Kürt'ün vicdanı reddedemez mi?
28 Haziran 2010 05:45
Bu ülke vicdani reddi Mehmet Tarhan’la, Osman Murat Ülke’yle, Halil Savda’yla, Mehmet Bal’la, Enver Aydemir’le tanıdı. Örnekleri az biraz daha artırabiliriz belki. Ama sel olup akmaz. Zor bir mücadele. Hem kendileri azınlıkta bu ülkede, hem savundukları. Her Türk asker doğardı ya; Türk olup askerliği reddetmeleri kabul görmedi asla. Onların vicdanları askerliği reddediyordu gerçi ama reddi vicdandan ayırma ezberi hep hazırdı. Biri zaten eşcinseldi, diğeri vatan haini, bir başkası örgütçü, beriki gericiydi falan.
Tüm bunlar, vicdanın redde açılacak olası kapılarını daha açılmadan kapatıyor, Türklüğümüz askerliğimizle güvenle devam ediyor, korunaklı tabuları üstümüze örtüp rahatlıyorduk. Çünkü medyasıyla/halkıyla karşı propaganda, savcısıyla/hâkimiyle resmi muhafızlar Türklüğümüzü ve askerliğimizi korumak için her zaman tetikteydi.
Ama tüm bunlara rağmen isimleri ‘sayılabilecek kadar az’ olan vicdani retçiler hapse atıldılar, bitmez davalarla, ödün vermez ayak diremeyle hayatları cehenneme çevrildi ama bir şey yaptlar: Direnirken; sessiz sedasız, ince ince bir oya işlediler ve tüm yaftalardan öte bu reddin ahlaki bir karşılığı da olabileceği toplumsal bilinçaltına ufaktan yerleşti.
Derken...
BDP Grup Başkanvekili Bengi Yıldız sürpriz bir çıkış yaptı, BM sözleşmeleri/AİHM kararlarına göndermeler yapıp vicdani ret hakkını anımsattı ve “100 yıl da cezaevinde yatsam umurumda olmaz, ben bu kirli savaşın ortağı olmam, vicdani redde inanıyorum” dedi.
Tarhan da bunları diyordu, Ülke de, Savda da, Bal da, Aydemir de. Sadece demek mi? BDP’li vekilin fantezisini onlar yaşıyordu üstelik. Yüz yıl değil belki ama azımsanmayacak zamandır hapis de işkence de onlar içindi.
Ama redde karşı görece yumuşayan vicdanlar BDP’li vekilin çıkışı ardından bir anda kapandı, karşı refleks kabardı, kaşıkla toplanan yumuşama kepçeyle dağılıverdi.
Bengi Yıldız’ın çıkışında vicdani kaygıdan çok siyasi hesap baskındı çünkü. Kürtlere “Askere gitmemek bir haktır. Kendi çocuklarımızı öldüreceğimize gider paşa paşa cezaevinde yatarız” diye çağrı yaparken PKK’nın silahlarına aynı tavrı göstermemesi özünde silahı reddeden vicdani reddin asıl sacayağı olan ahlaki tutarlılığı altından çekip aldı. Siyasi hesaplaşmanın araçlarından biri yapıverdi. Zaten retçi vicdanları söküp almak için susta bekleyen militer refleksi şahlandırdı.
“Bakın” diyorlar şimdi. “Dememiş miydik asker doğmayan Türk’te bir sorun var diye. Gördünüz mü? PKK’nın silahlarına ses etmiyorlar ama askerin silahını elinden almak için vicdanı redde sarılıyorlar.” Hatta Kürşad Tüzmen el artırarak işi ‘şerefsizlik’ seviyesine bile çekti, Kürt vicdanı reddedemez noktasına getirdi.
Ve yıllardır hesapsız/kitapsız, vicdanlarından gelen sesten dolayı askere gitmemek için direnenlerin küçücük de olsa araladığı kapı şak diye kapanıyor.
Kapanacak.
Her şeyimiz kayıkçı kavgasına meze zaten. Günlük siyasi eyyamı sürdürmek için elinizde malzeme mi yok? Bari bunu harcamasaydınız.
Bakın, yukarıdaki retçilerin etnik aidiyetini bilmiyoruz. Konu bile değil. Onların mücadelesi bu değil çünkü.
Bitmeyen, bitirilmeyen ve muhtemelen daha kullanışlı bir oyuncak bulana kadar bitirilmeyecek olan Kürt sorunu çorbasına vicdani ret mücadelesini katmasaydınız ve onu da çözümsüzlüğe mahkûm etmeseydiniz... Olmaz mıydı?
Yoksa siz de bu askeri düzenin sürmesi için görevini yapan zinde güçlerden biri misiniz? Hani teze hayat veren, onu canlı tutan antitez... O iddia doğru mu yoksa? Düşman gibi görünen militer kardeş misiniz?
Ersin Tokgöz
Radikal.com.tr