Biz artık o ulus değiliz... - Ahmet Altan
26 Aralık 2007 18:21 / 1655 kez okundu!
Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda biz koca bir imparatorluğu kaybettik. Elimizde, Urfa, Antep civarında Fransızların, İstanbul’da İngilizlerin, Ege bölgesinde de Yunanlıların bulunduğu bir Anadolu kaldı. İstiklal Savaşı’nda bu güçleri p
Bugünkü durumla kıyaslayarak anlatırsak sanırım durum daha berrak anlaşılır.
Bir savaşta bütün Türkiye’yi kaybettikten sonra Marmara Bölgesi’nin bazı kısımlarında bulunan düşmanı püskürterek Marmara’yı kurtardığımızı düşünün.
Marmara’yı kurtarmak hiçbir şeyi kurtarmamaktan daha iyidir elbette.
Ama bu, bütün Türkiye’yi kaybettiğiniz gerçeğini değiştirmez.
Koskoca Osmanlı’yı kaybedip Anadolu’yu kurtarmak da, Türkiye’yi, kaybedip Marmara’yı kurtarmak gibiydi.
Mustafa Kemal yönetimi, halkın moralini ayakta tutabilmek için iki şeyi birden yapmak zorundaydı.
Birincisi, kaybettiklerimizi unutturup, kazandıklarımızı abartmak…
İkincisi, bizi yenip neredeyse bütün topraklarımızı alan “düşmanları” aslında bizim yendiğimize ve herkesin bize “düşman” olduğu bir dönemde bu “başarıyı” elde ettiğimize insanları inandırmak.
Bunu yaptılar.
Ama bu o kadar kolay yapılabilecek bir şey değildi.
Halkın bütün hafızasını boşaltıp o hafızayı yeniden oluşturmak gerekiyordu.
Bunun için de “eğitimi” kullandılar.
Tarih kitapları, bu amaca uygun biçimde yazıldı.
Kahramanlığımız, cesaretimiz, zaferimiz vurgulandı, “düşmanlar”ın kötülüğünün altı fazla abartılı çizildi.
Neticede, yeryüzünün “en kahraman ırkı” olduğuna inanan ve neredeyse bütün dünyayı, özellikle de Rumlarla Ermenileri kendisine düşman gören kuşaklar yetiştirildi.
Bu, öylesine koyu ve kaba bir şekilde yapıldı, çocukların beyni öylesine yıkandı ki, bu ülkenin “hukukçu” bir cumhurbaşkanı, “gayrimüslim vatandaşlarımıza” açıkça “yabancı” diyen yasalar imzaladı.
Yıllar boyu süren bu “propagandist” tarih eğitimi sonucunda Türk ve Müslüman olmayan herkesi düşman sanan insan kalabalıkları türedi ülkede.
Şimdi bunlar rahatça kışkırtılabiliyorlar ve gidip gidip “yabancıları” öldürüyorlar.
Cumhuriyetin ilk yıllarında böyle bir eğitim belki anlaşılabilir bir şeydi.
Yenilginin kalıntıları temizlenmeye çalışılıyor, güvenini kaybeden bir topluma güven verilmeye uğraşılıyordu.
Ama artık çok zaman geçti.
Dünya değişti, biz değiştik.
Arada bir dünya savaşı daha yaşandı.
O savaşta dövüşenler bile birbiriyle barıştı, birbirlerinden kuşkulanmaktan vazgeçti, sınırlarını birbirine açtı.
Biz hâlâ ilk savaşın etkisi altındayız.
Hala bütün dünyaya, hatta kendi vatandaşlarımıza şüpheyle bakıyoruz.
Bu, bizi “hastalıklı” bir toplum yapıyor.
Herkesin bize düşman olduğuna inanmak, hep yenilmekten, hep parçalanmaktan, hep toprak kaybetmekten korkmak, rahatça çözebileceğimiz sorunlar karşısında bile bize soğukkanlılığımızı kaybettiriyor, sağlıklı kararlar vermemizi zorlaştırıyor.
Gençlerimizin dengesini bozuyor.
Mahalleler dolusu “katil adaylarımız” oluyor.
“Yabancılara” rahatça saldırıyorlar.
Bunu değiştirmenin zamanı geldi sanırım.
Tarihi, propaganda amacıyla kullanmak yerine, gerçekleri anlamamıza yardım eden bir bilime dönüştürmeliyiz yeniden.
Çocukları bu korkunç “beyin yıkama” ve “düşmanlaştırma” seanslarından kurtarmalıyız.
Düşünsenize, bugünkü eğitimden geçmiş olan “hukukçular” bile devleti adaletten daha önemli zannediyorlar.
En parlak kadrolarımızın çoğunluğu ya başka bir ülkede ya da “yabancı dilde eğitim yapan” bir okulda okumuş oluyorlar.
Tabulardan kurtulabilmek, daha esnek ve yaratıcı olabilmek, daha derinliğine düşünebilmek için mutlaka “yabancıların” bir yerinden değdiği eğitimlerden geçmemiz gerekiyor.
Sadece bu gerçek bile, durumu bir daha değerlendirmemiz için yeterli değil mi?
Ben, son zamanlarda pıtrak gibi çoğalan “katil genç” tipini yeniden normale çevirebilmenin en önemli yollarından birinin eğitimdeki tuhaflığı düzeltmek olduğuna inanıyorum doğrusu.
Bugünkü tarih eğitimi “katil ve manyak” yetiştirmeye çok müsait çünkü.
Bütün dünyanın “kendisine düşman olduğuna” inanan birinden sağlıklı bir insan çıkartamazsınız öyle kolayca.
Savaş şartlarında düzenlenmiş bir eğitimle yoluna devam eden bir ulus kendini hep savaşta zanneder.
Birinin, bu çocuklara “savaş bitti” demesi gerekiyor.
Yoksa, savaşın bittiğini bilmediği için ormanlarda saklanmayı sürdüren Japon askerleri gibi olacağız.
Ormandan çıktığımızda da gördüğümüz ilk “yabancıyı” öldüreceğiz.
Ahmet Altan
Taraf Gazetesi, 22 Aralık Cumartesi