Korais Kütüphanesi ve Arjenti Müzesi

25 Ağustos 2012 16:41  

 

Korais Kütüphanesi ve Arjenti Müzesi

"Ortaçağ'dan izler taşıyan bu adanın, özellikle limanın bulunduğu merkezi kesimi, kültürel olarak, Türkiye'nin Ege sahillerine hiç uzak değil."

Adanın merkezinde ara sokaklarda yürürken, karşınıza, Yunanistan'ın en büyük kütüphanesi olarak bili­nen Korais Kütüphanesi ve Arjenti Müzesi çıkıyor. Adanın en büyük okuluna ait olan, 250 bin kitaplık kütüphane, 1792 yılında açılmış. Çağdaş Yunan Filolojisi'nin ve Yu­nan bağımsızlık düşüncesinin öncü­sü sayılan Adamantios Korais (d. 1748 izmir, ö. 1833 Paris) ile arka­daşlarının bağışladıkları kitaplarla kurulduğu için bu adı taşıyor.
De­ğerli elyazması kitaplar da barındı­ran kütüphane, Yunanistan Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı. Kütüpha­nenin ikinci katında yer alan Arjenti Halk Müzesi'nde ise adadan toplan­mış folklorik kıyafetler, ahşap ve ba­kır el işleri vb. ile ada halkının 18. yüzyıl öncesindeki sosyal hayatın­dan izler görmek mümkün.

Ege'de Ortaçağ'dan bir "sakız"

Mitolojisi, tarihi, kültürü, doğası ve eğlence hayatıy­la bilinen Yunanistan'ın Ege Denizi'ndeki onlarca adasından biri olan Sakız, Yunanca ismiyle Hios, günlerdir kontrol altına alına­mayan yangınla dünya gündemin­de. Bölgeye adını ve anlamını ve­ren sakız ağaçları, adada haftasonu çıkan yangında kül oldu. Ada­nın güneyinde, Mastihoria adı ve­rilen bölgede yer alan sakız ağaç­larının yok olması, adanın ekonomisini de tehdit ediyor.

Gazeteler­de çıkan haberlere göre, Sakız Üreticileri Birliği, adanın sadece güney bölgesinde yetişen sakız ürünü için geçtiğimiz yıl üretici­lere yaklaşık 7 milyon Euro öde­me yapmıştı. Ağustos ayında ha­sadı yapılan sakızın rekoltesinin bu yıl beklenen düzeyde olmaması yaklaşık beş bin üreticiyi ve aile­lerini çok zor durumda bırakabi­lir. Yanan sakız ağaçlarının yerine yenilerinin dikilmesi ve ağaçlardan tekrar tam ürün alınabilmesi için beş ila on yıllık bir süre gerekiyor.


Adalara vize kalkınca...

Midilli, Sakız, Rodos, Kos, Ege sahillerine yakınlığından do­layı Türkiyeli turistlerin sıkça zi­yaret ettiği adalar. Karşı sahilde­ki kasabalardan her gün sabah kal­kıp akşam dönen gemiler sayesin­de, bugüne dek çok sayıda Türki­yeli, Yunan adalarını görme fırsatı buldu.

Bu yıl, Yunanistan, eko­nomideki kriz nedeniyle adalara vize uygulamasını kaldırınca, bu sayı daha da arttı. Aslında tam ola­rak "vizesiz" bir seyahat değil söz konusu olan. Yunanistan'a ayak bastığınızda kapı vizesi almak üzere vize ücretini ödemeniz gerekiyor. 60 euro karşılığında aldı­ğınız 15 günlük ve tek girişlik vizeyle adalarda konaklamanız mümkün. Bunun için adaya geç­meden iki gün önce pasaportunuz ve iki biyometrik fotoğrafınızla, bir turizm acentesine başvurmanız yeterli. Acenteler, 20 Euro karşı­lığında, gereken evrakları hazırlı­yorlar; size ise, adaya geçmek üze­re limandan tekneye binmek ka­lıyor. 45 dakikalık bir yolculuğun ardından adaya varıyorsunuz. Gümrükten geçtikten sonra, artık Yunanistan'dasınız - ülke değiştirmenin en kolay olduğu nokta­lardan biri olsa gerek burası.

