Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz?

31 Ağustos 2007 10:46  

 

Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz?

Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz?



"Hayatın her türüne büyük saygı gösterilmesi gerektiğine inanıyorum. İnsanların yeryüzüne ve deneyimlerimizi paylaştığımız bütün hayata karşı sorumluluğu olduğuna inanıyorum.[...]



Büyüdükçe, hayata karşı gösterdiğim bu büyük saygının insanlığın tamamı tarafından paylaşılmadığını gördüm. Doğal dünyayı bir hayatlar topluluğu olarak görüp ona saygı göstermek yerine, çevreye sömürülecek kanaklar bütünü olarak değer biçilmekteydi. Sanayileşme, hayatı da bir endüstriye dönüştürülmüş durumda: insan yaşantısını zenginleştiren çeşitliliğin özünü sistemli olarak imha ediyor. Kendi başımıza açtığımız ekolojik kriz öyle bir noktaya vardı ki, artık sadece kenarda köşede kalmış, münferit canlı alanlarını tehlikeye sokmakla kalmıyoruz. Sanayimizin ihtirasları yüzünden atmosfere öyle çok zehir boca etmekteyiz ki, gezegenimizin iklimi ürkütücü bir hızda değişiyor.[...]



Bu krizi dizginlemek için pek az şey yapılıyor; kendi ömrümüz içinde dünya denen bu gezegenin ekolojik olarak yerine getirdiği işlevlerin sonsuza kadar değiştiğine tanık olacağız.[...]



Bütün hayat formlarına olan bağımın beni, yan gelip yatarak bu büyük felaketi seyretmekten alıkoymakta olduğuna inanıyorum.[...]
İnanıyorum ki, ister arka bahçemde, isterse dünyanın öbür ucunda olsun, hiçbir canlı, insan hırslarının sonucu olarak acı çekmemeli. İklim değişikliğinin gerçekliği şimdi ve burada; bu, bizim kuşağın ve bizden sonra gelecek kuşakların çevre muharebesidir. Bütün hayatın haysiyet ve onurunu korumak için, kendimi dünya çapındaki bu ekoloji krizini önlemeye adıyorum."



Michelle Gardner-Quinn



**********************************



Eraslan Sağlam: Hoşgeldiniz!




Ömer Madra: Hoşbulduk, merhaba.




ES: Bu alıntı yeni yayımlanan kitabınız Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz: Küresel Isınma ve İklim Krizi başında yer alıyor. Nasıl anmak istersiniz Michelle Gardner-Quinn'i?




ÖM: Michelle Gardner-Quinn, çevre aktivisti bir genç kız. Amerikada bir üniversitede Çevre Dersleri 151 sınıfında yazmış bunları. Bir bölümünü alıntıladığımız bu kompozisyonu yazdıktan iki gün sonra da kaçırılmış, ırzına geçilmiş ve boğularak hunharca öldürülmüş. Michellle, Vermont üniversitesi son sınıf öğrencisi. 21 yaşında olmasına rağmen akıl almaz duyarlılıktaki ve olgunluktaki kâmil bir insan olduğu bu kompozisyonundan açıkça görülüyor. Öteden beri, uzun yıllarını çevre aktivisti olarak geçirmiş, Kostarika'ya gitmiş, uğraşmış, örgütlemeye ve örgütlenmeye çalışmış. Bütün ömrünü bu işe adamaya karar verdiğini zaten profesörüne verdiği bu kompozisyonda da açıklıyor. Bu dünyanın halini hakikaten mikrokosmik bir örnek olarak gösteren bir durum.



ES: Kitabın adı Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz: Küresel Isınma ve İklim Krizi, Agora Kitaplığı'ndan çıktı ve kitapçılarda bulmak mümkün şu anda. Kitabınızı, Michelle Gardner-Quinn ile Oryan Madra'ya ithaf etmişsiniz. Ondan da biraz bahsedelim mi?



ÖM: Oryan Madra benim 7 yaşındaki torunum. Akıllı bir çocuk, bazen biraz da hüzünlü bakıyor, "ben kimim?" demeye başladığı bir döneme geldi. Ona bir kaç ay öncesinden başlayarak küresel iklim değişikliğini anlatan çocuk kitapları da okumaya başladım. Bir tanesi de burada okunmuştu zaten, o kitapları eve götürdüm, torunuma arada bir okuyorum ve dinliyor. Hakikaten dinliyor. Michelle Gardner-Quinn'i nasıl anlatacağım bilmiyorum ama bu kızın Çevre Dersleri 151 dersinde yazdığı kompozisyonu da okuyacağım ona tabii. Sonunda da anlayacaktır. Bir çocuk kitabı olmamasına rağmen de Ori'e geceleri usulca ama çabuk çabuk okumayı planlıyorum bu kitabı da. Tabii okurken gözleri yavaşça kapanıp uykuya geçmeden önce fonda da bize bir şarkı eşlik eder herhalde, pesten, mırıl mırıl:



Michelle, ma belle.



Sont les mots qui vont très bien ensemble,



Très bien ensemble...



