Gezi Hareketi genişlemek, genişlemek için de radikalleşmek zorundadır - Demir Küçükaydın
13 Temmuz 2013 21:55 / 1476 kez okundu!
Nasıl “yanlış bir hayat doğru yaşanmaz” (Adorno) ise, stratejik hatalar da taktik başarılarla telafi edilemez.
Forumlarda, İnternette ve Sosyal Medya’da Gezi Hareketi katılımcılarının hareketin genişleme; henüz bu harekete uzak duran hatta karşı duran yeni katmanlara ulaşma ve onları kazanma gerekliliğinin sık sık dile getirildiğini görüyoruz.
Genellikle birebir ilişkileri temel alan iki yol öneriliyor.
Birincisi: Daha mahalli (örneğin mahalle meclisleri kurmak) veya daha özel konularda yoğunlaşmak (Örneğin hukuk; beyaz yakalılar veya daha çok özel konularda atölyeler, gruplar kurmak)
İkincisi: başka yerlere ve insanlara gitmek derdi oralarda onlara anlatmak (bunu bireyler olarak veya topla olarak yapmak).
Hareketin toplumun yeni kesimlerine yayılması ve onları kazanması gereği elbet son derece doğru bir tespittir ve hayati önemdedir. Ayrıca elbet önerilenler de yapılmalıdır. Ama bunlar zaten hareketin her zaman ve durumda yapması gerekenlerdir.
Ama bütün bunlar, (felsefi bir dille konuşursak) “yanlış bir hayatı doğru yaşama” çabaları olmaktan; (askerlik ya da politika sanatının diliyle konuşursak) stratejik bir sorunu taktik bir sorunmuş gibi tartışmaktan farklı değildirler.
*
Strateji: hangi güçlere karşı hangi güçlerle hareket edileceği sorunudur. Güçlerin yer alışı sorunudur. Mücadelenin statik; uzun teorik hazırlık ve uzun vadeli bakış gerektiren yanıdır.
Taktik: O güçlerin ilerleme mi ricat mı yapması gerektiği sorunudur. Bunlarda hangi mücadele ve örgüt biçimleri kullanılacağı sorunudur. Mücadelenin dinamik, esas yaratıcılık ve esneklik gerektiren yanıdır.
Şu ana kadar, Gezi Hareketinin taktikte, mücadele ve örgüt biçimlerinde olağanüstü yaratıcı ve başarılı olduğu görülmüştür. Ancak Strateji bahsinde aynı durumda olduğu söylenemez. Hareketin en büyük zaafı budur.
*
Gezi Hareketi şu ana kadar esas olarak, “seküler hayat tarzı” yaşayanları ve Alevileri kapsamaktadır. Elbette harekete şu ana kadar rengini veren Seküler yaşamı savunun klasik örneğin bay örtüsünü yasaklamaktan yana olan veya bunun karşısında ses çıkarmayan klasik çizgi ve Alevilik değildir ve hareket bunlarla arasına çizgi çekmeye özel bir özen ve çaba göstermektedir. Ancak bu çabalar henüz sembollerle ifade edilmektedir; programatik bir ifadesini bulamamış; bayraklara yazılamamıştır.
Hareketi destekleyen çok geniş bir kesim bu çabalar karşısında tarafsız veya hayırhah bir tavır içinde bulunmaktadır. Ama bu ayrım çizgilerini bir program ve parola olarak bayrağına yazmış da değildir.
Hareketin sembollere dayanan bu mesajı, şimdiye kadar, Erdoğan’ın istediği kamplaşmayı ve bölünmeyi yapabilmesini; onları seferber edebilmesini engelleyebildi.
Ama henüz çok ince bir katmandan ibaret bu modern ücretliler tabakasının demokratik özlemleri programatik ve stratejik bir ifadeye kavuşmadığı; hareketin bayrağı olamadığı için de aynı zamanda onları yanına çekemedi ve seferber edemedi. Bu durum uzun süre böyle gidimiz. Hareket içindeki ulusalcılar; Diğer tarafta Erdoğan, birbirlerine destek verecek eski bölünmeyi egemen kılmak için çabalarını durdurmuş değildir. Ve yorgunluk veya gerileme ortala çıktığında onların kaybettikleri mevzileri tekrar ele geçirmeleri başlayabilir.
