Ege'den inciler - Murat Utkucu
16 Ocak 2008 04:49 / 2096 kez okundu!
Ege insanının iyi niyetine şüphe yok. Ege insanı barışa temayüllüdür de. Lakin "ötekini" anlamak konusunda aklıselimin merkezine ne kadar yaklaşıyorlar?Bu konuda Radikal 2'de yayınlanmış ve yöremizi yakından ilgilendiren bir yazıyı izleyicilerimize aktarı
Son günlerde Ege kasabalarına yolu düşenleri, ilçe girişlerinde dev afişler karşılıyor. Daha çok belediye başkanlarının sözlerini içeren billboard'lara asılı afişler bunlar... Ülkenin "birlik ve beraberliğine yönelen tehdide" kendilerince çözüm üreten bu afişlerin ortak özelliği ise kimlik bunalımının şiddetine tanıklık etmeleri.
Tire'nin ana caddelerinden birindeki ışıklı billboard'da şöyle bir afiş asılı...
Tire'nin AKP'li Belediye Başkanı ülkedeki siyasal krize aslında pek de orijinal olmayan bir çözüm önerisinde bulunuyor. Herkese Türk olmayı öneriyor. Ancak kendini Türk hissetmeyenlerin hangi kategoriye alınacağı hakkında hüküm vermiyor. Tireli Başkan, belli ki Genelkurmay'ın Nisan Bildirisi'ndeki uyarısını destekliyor.
Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Atatürk'ün, "Ne mutlu Türküm diyene!" anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.
Anlaşıldığı üzere kendini Türk hissetmeyene mutluluk haram olmakla kalmıyor bu topraklarda huzur içinde yaşaması da mümkün görünmüyor. Burada ilelebet devlet düşmanı muamelesi görmekten söz ediyoruz. İyi ama hem Türk olmadığını düşünen hem düşmanca duygular beslemeyenlerin kaderi ne olacak? Kaçınılmaz olarak hain damgası yemek mi?
"Hepimiz Türküz" sloganının kökeni Hrant Dink'in görkemli cenaze törenine uzanıyor. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, Ermenilere yönelik şiddet politikasını empati yaparak protesto ediyorlardı: Onu vuran beni de vursun... Aslında mesajın açık anlamı buydu.
Bu slogan, kısa sürede hedef haline geldi. Önce eşcinsellerin kimliği üzerinden aşağılamanın nesnesi haline getirildi. İnternette dolaşan dosyada şöyle deniyordu: "Hepimiz travestiyiz". Ancak slogan öylesine insani bir duygudaşlık taşıyordu ki etkisini ezmek için MHP'nin önayak olduğu "Hepimiz Türküz, hepimiz Mehmetiz" sloganı şehir duvarlarını süslemeye başladı. Orijinal slogan, empati üzerine kurulmuştu taklit ise saf bir narsisizmi temsil ediyordu: "Hepimiz biziz" "Mehmet" olanlar, "Mehmet" olduklarını bir kez daha haykırarak aslında kimlikleri hususunda kuşkuda olduklarını itiraf etmiş oluyorlardı. Sanki birilerini Türklükleri hususunda ikna etmeye çalışıyorlardı.
Kasım ayında gerçekleşen ve çok sayıda askerin ölümüyle sonuçlanan ayrılıkçı şiddetin ülkede yarattığı infial, bir yandan sokak barışını tehdit ederken öte yandan kimlik tespitine ilişkin dayatmayı yeniden gündeme getirdi. Ülkede yaşayan herkesin Türk olmak zorunda olduğu, farklı düşünenlere sınır kapılarının gösterildiği bir dayatma... Herhalde PKK'nın da istediği buydu. Milliyetçi siyaset, kimlik baskısı üzerinde yükselebilir çünkü.
Çeşme
Bu siyaset, kasabaların belediye başkanları eliyle duvarlarda can bulmaya devam ediyor. Çeşme Belediye Başkanı ise, yüksek sosyetenin bu tatil merkezinde, billboard'larda, başka bir noktanın altını çizmeye çalışıyor sanki.
Faik Tütüncüoğlu aslında doğru söylüyor: Türkler ve Kürtler; dilleri, tarihi kökleri, gelenekleri farklı olsa da bin yıldır aynı coğrafyada ortak bir tarihi yaşıyorlar. Osmanlı'dan çıkan son ulus-devlet, Türk milli kimliği üzerine kendini inşa etmiş olsa bile bu devletin hükümranlığında yaşayan iki halkın doku ortaklığı olduğunu söylemek abartı olmasa gerek. Bu sadece kültürün değil, belki ondan da önemlisi iktisadi hayatın, mülkiyet ve üretim ilişkilerinin biçimlendirdiği bir hakikat.
