'Benim yüreğim ağlıyor anama. Hem de her gün...'
07 Aralık 2009 02:58 / 2674 kez okundu!
Değerli Yazarımız, Sevgili Arkadaşımız Muammer Sakaryalı "Kaygılı Fadime"sini yani annesini kaybetti.
Sakaryalı, 2 Ekim 2009 tarihli "Kaygılı Fadime’ye Ağıt/ Günlükler" adlı köşe yazısında;
"Siz hiç ‘yaşayan’ annenize ağıt yaktınız mı?
Anneniz yaşarken onun yasını tuttunuz mu? Buna ihtiyaç duydunuz mu? Yüreğiniz ağladı mı? Benim yüreğim ağlıyor anama. Hem de her gün.
Son birkaç yıldır her gün kanıyor derinlerde bir yerlerim. Bu, ana – oğul ilişkisi nasıl bir şeydir ki gönlümü, yüreğimi, bilincimi onun son yıllardaki çaresizliğinden uzaklaştıramıyorum." diyordu.
Muammer Sakaryalı'nın annesine rahmet, ailesine ve dostlarına sabır ve başsağlığı diliyoruz. İzmirizmir.net Ailesi
(Cenaze 06.12.2009 tarihinde Uşak/Ulubey/İnay köyünden öğleyin kaldırılacaktır.)
***
Kaygılı Fadime’ye Ağıt/ Günlükler
Siz hiç ‘yaşayan’ annenize ağıt yaktınız mı?
Anneniz yaşarken onun yasını tuttunuz mu?
Buna ihtiyaç duydunuz mu?
Yüreğiniz ağladı mı?
Benim yüreğim ağlıyor anama. Hem de her gün.
Son birkaç yıldır her gün kanıyor derinlerde bir yerlerim.
Bu, ana – oğul ilişkisi nasıl bir şeydir ki gönlümü, yüreğimi, bilincimi onun son yıllardaki çaresizliğinden uzaklaştıramıyorum.
Bana sürekli yalvarıyor, öyle bir yalvarma ki, her keresinde yüreğim dağlanıyor: “Bana bir çare bul oğlum!” diyor.
Bu isteğini birkaç defa tekrar edip yüzüme bakıyor, benim mahzunluğumu görüyor ve “götür denize at gel” ya da “bir kör kuyuya at beni” diyor. ‘Ben seni çare bulasın diye doğurdum, büyüttüm; çare bulamayacaksan ne işe yararsın sen?’ mesajını alıyorum, ses tonundan ve beden dilinden. Bu yükün baskısını hissediyorum omuzlarımda ve eziliyorum.
Çaresizim!
Çare bulamıyorum.
Çaresizlik de bulaşıcı.
O’nun çaresizliği bana bulaşıyor. İki çaresizlik birleşiyor, o göstere göstere, ben göstermeden ağlıyoruz. Onun ağlamaları ağıta dönüşüyor, O çareyi yas tutmakta buluyor; ben yasımı –onun yasını mı kendi yasımı mı?- yazıya döküyorum.[1] Biraz rahatlıyoruz.
Uzun sürmüyor rahatlama, kısa bir aradan sonra tekrar başlıyor yas. Bunları yazmak bir çare benim için, o yüzden paylaşıyorum. Yaşlı ve hasta (Alzheimer) anamın yaslı hezeyanları ruhumu alt üst ediyor. Kendimi sokağa atıyorum, biraz hava alıyorum, iyi geliyor ortam değişikliği. Eve dönüp geliyor ve yaşadıklarımı yazıya döküyorum.
Onu 52 yıldır biliyorum. Bildim bileli kaygılıdır. Cümlelerinin sonu “ise”lidir: … Yetmezse, bitmezse, gelmezse, kızarsa, ayıplarsa, vermezse, almazsa, üşürse, yanarsa, ölürse, çekişirse, azarlarsa… Sanki zihninin bir yerinde devasa bir kaygı sandık var(dı), oldum olası o sandığa doldurmuştu, ya şöyle olursa, ya böyle olursaları.
O şimdi 83 yaşında. Kaygıları ayyuka çıktı. O kadar sıradan şeyler kaygılandırıyor ki biz bazen acı acı gülmek zorunda kalıyoruz. “Bunun için de kaygılanılmaz ki…” demek istediğimizi anlıyor. “Bana bakmayın siz, ben işte böyle bir Kaygılı Fadime’yim”, deyiveriyor.
Yalnızlık ve ölüm; ilgisizlik ve ölüm; yaşlılık-hastalık ve ölüm; başkasına muhtaç olmak ve ölüm; ille de yanına gelmelerini hep umduğu iki çok yakını ve ölüm.
İşte anamın yasının konuları bunlar.
Devası olmayan bir hastalığa tutulmuş yakınınız olmaması dileğimle.
Muammer Sakaryalı
02.10.2009
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bu yazıyı 15 sayfa kadar yazmıştım, Erendiz Atasü’nün “Bedenle Ruh Arasındaki Uzaklık kitabını okuyordum. Neden yazdığımı açıklayan şu cümleleri okuyunca, aynen öyle dedim: “Yazmayı tetikleyen nedir? İçimizdeki, ancak yazmak sayesinde gevşeyebilecek müthiş bir gerilim. Gerilim zıtlıklar arasında kapana kısılmaktan doğar.”