*
Özellikle iki kesim bu harekete uzak durmaktadır: Kürtler ve Politik İslam’a oy vermiş geniş İşçi ve yoksul kesimler.
Hareketin bu iki kesime ulaşması ve onları kazanması hayat memat meselesidir.
Hareket bunu sezmekte ama çözümü yukarıda değinilen taktik ve örgüt biçimleriyle çözebileceği yanılgısını yaşamaktadır. Bunlar elbette çocukluk hastalıklarıdır ve doğuşu bir buçuk ayı bile bulmamış bir hareketin böyle çocuksu hayaller kurması son derece doğaldır da. Ama artık zaman daralıyor. Buhranın olgunlaşma hızı, hareketin olgunlaşmasını beklemeyebilir.
Kürtleri ve AKP’ye oy vermiş geniş emekçi kesimleri kazanmak, bir strateji sorunudur; yani program sorunudur.
Program ile strateji, yani hedefler ile dayanılacak güçler arasında kopmaz bir bağ vardır. Programda radikalleşmeden, dayandığı güçleri genişletemez bu hareket.
*
Radikalleşme sözcüğü alerji yaratabilir. Çünkü günlük kullanımda radikal denince kavga çıkarmaya hazır küçük gruplar gibi bir imaj vardır. Radikalleşmenin bu yüzeysel anlayışına bağlı olarak, radikalleşmenin genişlemek bir yana daralma ortaya çıkaracağı sanılır.
Biz gerçek anlamıyla radikalleşmeden; içeriksel bir radikalleşmeden söz ediyoruz. Maalesef politik manzarada olmayan tam da budur. Bu nedenle gerçek radikalleşmenin ne olduğu pek bilinmemektedir. Gerçek radikaller, taktikler ve mücadele biçimlerinde son derece esnek, toparlayıcı ve kapsayıcıdır. Ama hedeflerde radikaldir.
Biçimsel radikalleşmeye iki örnek verelim.
Örneğin boynunuza Zülfikar, alnınıza ölmeye hazır olduğunuza dair bir bant taktınız; devrimci türküler söylüyor ya da dinliyorsunuz. Cem evleri tanınsın; Diyanet’e Aleviler de temsil edilsin, Madımak müze olsun vs. diye yürüyüşler tertip ediyorsunuz. (Örneğin geçenlerde Kadıköy’de yapılan Miting böyle bir imge ortaya çıkarıyordu).
İlk bakışta her şey çok radikal gibidir. Ama aslında bütün bunların gerçek bir radikalleşme ile ilgisi yoktur. Bunlar biçimsel ve sözde radikalliklerdir. Bu radikallik hem içeriğiyle hem biçimiyle daralma yaratır.
Örneğin böyle mesajları olan bir mitinge Aleviler dışında başka bir kesimin ilgi göstermesi için hiçbir neden bulunmaz. Madımak’ın müze olması veya Diyanet’in Cem evlerini tanıması veya din derslerine Alevilik hakkında bilgiler de koyulması vs. Alevi olmayanları harekete geçirmez. Onlar bu taleplerde kendi özlemlerinin ve sorunlarının bir karşılığını bulamazlar. Yani bu taleplerin tabanı sadece Alevilerle sınırlı olur.
Gerçek radikalleşme, Diyanet kaldırılsın; azınlıkların dinsel olarak tanımlanmasına son verilsin ((Rumluk ve Ermenilik (“Azınlıklar”) din üzerinden tanımlanmıştır. Türkiye’nin laik olmadığının tipik bir örneğidir.); din dersleri kaldırılsın veya eğer çok gerekiyorsa, tüm dinlerden ve dinsizlerden eşit sayıda temsilciden oluşan bir heyet tarafından yazılsın dediğinizde, gerçekten radikal olursunuz. Bu talepler pek ala, Hıristiyanların, ateistlerin hatta inanç olarak Müslümanların da savunacağı taleplerdir. Bu radikal içerik daha geniş kesimleri kazanmakla kalmaz, biçimde de itici görünümlerden kurtulur.