Midilli ile Samos'un arasında yer alan Hios'a geçtiğinizde Tür­kiye'den tam olarak kopmuş ol­muyorsunuz aslında. Ortaçağ'dan izler taşıyan bu adanın, özellikle limanın bulunduğu merkezi kesimi, kültürel olarak, Türkiye'nin Ege sahillerine hiç uzak değil. Köylerde ise, daha "ka­palı" bir kültür söz konusu.

Yollarda sıkça Türkiyeli turist­lerle karşılaşıyorsunuz. Ada kü­çük; belki de aynı feribotla geç­tiğiniz adada aynı restoranlarda yemek yiyor, aynı sahillerde de­nize giriyorsunuz ve aslında Tür­kiye'den çok da uzaklaşmadığı­nızı sık sık hatırlıyorsunuz.


Köyler

Yüzölçümü 904 kilometre­kare olan ada Pire limanına 165 mil uzaklıkta bulunuyor. İdari olarak Sakız'a bağlı, köy statüsün­de iki küçük ada daha var: Psara ve İnuses. Adanın diğer belli başlı köyleri ise Armonlia, Pirgi, Olimpi, Mesta, Lithi, Anavatos, Avgonima, Komi, Langada, Kambos, Kardamila, Vrontados, Volissos, Emporios ve Nagos. Pek çoğu hâlâ Ortaçağ'dan, Ceneviz'den veya Osmanlı döne­minden izler taşıyan köylerin yanı sıra, henüz turistikleşmemiş pek çok koy bulunuyor adada.

Muhteşem bir deniz sizi bekliyor. Tabii, her plajda şezlong ve şem­siye aramamanız gerek. Adayı gönlünüzce gezmek için otomo­bil veya motosiklet kiralayabilir­siniz. Araç kiralama ofislerinde fiyatlar Türkiye'de olduğundan çok daha uygun.

Adanın güney bölgesindeki en ilginç iki köyden biri, merkeze 25 kilometre mesafedeki Pirgi, diğe­ri ise 35 kilometre mesafedeki Mesta. Pirgi, inşa edildiği haliyle kendini koruyabilmiş bir Ortaçağ köyü. Köydeki sayısız kiliseden bi­ri, 13. yüzyıldan kalma Bizans ki­lisesi Ayios Apostolos. Köyün en tipik özelliği, dış duvarlarında, "ksista" adı verilen, el oymasıyla ya­pılmış, siyah-beyaz geometrik de­senlerin bulunduğu evler. Deniz­den uzakta yer alan bu küçük köyde, kapılan ve pencereleri iç du­varlara bakan, gri evler var. Korsan saldırılarına karşı, evler bitişik ni­zam yapılmış; sokaklarsa daracık.

Mesta köyü ise, Cenevizliler döneminde kurulmuş. Bitişik nizam taş evler, köyün Ortaçağ dokusunu yaşatıyor. 1881'de adayı yerle bir eden depreme rağmen ayakta kalabilmiş bir köy olan Mesta, yaşam tarzını da koruyabilmiş. Köyün merkezin­de, 1794 yılında açılmış olan Taksiarhis Kilisesi yer alıyor.

Kumsalıyla ünlü balıkçı köyü Luthi, adanın kuzeyine de, güne­yine de yakın. Adanın her bütçe­ye ve her zevke uygun, en iyi me­zelerini burada yiyebilirsiniz. Kalamoti köyünün limanı ve ada­nın en büyük turistik yeri olan Komi, sahiliyle ünlü bir güney köyü. Karfâs da adanın en çok zi­yaretçi alan sahillerinden biri.

Adada 70'e yakın doğal mağa­ra var. En önemlisi, Olympi kö­yünde, 57 metre derinlikte yer alan Skias mağarası. Özel rehber eşliğin­de gezilebilen mağara, heykellere dönüşmüş sarkıtlarıyla, ziyaretçi­leri hayretler içinde bırakıyor.

