Habur ve Paradigmanın İflası… Oktay Çaparoğlu

29 Ekim 2009 14:49 / 1956 kez okundu!

 


Bir savaş bitmek üzere. Öcalan'ın çağrısı üzerine 'Barış Elçileri' Mahmur Kampı'ndan Türkiye’ye Habur sınır kapısından giriş yaptılar...

Teslim olmaya gelmediklerini demokratik zeminde bir çözüm için siyasetin önünü açmaya yardımcı olma için geldiklerini söylediler. İmralı'dan yapılan çağrıya bir yanıt olarak böylesi bir karara vardıklarını ve artık barış zemininde bir çözüm istediklerini ifade ettiler.

Kürt sorununun çözümü dayattığı, ülkenin İsrail’e açıktan tavır aldığı, Ermenistan ve Suriye ile ilişkilerin cumhuriyet tarihinde ilk kez farklı bir şekilde olumlu ve somut adımlarla düzeltilmeye çalışıldığı ve Kürdistan özerk bölgesinde temsilcilik açılacağının Cumhurbaşkanı Gül'ün ifadesiyle açıklandığı bir süreç.

Artık değişim kendini dayatıyor ve bunda kaçış yok.

Artık barış kaçınılmaz bir olay ve maalesef bu koşullarda muhalefetin tavrını anlamak oldukça zor.

Savaş sürsün istiyorlar.

Kan aksın.

Kan lekesi kalkmasın istiyorlar kirli siyasetlerinden...

Habur'dan barış elçileri geliyorlar.

İzdiham nedeniyle dolup taşmış sınır. İnanılmaz bir coşku. Kürtler tam da barışa olan inançlarını yitirmişken ve açılım sürecinin bir ‘tuzak’ olduğunu düşünmeye başlamışken umutlar yeniden yeşerdi.

Kürtler başta olmak üzere barışa inanan ve Kürt sorununun demokratik-halkçı temelde çözülmesi gerektiğini düşünen tüm Türkiyeliler ülkemizdeki Kürt meselesinin artık bir akl-ı selim ve sağduyunun şart olduğunu görerek sorumluluk alıyorlar. Ezberler, önyargılar, kalıplar tarihin çöplüğünde hak ettiği yeri bulmalı diyorlar ve barışa, kardeşliğe, halkların eşitlik-özgürlük ve gönüllü birlik temelinde bir arada yaşamaları gerektiğine inanıyorlar.

Bu inancı paylaşmak önemli.

Yeni bir gelecek ve yeni bir dönem bekliyor ülkemizi. Yeni bir sürecin kapısı aralanıyor.

Akan kanın durması çok önemli.

Kan, silah, çatışma ve sonucunda gözyaşı olmadan düşmanlık kin nefret, ırkçılık ve ayrımcılık olmadan sorunlarımıza daha gerçekçi ve insani çözümler sunabiliriz. Başarı şansımızın silahsız ve çatışmasız bir ortamda daha yüksek olacağı aşikar…

30 yıldır sürdürülen düşük yoğunluklu savaşta yaşanan acılardan sonra böyle bir sürece girilmesi oldukça umut verici bir gelişme fakat muhalefetin ve milliyetçi-ulusalcı-muhafazakâr kesimin statükonun devamından yana tavır koyması kafaları karıştırmıyor değil.

Kürtlerin elde edeceği kazanımlar ülkemizde demokratik alanın genişlemesi, devlet karşısında bireyin, toplumun, farklı kimlik, inanç, düşünce ve kökenden grupların hak ve özgürlüklerinin daha da geliştirilmesi bağlamında önemli bir adım.

Kürt sorunu ülkenin en önemli değilse bile hemen hemen tüm sorunlarıyla birebir ilişki içersinde ola kilit konumundaki bir sorunu.

Gelinen noktada açıkça görülmektedir ki, 86 yıllık Cumhuriyetin ve kurucusu olan CHP ideolojisinin Kürt sorununa, azınlık sorununa, Alevi sorununa, Ermeni meselesine yaklaşımı iflas etmiştir.