Söz konusu hakikatin siyasi tanımı bugüne kadar nasıl yapıldı? 80 yıldır, siyasi tanım 1925 Şark Islahat Planı'nda ifade edilen "kimlik" kazandırma stratejisi üzerine kuruluydu. (Bkz. Baskın Oran, Tekrar Merhaba 1938, Radikal İki) Bugün ise farklı etnisitelerin, -kendisi de etnik bir yapı olan- Türk kimliği dışında tanımlanabileceği konuşuluyor. Aslında "tekleştirme" siyaseti, her şeyden önce anadili Türkçe olan Türk kökenlilerin kabul edebileceği bir durum değil. Her ne kadar, meydanlarda Türk olmanın bizatihi mutluluk sebebi olduğunu haykıranlar, bu topraklarda yaşayan herkesin Türk olduğunu iddia etseler de bu iddialarına kendilerinin de inanmadığını düşünmek gerekiyor. Kürtlerin ise Türkleşmesi için tek bir yol görünüyor: Sosyal amnezi. Anadillerini ve mitolojilerini "ilelebet" unutmak.
Etnik kimliklerin Türk ulus-devlet yapısı içinde tanınmasını sağlayacak düzenleme, "1925 Şark Islahat Planı"nın tasfiyesine yol açarken geniş millet teorisini yükseltecektir. Bu yeni ulus-devlet ideolojisi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yumuşak karnını güçlendirebilir, gelecek projeksiyonunu parlak kılabilir. Aksi, kör dövüşün devamı anlamına gelecektir. Sorunun bu geniş millet teorisi ile çözülmesi zaman alacak gibi görünüyor. Alaşehir Belediyesi İmar Müdürlüğü'nün kapısına asılmış bir pankart, sürenin uzunluğu hususunda fikir veriyor. Bu iki cümlelik afiş, ülkenin 80 yıllık siyasi kördüğümünü İskender maharetiyle çözerken mutluluğun sırrını da iletmiş oluyor. "Mutlu olmak varken bu dünyada başka kimlik senin neyine..."
Ama mutlu olmak için sadece kendi kimliğinizi değil dilinizi de unutmanız gerekiyor. Bunun imkansızlığını herhalde reçete yazanlar bilmiyor. Bilmedikleri için, mesela Çeşme'deki afişte geçen "Hepimiz milletiz" ifadesi bu kişiler tarafından "Hepimiz Türküz" şeklinde düzeltiliyor. Bu düzeltmeyi yapan Türk'e aşağıdaki fotoğrafta yer alan Türk ifadesinin kapsamını sormak gerekiyor.
Bu aracın arkasına asılmış pankartın Kore Savaşı'na istinaden oraya iliştirildiğini düşünmek saflık olacaktır. Yazıda geçen Türk kelimesi herhalde "Dolaylı Türkleri" değil doğrudan anadili Türkçe olan Türk kökenli yurttaşları kapsıyor. "Türk'e kefen giydiren", "itler" ise sadece "dış mihrakları" ve PKK'yı değil "milli" değerlere muhalefet eden herkese düşmanlığı ifade ediyor. Bu "savaşçı" metnin yazarı Türklüğü bir hissetme sorunundan öte etnik kimlikle ilişkilendiriyor aslında. Çünkü milliyetçi ideoloji varlık sebebini milliyette, milliyet ise ırkta bulur. Türk olmakla duyulan övüncün sebebi ise asil kandır. Ve asil kan, kültür, dil, tarih ve daha çok da ırkın bileşkesidir.
Bu fotoğrafın Ege'de bir ilköğretim okulunun duvarında asılı olduğu, söz konusu ifadenin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından onaylandığını hatırlatmak gerekiyor. Asil kan ifadesi, 30'lu yılların Alman ve İtalyan faşist ideolojilerinin bir armağanı. Her milli ideoloji bir şekilde bu sloganı kullanmış olsa da bugün kan ve üstün ırk paradigmalarını kullanmaya kimse cesaret edemiyor. Anlaşılan, cesur bir milli eğitimimiz var.
Sözün özü, Ege kasabaları, doğusunu anlamaya çalışıyor. Ege insanının iyi niyetine şüphe yok. Memleketime iltimas geçerek diyebilirim ki Ege insanı barışa temayüllüdür de. Lakin ötekini anlamak konusunda aklıselimin merkezine ne kadar yaklaşıyorlar? Mesele biraz da bu ve ben fena halde kötümserim. Daha doğuya gidip Konfüçyüs'ün basit ama pragmatik ahlak felsefesine bir göz atalım ve yazımıza noktayı koyalım.
"Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma."
Ve bir de dipnot: Bu söz, Garptan Şarka Şimalden Cenuba tüm yönleri kapsıyor. Kimsenin anasını ağlatma hakkının olmadığını da içeriyor