaki yozlaşmayı bu sözlerden başka ne anlatabilir?..
Doçentlik tezi Bergson’du
BABA tarafı Erzurumluydu. Dedesi Osman Efendi, Erzurum’un Ruslar tarafından işgali sırasında Türk ordusunda topçuluk etmiş; "Topçuzade" lakabını almıştı.
Babası Topçuzade Ahmet Efendi tahıl alım satımı yapıyordu. Sonra canlı hayvan ticaretiyle işini büyütüp İstanbul’a yerleşti.
İlk evleri Süleymaniye’de bir ahşap binaydı.
Annesi, Eğinli Kasap Hasan Ağa’nın kızı Fatma Hanım, Nurettin Topçu’yu bu evde 7 Kasım 1909’da doğurdu.
Harp yılları Ahmet Efendi’nin işleri bozuldu. Çemberlitaş’ta, bir ahşap eve taşındılar. Ahmet Efendi kasap dükkánı işletmeye başladı.
Nurettin Topçu, altı yaşında Bezmiálem Valide Sultan Mektebi’nin ana kısmına yazdırıldı. Sonra Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi’ne (şimdiki İstanbul Lisesi civarında) verildi. Mektebi birincilikle bitirdi.
Aynı başarıyı Vefa Lisesi’nde de gösterdi. Sınıfları hep birincilikle bitirdi.
Bu arada babasını kaybetti.
Baba kaybı onu biraz daha içe dönük biri yaptı.
Felsefeye ve bir sandık içinde kitap, gazete toplamaya o yıllarda eğilim gösterdi.
Mustafa Kemal’in Milli Eğitim Bakanlığı’na verdiği direktifle başarılı öğrencilerin yurtdışına gönderilme uygulamasından yararlandı, 1928’de Fransa’ya gitti. Bordeux Lisesi’ne nakledildi. İlk yazı denemelerini burada kaleme aldı ve üye olduğu Sosyoloji Cemiyeti’ne gönderdi.
İki yıllık eğitim sonucunda psikoloji sertifikası alıp Strasbourg’a geçti. Üniversitede felsefe eğitimi gördü. Sanat tarihi lisansı yaptı.
Bu arada tasavvuf tarihçisi Luis Massignon ile tanıştı.
Strasbourg’da doktorasını hazırlayan Topçu, Paris Sorbonne’a gitti; doktorasını verdi. Bu üniversitede felsefe doktorası veren ilk Türk öğrencisi oldu.
1934’te yurda döndü. Galatasaray Lisesi’nde felsefe öğretmeni olarak görev aldı.
TBMM’nin Birinci Dönem muhalif milletvekillerinden Hüseyin Avni Ulaş, ailenin baba dostuydu. Çemberlitaş’taki eve sık sık gelip gidiyordu. Topçu küçük yaştan beri bu zatın tesiri altında kalmıştı.
Yurda döndükten sonra Hüseyin Avni Ulaş’ın kızı Fethiye Hanım’la evlendi.
Düğün gününün akşamı İzmir Atatürk Lisesi’ne tayin emri geldi.
Ve Hareket Dergisi’ni İzmir’de bulunduğu yıllarda yayımlamaya başladı.
Müslüman Anadolu Sosyalizmi’ni savunuyordu.
Nurettin Topçu’nun ideolojik kökü Osmanlı’da da yok değildi:
Nüzhet Sabit, II. Meşrutiyet’ten sonra çıkardığı "Vazife Dergisi" yurtseverlikle sosyalizmi birleştirmişti.
Raşit Hatipoğlu ise 1930’larda çıkardığı "Dönüm Dergisi"nde kooperatifçilik ve yerli sosyalizmi savundu.
"Çalgıcılar yine toplandı" isimli yazıdan dolayı açılan soruşturma üzerine Denizli’ye sürgün edildi. Denizli’de bulunduğu yıllarda Said-i Nursi ile tanıştı; o sırada yapılan mahkemelerini takip etti.
Daha sonra Haydarpaşa Lisesi’ne tayin edildi ve bir müddet sonra da Vefa Lisesi’ne geçti.
Bu arada eşinden ayrıldı.
Çocukluk arkadaşı Sırrı Tüzeer vasıtasıyla, Nakşibendi Gümüşhanevi Dergáhı’nın şeyhleri Serezli Hasip Yardımcı ve Kazanlı Abdülaziz Bekkine ile tanıştı. Tekkeye bağlandı.
Celal Ökten Hoca’dan da İslámi ilimler, kelam ve İslam felsefesi konularında faydalandı. Daha sonra imam-hatip okullarının kuruluşu sırasında Celal Ökten ile mesai arkadaşlığı yaptı.
Son olarak İstanbul Lisesi’ne tayin olan Nurettin Topçu buradaki görevinden 1974 yılında emekli oldu.
Bir süre Edebiyat Fakültesi’nde Hilmi Ziya Ülken’in kürsüsünde eylemsiz-doçentlik yaptı. "Bergson" konusunda doçentlik tezi hazırladı. Fakat kendisine kadro verilmedi.
27 Mayıs 1960’a kadar uzun yıllar Robert Kolej’de felsefe ve sosyoloji okuttu. 27 Mayıs’tan sonra devrim aleyhtarı bulunarak buradaki görevine son verildi.
Fikri faaliyetlerini; Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler Cemiyeti, Milliyetçiler Derneği ve Türkiye Milliyetçiler Derneği’nde sürdürdü. Ancak sosyalist olduğu gerekçesiyle sürekli ağır tehditlere maruz kalması sonucu bu derneklerle ilişkisini kesti. 1967’de Ezel Elverdi, Mehmet Doğan, Davut Özer gibi arkadaşlarıyla Milliyetçi Toplumcu Anadolucular Derneği’ni kurdu.
30’u aşkın kitap ve broşür yazdı. 1939’dan 1975 yılına kadar sayısız makaleye imza attı.
1975’in Nisan ayında hastalandı. Hastalığının teşhisinde güçlük çekildi. Pankreas kanserine yakalandığı ameliyatta belli oldu.
10 Temmuz 1975’te vefat etti. Fatih Camii’nde kılınan namazdan sonra Topkapı’da Kozlu Mezarlığı’na defnedildi.
Nurettin Topçu inanmış bir adamdı. Sosyalistti. İyi bir Müslüman’dı.
Onun gibi kişilik abidesi idealistleri bugün mumla arıyoruz.
Soner Yalçın