Ah 'sol' yanım ah...

26 Ocak 2013 11:27 / 3443 kez okundu!

 


Adam öğleye doğru çıktı evinden. Zihninde, altı görünen bir çift ayakkabı resmi, dilinde “sarı gelin” ve “güvercin tedirginliği” lafı dönüp duruyordu. “Utanıyorum” dedi kendi kendine yürürken Konak’a doğru. Utancı, “evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim. Ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmazlar.” diyen bir kardeşine dokundukları içindi; O'nu alçakça katlettikleri içindi. Cinayetin tüm failleri belli olduğu halde, gerçek faillerin bir türlü yargı önüne çıkarılamadığı içindi. Altı koca yıldır maskaraca bir tiyatro oynandığı içindi, utancı. (Zira Hrant’ın yok edilişine bulaşan her fail, ödüllendirildi, yüksek mevkilere getirildi.)

İşte şimdi – 6 yıldır yaptığı gibi – “Faşizme inat Kardeşimsin Hrant” buluşmasına gidiyordu, belki utancı hafiflerdi. Onu koruyamamanın utancı, katledilmesinin hesabının sorulamamasının utancı hafifler miydi? Utanma erdemi siyaset yapanlarda niçin çabuk kayboluyordu?

***

Önce polisler geldi Konak meydanına; Büyükşehir Belediye Sarayının tam karşısına tomaları, panzerleriyle konuşlandılar. Her etkinlikte yaptıkları gibi.

Sonra Yeni Karamürsel Mağazasının önünde Hrant’ın arkadaşları-dostları toplanıp yürüyüşe geçtiler, Merkez Bankasının önüne doğru. Fakat geçmiş yıllardaki gibi binlerce değil, yüzlerceydiler. “Kalabalık değiliz eskisi kadar” diye üzüldü adam. Öğrendi ki herkes burada toplanmıyormuş. Bir başka grup da Kıbrıs Şehitleri Caddesinde protesto edecekmiş katliamı.

Niçin?

---

Aklına cezaevi günleri geldi adamın. 12 Eylül faşizminin memleketin üstüne bir kâbus gibi çöktüğü günlerde askeri cezaevindeydi. Ve o baskı ortamında bütün sol siyasetler, gruplar – ki birbirini sosyal faşist, Maocu bozkurt diye suçlayanlar dahil – “ortak komün” altında birleşmişlerdi. Baskı birleştirmişti solcuları. Çünkü baskı ve işkence ayrımsız uygulanıyordu. Bu durum 1980’den 1985’e kadar sürmüştü. Ne vakit baskı nispeten azaldı, herkes kendi ayrı komününe çekilmişti.

***

Ayrı yerlerde aynı içerikte bir tepki gösteriliyordu. Bu durumun üzücü olduğunu anlattı tanıdıklarına. Birçok insan da, bir ve aynı yerden ses vermek gerektiğini paylaşıyordu. Ama “kanaat önderleri”nde “duygulara yer yok”tu. Siyaset mantık işiydi. Hasılı “2010 Anayasa Referandumu”ndaki bölünme sürüyordu. Referandumun üstünden iki yıldan fazla zaman geçmedi mi, o günden bu yana halkın ve ülkenin aleyhine pek çok gelişme olmadı mı? Ta iki yıl öncesindeki tutumda saplanıp kalınacak mı?

---

Adam, Konak’tan Kıbrıs Şehitlerine gitti. Orada da yürüyecekti. Ama birlikte yürünmesi gerektiği yönündeki fikrini ve duygusunu orada gördüğü tanıdıklarına da anlatmaya çalıştı. Elbette umduğu anlaşılmayı göremedi. “Duygusal bakıyorsun” vb diyenler oldu, böyle yapmakla “haklı” olduklarını “militanca” söyleyenler de. Adam, halktan bir adamdı nihayetinde; kendisi gibi duyan ve düşünen onlarca adam ve kadın vardı kalabalıklarda. Halkın duygu durumunu hesap etmeyen siyaset(çi)ler, halkı ne kadar kucaklayabilirdi ki?

***

Adam, üçüncü bir etkinliğe daha katıldı. Konak belediyesi Türkan Saylan Salonunda, yazar Şeyhmuz Diken “Ula Fille Hoş geldin – Udi Yervant” kitabına konu olan hikayeyi anlatıyordu. Diyarbakır’ın “Fille” (Gavur) mahallesinde başlayan insanların öyküsü, bu denli içten, bu denli sahici ve bu denli abartısız anlatılabilirdi, Yervant’ın udunun/ şarkılarının eşliğinde. Hrant bu kadar güzel anılabilirdi o tıklım tıklım salonda. "Sarı gelin" türküsü, "Ağlama yar ağlama" türküsü, "Bugün bayram günüdür/güzeller düğünüdür" türküsü, hem Türkçe, hem Kürtçe ve hem de Ermenice söylenerek aynı gönül incelmesini yaşatabilirdi. Halkların kardeşliği ya da yoldaşlığı ancak bu kadar ruhlarımızı öpüştürebilirdi. Etkinlik boyunca, mumun fitilinin ateşi o mumu nasıl eritip bitirirse, aynen öyle eridim. Devrimci düşüncelere sahip olmaktan bir kere daha onur duydum. Mıhlanıp kaldığım koltuktan içime akan göz yaşlarıyla kalkıp dışarı çıktığımda, ruhum “kirleri”nden arınmış gibiydi.

Son etkinlik olmasaydı Hrant’a karşı görevimi yapamamış hissedecektim kendimi. Çünkü Türkler, Kürtler, Ermeniler birlikte andı Hrant’ı. Halkların kardeşliği-yoldaşlığı bu toprağın türkülerinin içinde sürüyor. Zira aynı türküyü-şarkıyı hem Türk’ün, hem Kürt’ün, hem de Ermeni’nin “bizim türkümüz” diye söylemesi ve aynı duygulanımı yaşaması başka ne manaya gelir ki?


Muammer SAKARYALI

24.01.2013, Küçükyalı


> Şeyhmus Diken - Udi Yervant Söyleşisi fotoğrafları

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
27 Ocak 2013 18:51

hülya yılmaz

Sevgili Ertuğrul Barka, ben ikinize de imreniyorum. Teşekkürler sevgili Muammer Sakaryalı, o günkü duygularını daha doğrusu bir çoğumuzun duygularını dile getirip bizlerle paylaştığın için....
27 Ocak 2013 17:46

msakaryalı

TEŞEKKÜRLER ERTUĞRUL.

O GÜN, ŞEYHMUZ DİKEN DE YERVANT DA ÇAĞLAYAN DA SEN DE VE BİRÇOK DİĞERLERİ DE ORTAK DÜŞÜNCEDEYDİ.
27 Ocak 2013 17:43

msakaryalı

Ortakduygularımızı kaleme almışsın. Kalemine, kelamına sağlık. Sevgiyle.

Hamit
26 Ocak 2013 15:13

ERTUĞRUL BARKA

Keşke ben yazabilseydim bu kadar güzel yazıyı; hâlimizi en dürüst en yalın hâliyle anlatan duygu ve düşünce yüklü.
Muammer SAKARYALI hiçbir işi ikinci sınıf yapmıyor zaten.
Kıskanmıyorum da imreniyorum kendisine...
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.