HİKAYEMİZ - Merih Yücel
15 Aralık 2010 23:47 / 2417 kez okundu!
Bir varmış, bir yokmuş. Henüz dünya oluşmamışken uzayda başıboş dolaşan küçük küçük gezegenler varmış. Bunlar birbirleriyle çarpışıp birleşip, büyüyorlarmış. Çarpışmanın ve sürtünmenin etkisiyle kütle çok ısınmış ve erimeye başlamış. Bu sıcak lavlardan oluşan gök cisminin soğuması milyon yılları bulmuş.
Masal ya, masalda zaman geçivermiş. Soğuyan üst kısım yavaş yavaş kabuk tutan bir muhallebi gibi büzülmüş, kırışmış. Bu sefer içeride sıkışan magma kabuğun zayıf çatlaklarından fışkırmış fışkırmış. Bu fışkırmadan çıkan gazlar: Su buharı, amonyak, metan ve hidrojenmiş. Nereden mi biliyorum? Bu gün de yanardağlardan fışkıran mağma yine o zamanki magma ve ben bu mağmanın içindeki gazları biliyorum. Öyle ise 4 milyar altı yüz milyon yıl önce atmosfere çıkan gazlarda aynı gazlardı.
İşte ilk atmosferimizin oluşması böyle başlamış. Bu gazlar besin için gerekli atomları taşıyordu. Binlerce yıl sağanak yağmurlar, şimşekler, yıldırımlar sürdü gitti. Ve yer kabuğu soğudu, Çukurluklar akan sularla dolarak okyanusları meydana getirdi. Bu ortam içinde ayrışan gazlar (karbon, azot,hidrojen ve oksijen), yeni bir düzende birleşerek besin maddelerini oluşturdu (glukoz, yağ, protein) ve bu organik moleküller uzun yıllar sulara taşındı, birikti. Atmosferde serbest olarak oksijen olmadığı için de milyonlarca yıl bozulmadan, çürümeden kaldılar. İlk dünya okyanusları sulu, sıcak bir çorbaya benziyordu ama bunları yiyecek hiç bir canlı yoktu.
Ve işte sığ ve kuytu sularda ilk hücreler oluşmaya başladı. Yiyecek boldu, ortam ılıktı, hızla çoğalmaya ve göç etmeye başladılar. Her bir hücre gurubu bulundukları ortamlara uygun özellikler kazandılar. Ama güçlüklerle tek başına savaşmak çok zordu ve birleşmeye başladılar. Bu yaşam şekline koloni yaşam denir. Örneğin bir hücrenin iki kamçısı varsa, on altı hücre bir araya gelince otuz iki kamçıları oldu ve daha hızlı hareket edebildiler ve daha iyi bir yaşama şansına sahip oldular, Daha sonraları 40 bin hücrenin bir arada yaşayabileceği büyük koloniler kurdular. Bunların aralarında iş bölümü oluştu. İşte ilk organize hücre topluluğu. Daha sonra dokular, organlar, sistemler ve karmaşık yapıda canlılar gelir.
İlk canlılar suda oluştu ve güneşin zararlı ışınlarından kendilerini su katmanları ile korudular. Milyonlarca yıl hazır besinle beslenip, ürediler.
Zamanla besin azalmaya başladı ve milyar yıllar geçti, tükendi. O zaman birbirlerini yemeye başladılar. Bazı hücreler, besin için yuttukları minik yeşil pigmentlerin, onlara besin yaptıklarını keşfettiler ve o minik yeşillerle birlikte yaşayıp,(bitki hücreleri) güneş ışığını kullanarak besin yapmaya başladılar. Taşıdıkları yeşil pigment (klorofil)veya daha gelişmiş hücresel yapı benzeri olan kloroplastlar onları besliyordu. Bu besin yapımı; havadaki karbondioksit gazını, su ile birleştirerek yapılıyordu ve dışarıya artık ürün olarak oksijen veriliyordu. Şimdiye kadar oksijen kullanmadan süren yaşam artık oksijen kullanmaya başladı ve daha fazla enerji üreterek doğa kendi devrimini yaptı. Çeşitlilik arttı.
Bunun adı evrimdi. Ve bir çok canlının oksijenli solunuma geçişiydi.
Oksijen gazı, atomlarına ayrıştı ve üç atom oksijen birleşerek (O3) ozon gazını oluşturdu. Ozon atmosferde milyonlarca yıl birikerek zararlı ışınları tuttu. Ve yaşam sudan dışarıya çıktı. 600 milyon yıl önce başlayan karaya çıkış 200 milyon yıl sürdü. Biyolojide bu devre, “Biyolojik Patlama” denir.
