DEVLET VE VİRÜS
20 Mart 2020 22:11 / 2381 kez okundu!
"Devletin kurumsal yapısının zayıflamasının zararını emekçi ulus çekiyor.
Özellikle son zamanlarda yaşadığımız ulusual ve küresel çapta felaketlerle karşılaştığımız dönemlerde...
Ulusal çapta savaş, deprem gibi, küresel çapta, COVID 19 Pandemisi gibi felaketlerle ancak güçlü kurumsal yapısı olan devletler baş edebilir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurumsal yapısının var olma refleksinin hala direndiğini düşünüyorum.
Bence bu reflekse sahip çıkmak gerekir."
***
DEVLET VE VİRÜS
Lise yıllarında okula gider ya da dönerken askeri kışlanın yanından geçerdik.
Paydosla yemek saati arasında askerler bizimle sohbet etmek için talim alanın kenarına gelirler, biz de onlarla sohbet ederdik.
72-76 yıllarıydı.
Sohbet esnasında, mutfağa 1938- 50 yıllarına ait tarih damgası olan etler gelirmiş. Uzun süre buzlukta kaldığında baltayla ya da marangoz testeresi ile kesmek zorunda kalırlarmış.
Geçmişinde bir 1. Dünya Savaşı ve de Kurtuluş Savaşı geçirmiş bir ülkenin, bizzat katılmasak da 2. Dünya Savaşında tedbir alması çok normal.
Belki diğer bir çok konuda da aldığı tedbirler olmuştur.
Çünkü o yıllarda devletin kurumsal yapısı güçlüydü, üstelik giderek güçlenen bir süreç izliyordu.
12 Eylül, aslında tam tersi görünse de devletin bu kurumsal yapısına karşı bir darbeydi.
Darbe o kadar şiddetliydi ki bu kurumsal yapıyı sarstı.
Ama yıkamadı.
Devletin kurumsal yapısı 2002 yılına kadar direndi.
Bir çok kez 12 Eylül Darbesinin zorladığı istikametin tam tersi yönünde, ama çoğu kez 12 Eylül amacı doğrultusunda olmak üzere gelgitlerle AKP iktidarına kadar gelindi.
İktidarların hemen hiçbiri devletin devamlılığı ilkesinden ayrılmadı, Eleştirilecek, hatta ölümüne karşı çıkılacak bir sürü uygulamalarına rağmen devletin kurumsal yapısına açıktan saldırmaya cesaret edemediler.
İktidara gelenler niyetleri ne olursa olsun, devletin kurumsal yapısını değiştiremeye cesaret edemediler.
Devletin kurumsal yapısına ideolojik ve eylemsel açıktan saldırı ilk defa; Gülen Gladyosunun en fazla imkan ve yetki bulduğu AKP iktidarı zamanında oldu.
Evet bu süre içinde de devletin kurumsal yapısının direnci zaman zaman etkisi görülse de 2002 yılından buyana giderek geriledi.
Ne yazık ki bu süreç şu ya da bu şekilde devam ediyor.
Bu süreci daha da işleyebiliriz ancak yaşadığımız, yaşamsal önemdeki güncelden uzaklaşmak istemiyorum.
Devletin kurumsal yapısının zayıflamasının zararını emekçi ulus çekiyor.
Özellikle son zamanlarda yaşadığımız ulusual ve küresel çapta felaketlerle karşılaştığımız dönemlerde...
Ulusal çapta savaş, deprem gibi, küresel çapta, COVID 19 Pandemisi gibi felaketlerle ancak güçlü kurumsal yapısı olan devletler baş edebilir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurumsal yapısının var olma refleksinin hala direndiğini düşünüyorum.
Bence bu reflekse sahip çıkmak gerekir.
Ülkeyi kar etmesi gereken bir şirket gibi yönetme hevesinde olan, bunu da, " Ben bu ülkenin anonim şirket gibi yönetilmesini istiyorum." diyerek ifade eden (*) bir anlayışın tam yetki ve sıfır sorumlulukla yönettiği bir ülkede yaşadığımız bu felaketi nasıl atlatacağız?
YETKİ SONSUZSA, SORUMLULUK SIFIRDIR!
Böylesi felaketler yaşandığı durumlarda bu basit tespit çok önemli bir sorundur.
Sorumluluk ve yetki bir milin iki ucundaki tekerlek gibidir.
Eğer bu mil ve tekerlekler bir arabanın çekici gücüyse, o araba çözüm yönünde ilerleyemez, sorunun etrafında döner durur.
Sorunu bu şekilde ortaya koyduğumuzda, -ki sorun tam da budur- çözüm de ancak;
"SORUMLULUK DA YETKİ DE PAYLAŞILMALI" şekline oluyor.
Peki bu mümkün mü?
Bunu tartışmadan önce, yaptığım yetki ve sorumlulukla ilgili tespitin çözülmesi gereken bir sorun olup olmadığı üzerine bir daha düşünelim.
Sonra tekrar bu çözümün mümkün olup olmadığını tartışalım.
Elbette imkansıza yakın düzey de zor.
En başta şöyle bir soruyla karşılaşıyoruz:
Bu sorunun mağdurlarının, yani tam yetki ve sıfır sorumluluk altında yönetilenlerin, yönetenleri ya da yöneteni, yetkiyi paylaşmaya, dolayısıyla sorumluluğun da bir kısmını üstlenmeye zorlayacak yaptırım gücü var mı?
Pratik olarak yok.
İlk akla gelen "meydanlar çıkmak" bile mümkün değil, hatta sakıncalı.
Sadece virüs bulaş riski açısından değil, şiddetle ihtiyacımız olan toplumsal dayanışma duygusunun zedelenmemesi açısından da sakıncalı.
Bence göz ardı edemeyeceğimiz bir durum var;
BAZEN KONJONKTÜR, BİZZAT YAPTIRIMIN KENDİSİDİR.
Konjonktüre uygun, mantıksal, yapıcı bir itiraz, ısrarlı ve yaygın bir şekilde dile getirilirse, bir çok durumda, hegemonyanın ürettiği rızayı, hatta kendi nezdinde bile yenebilir.
Bir çok kez akıl duruma el koyabilir, tarafları şemsiyesi altına çağırabilir.
Mantık, vicdan ve çözüm odaklı yaklaşım; zora dayalı yetki değişimi yerine, uzlaşmaya dayalı yetki ve sorumluluk paylaşımını işaret ediyor.
Türkiye Cumhuriyetinin kurumsal aklının önünü açmak, bu akılla dayanışmak gerekiyor.
Çünkü, yaşadığımız felaketin boyutları ancak ulusal çapta bir dayanışmayla çözülebilir.
Ulusal çapta dayanışma da ancak aktif, işlevsel ve doğru bilgilendirme eşliğinde yetki ve sorumluluk paylaşımıyla olur.
Bu dayanışmanın omurgası da devletin kurumsal yapısıdır.
Toplumcu uygulamaların hayata geçmesinin maddeleşmesi ancak devletin kurumsal yapısı sayesinde olabilir.
Yukarıda verdiğim 2. Dünya savaşından kalma et stoku örneğinde olduğu gibi başka bir çok kalemlerde de, örneğin maske, oksijen tüpü, dezenfektan gibi konularda kârlılık (rantabilite) kaygısından bağımsız üretim yapılması gerekecektir.
(*) Bkz; 15.03.2015 tarihli CNN haberi
Nadi Öztüfekçi