Adanın güneybatısında yer alan, seramikleriyle ünlü Armolia köyünde, Ortaçağ'dan birkaç evin kalıntılarını görmek mümkün.

Adada konaklamak, Türki­ye'nin sahil kesimine göre çok da­ha ucuz. Merkezde Çeşme'dekilerden çok daha ucuza, hem de aynı kalitede oteller bulmak mümkün. Yeme-içmede ise fiyat­lar hemen hemen ayni, ancak porsiyonlar çok daha büyük ve mezeler genellikle çok daha lez­zetli.

Özellikle tatlıları ve reçelleri ünlü Hios'un. Adanın karakte­ristik ürünü olan damla sakızını her yerde bolca kullanıyorlar. Kı­sa boylu, koyu yeşil yapraklı sa­kız ağacı, "altın damlayan ağaç" olarak da anılıyor. Kuraklığa da­yanıklı, sürekli yeşil kalabilen bu ağaç, 150 yıldan fazla yaşayabiliyor. Yabani menengiç ağacının aşılanmışı olan sakız ağacının gövdesi, mayıs ayında işin uzman­ları tarafından özel aletlerle, ağa­ca zarar verilmeden çiziliyor, ağus­tos ayında ise sakızlar alınıyor.

Şampuandan diş macununa, dondurmadan şekere, el kre­minden kurabiyeye kadar, akla gelebilecek her şeyde damla sakı­zının tadını alıyorsunuz. Kaşık re­çeli, muhtemelen, İstanbullular için bunların en tanıdık olanı.

Balık restoranlarında çeşit çeşit balığın tadına bakabilirsiniz. Gü­neşte kurutulmuş ahtapot, adanın spesiyalitesi. Peynir kızartması saganaki de basit ama güzel bir meze. Rakıyla çok benzer ama biraz daha şekerli olan uzo, yörenin en çok tüketilen içkisi. Ünlü sakız likörünü de atlamamak gerek.


Adanın tarihi

Hios'un tarihi Neolitik çağlara kadar götürülüyor. M.Ö. 2. yüz­yılda Romalıların hâkimiyetine geçen adada, M.Ö. 4. yüzyıl ile 1346 arasında Bizans dönemi, 1346-1566 arasında ise Cenevizliler dönemi yaşanmış. 1566'da Os­manlıların eline geçen, 188l'de büyük bir yangın geçiren ada, 1912'den beri Yunanistan'a bağlı.


Nea Moni Manastırı

Adanın ortasında, Karyes ile Avgonima köylerinin arasında yer alan bu Ortaçağ yapısı, 11. yüzyılın ortalarında inşa edilmiş. UNES-CO'nun Dünya Mirası listesinde yer alan manastır, imparator Kostantin Monomahos döneminde inşa edilmiş ve Bakire Meryem'in Göğe Yükselişi'ne adanmış. Yapıda, ana kilisenin (katolikon) yanı sıra iki da­ha küçük kilise, rahiplerin yemek yedikleri büyük bir masa, rahiplerin hücreleri ve sarnıçlar bulunuyor. Manastırın kuzeybatı köşesinde güç­lü bir koruma kulesi, çevresinde ise uzun bir taş duvar yer alıyor.

Ana tapınak, adada yaygın olarak kullanılan sekizgen planda yapıl­mış. Manastırın, 11. yüzyıla tarihlenen Orta-Bizans döneminden kalma mozaiklerin çoğu hâlâ çok iyi durumda.

Manastırın kuzeybatısındaki, iki katlı, eski yapıda ise manastırın müzesi yer alıyor. Giriş ücreti 2 Euro olan müze binasında, iki devamlı sergi odasının yanı sıra, zemin katta küçük bir kilise ve küçük bir depo var. Sergideki objeler, ağırlıklı olarak, adada Türk hâkimiyetinin başla­dığı 1822 yılı sonrasına ait: Bizans sonrası dönemden ikonlar, dini gü­müş çalışmalar, dini ve popüler nakış işleri, dokuma kumaşlar... Sergilenenler arasında, 1742'de bu manastır için yapılmış, 'Pefki' adlı, altın ve gümüşten bir ipek dokuma perde de yer alıyor.


Bianet

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0