Çünkü böyle talepleri yükselttiğiniz zaman, zaten sizin Aleviliği vurgulayan, adanmışlığı vurgulayan sembollere ihtiyacınız olmaz. Aksine, bunlardan uzak durursunuz, demokratlığınızı vurgulayan, her hangi bir dine veya dile vurguyu içermeyen giyinişiniz, sembolleriniz, diliniz olur. O dilde bir Sünni, bir Hıristiyan, bir Ateist de kendisine yer bulabilir.
Yani gerçek radikalleşme çok daha geniş kesimlerin taşıyabileceği bir bayrak sunar çok daha geniş kesimlerin savunabileceği bir program sunar. Böyle olduğu için de, bütün bu geniş kesimleri kapsayacak son derece esnek, itici olmayan mücadele biçimleri ve ilişkiler geliştirir.
*
Bir başka örneği Kürt hareketinden verelim.
Diyelim ki, Kürdistan, PKK veya Apo bayrağı ile mitingler yapıyorsunuz veya Gezi Hareketine öyle geliyorsunuz. Kürtlere statü istiyorsunuz.
Aşağı yukarı söylemi bir yana Kürt hareketinin yarattığı imge budur. Böyle bir program Kürt olmayanları kazanamaz. Sadece Kürtleri toplayabilir. Ama böyle bir program ve strateji, bu kadar az güçle çok büyük bir güçleri yenemeyeceğinden, ister istemez, mücadele ve örgüt biçimlerinde bir radikalleşme göstererek karşı tarafı bir takım şeylere zorlama eğilimi gösterebilir.
Bir de Kürt hareketinin içerikçe radikalleştiğini düşünelim. Kürtlere özerklik veya statü istemiyor da Türklüğün statüsünün ortadan kaldırılmasını istiyor. Özeklik değil, bir köyün bile isterse ayrılabileceği, tamamıyla gönüllülüğe dayanın bir birliğini savunuyor. Yani daha somut olarak konuşursak, Türkçenin resmi dil olması yerine, herkesin ana dilinde eğitim alması hakkını savunuyor. Okullarda Türklerin Türk tarihi, Kürtlerin Kürt Tarihi okuması yerine (“Statü” budur) bütün dillerden ve “ulus”lardan seçilmiş eşit sayıdaki temsilcinin yazacağı aynı tarih kitabını herkesin ana dilinde okumasını öneriyor.
Bir milliyetçi açısından bu bir gerileme gibidir. Ama bir demokrat için bu radikalleşmedir.
Bu talepler hem çok daha radikaldir; hem de çok daha geniş kesimleri kazanır ve mücadeleye sevk edebilir. Bir kere, sadece Kürtler değil, Türklerin yüzde doksanı da, bütün diğer uluslar da bu hedefler için mücadele eder. Böylece çok geniş kesimler bir araya geldiğinden, bu hareketin gücüden gelen bir esnekliği olur; güçsüzlüğünü mücadele biçimlerindeki keskinlikle dengeleme gereği görmez. Öyle bir hareketin bayrağı, Öcalan veya Kürt bayrakları değil; bunların veya Türklüğün de kişisel bir tercih olarak kendini ifade edebildiği bir nötral bayrak olabilir örneğin.
*
Aynı örneği bir de Gezi Hareketi açısından verelim.
Gezi hareketi öyle değil ama varsayalım ki öyle oldu. Türk bayrağı veya Atatürk sembolleri ona egemen olduğunda çok radikal gibi görünür. Ama aslında bunun radikallikle ilgisi yoktur. Bu sadece ulusalcıları, haydi haydi CHP’lileri kapsayabilir.
Ayrıca bu sözde radikallik, mücadele biçimlerinde bir radikallikle atbaşı da gider. Örneğin sürekli çatışma çıkararak iktidarı haksız ve zor durumda bırakarak puan toplamayı hedefler.
Ama bu mücadele biçimleri de ek olarak bir sürü insanın uzak durmasına da yol açar.