Canlıların bir kısmı karaya çıktı. Artık zorunluluktan mıdır, bilinmez. Belki de sular çekildi ya da küçük iç denizler, göller kurudu. Keşke çıkmasalardı. Şaşırdılar. Suyun içinde yaşamak ne rahattı, karada su bulmaları zordu. Karalarda; sıcak, soğuk, fırtınalar, yağmurlar, dolu ve kar vardı. Toprağa tutunamıyorlar, uçup uçup gidiyorlardı. Kızgın güneş altında sularını kaybedip, kuruyup ölüyorlardı. Üremeleri de imkansız olmuştu. Suda yüzerek kavuşan üreme hücreleri karada buluşamıyorlardı. Çoğu telef oldular.
İşte bütün bu zorluklarla baş edebilen tek olgu adaptasyondu. Yani değişen ortam koşullarına uygun özellikler gösterebilen canlılar yaşadı ve ürediler. Evrim devam ediyordu.
Sularda yaşayan bitkilerin kökleri ancak tutunmaya yarıyordu. Kara bitkileri toprağa daha sağlam tutunmak ve suyu bulmak zorundaydı. Su içinde yaprakların kuruma tehlikesi yoktu ama karada hızla su kaybedip, kuruyorlardı. İyi bir kök yapısı ve yapraklarının üzerinde, ışığı geçiren ama bitkinin suyunu içeride tutan mumsu, saydam kütiküla tabakası bulunan bitkilerin yaşama şansı arttı.
Bununla da bitmiyordu. Döllerinin devamını nasıl sağlayacaklardı? Su içinde yüzerek bir yere ulaşıp, çimlenen sporlar, birbirine kavuşan üreme hücreleri kara şartlarında bu işi nasıl yapacaklardı? İlkel bitkiler, mantarlar sporla üremeyi nemli, ıslak ortamlarda sürdürdüler. Karayosunlarında, eğrelti otlarında ve mantarlarda bu tür üreme hala aynı biçimde devam edip gidiyor.
Daha sonra, gelişen bitkilerde çiçek yapısı ve tohum yapısı gelişti. Tohum döllenmiş yumurta hücresini yani embriyoyu özel yapısı ile korudu ve dağılmasını sağladı. Bu nedenle tohumun evrimi, çiçekli bitkilerin yeryüzüne başarılı bir şekilde dağılımını sağlamıştır. Rüzgar estikçe, dönerek kendini toprağa vidalayan (turna gagası) tohumlarından tutun da, hayvan postlarına dikenleri ile tutunup, ortam değiştirenler (pıtrak), paraşütlü olup da hafif bir üfleme ile kilometrelerce yol kat edenler (karahindiba), hayvanların sindirim sistemlerinden geçseler bile çimlenme yetilerini kaybetmeyen harika çekirdekler (incir, zeytin) tohumun evriminin en önemli göstergeleridir.
Yeşil bitkiler ve sulardaki bitkisel planktonların fotosentez ürünleri olan besin ve oksijen, sularda ve karalardaki yaşamın hızla çeşitlenmesini milyon yıllar boyunca sürdürmüştür. Jeolojik dönemler boyunca çok çeşitli bitki türlerinin ve hayvan türlerinin evrimi devam etmiştir ve hala devam etmektedir. Hayvanların evrimini başka bir yazıya bırakıyorum.
Ve işte 100.000 yıl evvel modern insan (Homosapiens) ormandan çıktı ve yerleşik düzene geçti ve doğayı yağmalamaya başladı. Kendi lüksü için tükettikçe tüketti. Bu türün zaafından yararlanmak isteyen küresel sömürü düzeni tezgahlarını kurarak işe koyuldu, başarıp, cebini doldurdukça çılgınlaştı. “Daha çok para, para, para, para” dedi.
Vee işte gelinen durum; çölleşen, zehirlenen topraklarımız, zehirlenen havamız, suyumuz. Yok olan yaşam. İnsanoğlu artık kendini tüketmeye başladı. Ve dünya insanoğlunu sırtından silkeleyip attıktan sonra tekrar doğasını temizleyip, var olan canlılarla yoluna devam edip, yaşam formlarını çeşitlendirerek gidecektir. Bir gurup canlının çöpü, bir başka gurup canlının hammaddesidir. Doğa kendi çöpünü temizler. Yeter ki: “Akıllıyım” diyen canlılar türemesin.
Merih Yücel
Son Güncelleme Tarihi: 17 Aralık 2010 13:01