Çözümsüzlükten, şiddetten, acıdan, kandan başka hiçbir şey üretememiştir resmi ideoloji ve onun resmi politikaları.
 
Ve gerçek anlamda bir cumhuriyetten söz etmek de mümkün değildir zaten. Rejim, ağaların, beylerin, işbirlikçi feodallerin, paşaların ve Ermeni-Rum mallarını yağmalayarak zengin olan çakma burjuvazinin oligarşik diktatörlüğüne dönüşmüştür.

Halkımız açlığa, yoksulluğa, eğitim ve sağlık olanaklarından mahrum bırakılmaya, geleceksizliğe mahkûm edilmiştir. Bir tebaa olarak algılamış ve devlet aygıtı halkın üzerine hakim kılınmıştır.

Diller, kültürler, kimlikler, inançlar, düşünceler süngülerle, silahlarla, bombalarla, işkencelerle, katliamlarla, zindanlarla bastırılmaya, sindirilmeye, yok edilmeye, tasfiye edilmeye çalışılmıştır.

Tüm bu politikalar devletin resmi ideolojisinin ve politikasının ürünüdür. Buna özellikle vurgu yapıyorum; çünkü sistemin kurucu felsefesi her ne kadar misak-ı milli sınırları içindeki herkesi kucakladığını iddia etse de, realitede tam tersi uygulamalara imza atılmış, ulus-devletin örgütlenmesi adına tek tipçi bir anlayış rejimin felsefesine egemen olmuş, her türden farklılık tehlike olarak algılanmış ve yasaklanmıştır.

Bu politikalara karşı direncin güçlü olduğu dönemlerde darbelerle, cuntalarla, faşist uygulamalarla, devlet terörüyle azınlıkların, emekçilerin, işçi sınıfının, öğrencilerin, aydınların, Alevilerin, Kürtlerin, devrimci-ilerici güçlerin örgütlenmeleri önüne engeller konmuş, talepleri ve eylemleri devlet terörüyle ezilmeye çalışılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri bu uygulamalar hükümetler değişse de aynen tek elden çıkıyormuş gibi uygulanmaya devam etmiştir.

Ve Kürt meselesi de şark ıslahat planlarıyla, Türkleştirme politikalarıyla, zorunlu göç uygulamalarıyla 86 yıldır bir halkın yok edilmek istenmesi biçiminde varlık göstermiştir.

12 Eylül darbesi sonrası demokratik zeminde mücadele yürüten kesimlerin bile en ağır işkenceler ve baskılarlarla karşılaşması, özellikle Diyarbakır cezaevinde Kürt kökenli tutsaklara yönelik uygulanan insanlık dışı vahşet, Kürt ulusunun ulusal ayrımcılığa ve sömürüye karşı verdiği mücadelenin farklı bir boyuta taşmasına neden olmuştur.

Simdi 86 yıllık kirli şaibeli kanlı tarihin hesabını verme günüdür.
 
Geçmişin yanılgılarından arınıp, yüreklerde sevgiye barışa ve kardeşliğe su verecek umut pınarlarının özgürce çağlaması için rejimin ve iktidar sahiplerinin özeleştiri verme günüdür.

Şimdi cumhuriyetin demokratikleştirilmesinin günüdür.

‘Türkiye’ye demokrasiyi biz Kürtler getireceğiz’ diyordu Ape Musa ve sistem tarafından katledildi. Ama umudu dimdik ayakta.

Ve Ape Musa’nın çocukları onun vasiyetini yerine getirecekler...

Türkiye'ye herkese ve herkes için lazım demokrasiyi Kürtler getirecekler....


Sevgiyle…


Oktay Çaparoğlu

19/10/2009 


(Oktay Çaparoğlu'na yeni yazısını izmirizmir.net ile paylaştığı için teşekkür ediyoruz.)

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.