Sizi temin ederim, Türkiye İran olmayacak - Ümit Kıvanç
27 Haziran 2009 21:16 / 1677 kez okundu!
Bir oyun oynuyoruz ki, nasıl tarif etmeli, bilmem. Hayatımızı ortaya koymuşuz, birileri alıp parça pinçik ediyor. Onurumuz tezgâhta, gelen elliyor giden mıncıklıyor. Geleceğimiz paspas olmuş. Çiğnene çiğnene işe yaramaz hale gelmiş. Yerine çocuklarımızı seriyoruz yerlere. Üstlerinde tepindikçe bir emniyet hissi, bir tatmin duygusu ki sormayın.
Mardin Kızıltepe’de gecenin ve devletin karanlığında katledilen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı vuran polislerin kabahati yokmuş. Bizim “yargı” dediğimiz kuvvet buna hükmetti. Çocukcağızın bedeninden on üç kurşun çıkmıştı. 12 yaşındaydı yaa, 12 yaşında! Cinayetin üstüne gelen devlet yetkilileri, çocuğun örgüt bağlantısının araştırılacağını söylemişlerdi. Onunkini bulamadılar, şimdi fazla koşan terleyen, elinde toz toprak izi görülenlere ceza yağdırıyorlar. Yağdıran yine “yargı”. Hukuk yani. Adalet, eğer öyle demek isterseniz.
Hangi adalet? Kimin adaleti? Neyin adaleti?
Üstelik biri az geldiği için iki tane var bizde. Bir de askerî yargı var. Alay eder gibi. Nasıl oluyormuş askerî yargı? Niye oluyormuş? Evet, salağım, soruyorum, niye var, askerî yargı diye ayrı bir şey? Bir tek mâkûl cevap, Allah rızası için.
“Sıkmıyor, kaldıramıyoruz” mâkûl bir cevap mıdır ya, gidin işinize...
Biz burada kötü bir oyun oynuyoruz. Çok kötü bir oyun bu. Hiçbir zevki yok. Kimseye kazandırdığı hiçbir şey yok. Bu oyunda kazandığını sananlar, ahlâkı çoktan kaybetmişlerdi, artık akıllarını da yitirdiler. Mesele şu ki, sadece kendilerine etmiyorlar.
Çok kötü bir oyun bu. Sırf sonuçları yüzünden değil. Oynanışı da kötü. Kuralları hep birilerinin belirlemesi ve istedikleri gibi değiştirmeleri kötü. Hiç zevki yok. Kimseyi eğlendirmiyor. Kazananlar da rahat etmiyor. Dünyayı kendilerine ve başkalarına zindan edebilmek için didiniyorlar.
Evet, oyunda kazanan yok, ama biz bu oyuna mahkûm edildiğimiz için, bu sayede kazananlar var. Ne süfli bir kazanç. Ne onursuz bir kazanç. Ama kazanç. Basbayağı parayla pulla çuvalla jiple villayla ölçülen kazanç. Parti liderliğiyle. Gazete yöneticiliğiyle. Başyazarlıkla, köşeyazarlığıyla.
Bağımsız yargı diyoruz, acaba neden sözediyoruz? Basın özgürlüğü diyoruz, acaba hangi özgürlüğünden sözettiğimiz hangi basındır burada lafı geçen?
Çok ama çok kötü bir oyun oynuyoruz. Bunu anca mecbur kalan oynar. Kimseyi davet edemezsiniz bu oyuna. Gelmezler. Hattâ sizin oynadığınızı fark eden yanınıza yanaşmaz.
Bu yüzden hep biz bize kalmak istiyoruz. Gidip başkalarının oyunlarına katılabilenlerimizi kahretmek için meşaleler yakıyor, yuvalarından dışarı fırladı fırlayacak gözlerimizle, içimizin mikrobunu taşıyan balgamlar atıyoruz yüzlerine. Biz hastayız.
Bizi hasta ettiler. Her yeni kuşağa daha kendini bilemeden aynı mikropları zerk ediyorlar.
ABD siyah başkan seçerken burada birileri melanet planları hazırlıyorlar. Hepimiz bunları kimin niye hazırladığını biliyoruz. Bu seferki fotokopiymiş. E, tamam o zaman. 12 yaşındaki Uğur da teröristti, dolayısıyla delik deşik edilmesi adalete uygundu. Ne alâkası mı var? Yok. Tıpkı JİTEM gibi. O da yoktu.
Hangi Ergenekon örgütünden bahsediyoruz? Birileri bütün o işleri yerleşik resmî çatı ve hiyerarşinin dışına taşımaya kalktığı için midir bütün huzursuzluk? Hoş bu huzursuzluğu bile çok görenler var.
Bir kazısak ya, biz burada neyin üstünde oturuyor, neyi saklamak için mümkün her yerimizi yırtıyoruz.
Yırta yırta yırtık da olamadık. Yırtıklığımız hep bizden güçsüzlere söküyor. Bayrampaşa Cezaevi’nde insanları diri diri yakmaya “Hayata Dönüş” operasyonu adı verebilenlerin, bunu “Devlet girdi” manşetiyle duyuranların oyununda piyonlarız. Bunun da alâkası yok di mi? Diyarbakır Cezaevi’nin de yoktu. Anladım. Yeminlen söylüyorum bakın, ant verdim.
Neyse, askerîye kendine ait yargı yoluyla mâlûm belgenin unutulmasını emretti, rahatladım. Çok telâşlanmıştım yoksa şey mi olacak diye. Ardından yüce yargı o zavallı çocukcağızı vuran polisleri de kurtardı, daha bir ferahladım. Anladım ki şey mey olmayacak.
Olmayacak da, bu bu şekilde böyle nereye kadar?
Taraf