Ama bir de hareketin gerçekten radikalleştiğini, yukarıda Aleviler ve Kürtler için yazdığımız radikalleşme hedeflerini kendi bayrağına yazdığını düşünelim. Hem tabanı genişler, hem de daha esnek ve kapsayıcı mücadele biçimleri ve sembolleri olur. Örneğin o harekette artık, Türk bayrakları ve Atatürkler değil; Kürt bayrağının ve Apo'nun; Türk bayrağının ve Atatürk’ün de içinde bir köşede sembol olarak yer aldığı beyaz bayrakları olur. Kürt bayrağı Türk’ü, Türk Bayrağı Kürdü iter ama Beyaz bir bayrak ve onun bir köşesinde Türklüğü veya Kürtlüğü temsil eden semboller ikisini de demokrasi ortak paydasında birleştirir.
Yani Beyaz bayrak, ilk bakışta çok yumuşak bir sembol gibi görünür ama özünde Türklükle tanımlanmış bir Cumhuriyet yerine Demokrasiyle tanımlanmış bir cumhuriyeti, Türklük veya Kürtlükle tanımlamaya karşı tanımlanmış bir cumhuriyeti sembolize eder. Radikalliği ölçüsünde de geniş kesimleri kapsayıcıdır.
*
İşte hareketin ihtiyacı olan tam da böyle bir radikalleşmedir. Hareket bu radikalleşmeyi sağladığı takdirde, en geniş kesimlere ulaşabilir ve onları kazanabilir. Ancak böyle bir stratejinin bileşeni olduğunda, mahallelere yayılma veya diğer çalışma grupları veya ikna ve ilişki seferleri bir anlam taşıyabilir. Bu olmadan bütün o çabalar yenilgi ve yılgınlık yaratır.
Evet, Gezi Hareketi hızla genişlemek; genişlemek için de özden radikalleşmek zorundadır.
Ama Gezi Hareketinin bütün bunları yapacağı bir haberleşme ve tartıma platformu ve organı yok.
Bu sorun stratejik ve programatik bir sorundur. Bu nedenle tüm Türkiye çapında Gezi Hareketinin tümü tarafından tartışılması gerekir. Parklarda yapılacak birbirinden kopuk tartışmalarla bu başarılamaz. Onlar bunun aracı olamaz. Ama onlar bunu tamamlayabilir, destekleyebilirler.
Hareketin program ve strateji tartışmasına acil olarak ihtiyacı vardır.
Bunu başarmak için de, bu tartışmayı yapacağı, her bir katılımcısının tüm Türkiye’deki tüm katılımcılara mesajını iletebileceği, on binlerce kişinin yatay ilişkileriyle bir ağ oluşturabileceği bir dijital “köy meydanı” veya “agora” veya “forum” veya “cem” veya “cami”ye veya “meclis”, veya “şura” (Sovyet) veya “komün”e (“Gemeinde”, topluluk) (Bunların hepsi aynı şeyin farklı biçimleri veya adlarıdır) ihtiyacı var.
Mahalli tartışmalar bunların destekleyicisi ve tamamlayıcısı olur. O zaman onlar da gerçek verimli tartışmalara döner ve azalma ve dağılma eğiliminden kurtulabilirler.
Bütün programcıları, bilişimcileri bu sorunu gündeme almaya, bunun teknik olarak nasıl çözülebileceğini tartışıp bir an önce bunun alt yapısını hazırlayarak hareketin emrine vermeye çağırıyoruz.
Günün en acil sorunu sırasıyla:
1) Genişlemektir.
2) Genişlemek için radikalleşmektir
3) Radikalleşmek için bir program ve strateji tartışması açmaktır.
4) Program ve strateji tartışması açmak için de bunun yapılabileceği bir dijital “köy meydanı” oluşturmaktır.
Tüm hareketi oluşturanlar bu “köy meydanı”nın, “agora”nın üyesi olur.
Gündem önerileri yapılır.
Herkes gündem önerilerini oylar.
En çok oy alan en başa alınır ve adım adım tartışılmaya başlanır.
Her başlık altında farklı görüşlerin yoğunlaşması yaşanır.
Görüşlerin yüzde kaçın desteğini aldığı herkesçe görülür.
O zaman bu demokratik toplum, insanların kendi kendisini yönetiminin nasıl olacağının örneğini sunmuş olur.
Bugünkü devletin karşısına artık “devlet olmayan bir Devlet” bir özyönetim olarak çıkmış olur.
Demir Küçükaydın
12.07.2013