Beatles'in o şarkısı da böyle bir hüznü barındırıyor zaten bence. Kitabın adının zaten "Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz?" diye de bir üst başlığı var, asıl başlık olarak da belki onu koymalıydık. Bu bir herkese bir çağrı aslında, küresel iklim değişikliğini yavaşlatabilmek için bir eylem çağrısı...



ES: Hüzünlü bir hikâye ama şu var mı kitapta, iklim krizi ile ilgili çözümler barındırıyor mu? Ya da bu konuda nereye kadar, nasıl umutlu olabiliriz kitabı okuduktan sonra?



ÖM: Bilmiyorum aslında, benim yapmak istediğim şey her zaman bu radyoda da, pek çok ilköğretim okulunda da, hatta anaokullarında da bu bilgiyi paylaşmak. Çağrıldığım her yere gitmeye çalışıyorum Yapmaya çalıştığım şey, edindiğim bilgileri, bu varoluş krizi diye adlandırdığım, daha doğrusu herkesin adlandırması gereken varoluşsal bir krizin içindeyiz, bunun bilgisini paylaşmak ve uyanışa katkıda bulunmak. Böyle gelmiş böyle gider senaryosu ile önümüzde 10 yılımız bile olup olmadığı tartışmalı. Bu apaçık ortada. Michelle Gardner-Quinn zaten çok net olarak söylüyor: "Yan gelip yatarak bu büyük felaketi seyretmek!... benim sorumluluk anlayışım buna izin vermiyor," diyor. "Onun için de ister kendi evimde, isterse dünyanın öbür ucunda olsun, hiçbir canlı insan hırslarının kurbanı olmamalı" diye devam ediyor... İklim değişikliğinin gerçekliği bizim radyonun sloganlarından birinde de söylendiği gibi "şimdi ve burada!" Bundan kaçış yok.



Korkunç bir inkâr endüstrisi ile, inkâr anlayışı ile hepimizi saran bir uyurgezerlikle gidiyoruz. Bu radyoda yapmak istediğim, bütün bu konuşmalarda da anlatmak istediğim şey, bu bilgileri paylaşmak ve bilincin uyanmasına, yükselmesine sebep olmak, bir hareket yaratılması...



Türkiye'de bu yönde çok önemli de bir hareket oldu. Bu sene içinde "Türkiye Kyoto'yu İmzala!" şeklinde bir sloganla, 1,5 ay içinde 170 bine yakın insan, çoğunluğu da üniversite öğrencilerinden oluşan genç insan bu coşkuyu koydu ortaya, meclise gönderdi bu dilekçeyi, böyle bir şey de yaşandı işte ülkemizde. Burada, işte bu gibi kitaplarla, konuşmalarla yapılmak istenen şey, hiç şüphesiz bu acil durumda, gezegende olağanüstü hali "GOHAL" ilan edilmesi bilincini yaratabilmek. Gerçekten olağanüstü hali gerekli kılacak kadar vahim bir durum var ortada. Kendi hırslarımız yüzünden. Bu genç kuşakların yaşama hakkını, savunacak son kuşak olabiliriz. Yani 68 kuşağının bir mensubu olarak söyleyebilirim ki, doğmamış kuşakların hakları da dahil, torunlarımız ve çocuklarımızın sizin gibi genç takımın haklarını koruyabilmek için var gücümüzle mücadele vermek zorundayız. Çünkü vakit kalmadı. Hiçbir şekilde vakit kalmadı. Bu konuşma için ben de ufak bir hazırlık yapıp geldim; sadece bugünün haberlerini şöyle bir gözden geçirelim:

"Murat Nehri kurudu. Her yıl bu dönemlerde Murat Nehri'nde yüzen çocuklar bu yıl aynı yerde futbol oynuyor" Anadolu Ajansı haberi -- Ağrı'dan. Büyük bir ırmaktan bahsediyoruz... "Türkiye'nin en büyük 12. gölü olan, derinliği 21 metreye kadar ulaşan Eber Gölü'nde su seviyesi 1 ila 2 metreye indi. Eber Gölü kuruyor"... "Küresel ısınmaya Erciyes'in buzulları da dayanamadı ve buzul kütlesi her yıl küçülüyor, 30 yıldan beri Erciyes'e tırmanıyorum buzul kütlesi erime sonucu 300-400 metreye kadar küçülüyor 600-700 metreden. İlk kez bu yıl hiç kara ayak basmadan zirveye tırmandım," diyor bir dağcı... "Flamingolar erken geldi. Her yıl Van Gölü ile İran'ın Urumiye Gölü arasında göç eden flamingolar bu yıl Urumiye'deki kuraklık nedeniyle daha erken tarihlerde Van Gölü sahillerine geldi."... "Japonya'da son 75 yılın en sıcak günü, sıcaktan ölenlerin sayısı 13'e çıktı."... "Güney Asya'daki sel felaketi. Ölü sayısı 2600'ü aştı."... "Kuzey Kore'deki sellerde ölü ya da kayıpların sayısı da 300'ü aşmış durumda..."



ES: İzninizle hemen bir ilave yapmak istiyorum bunlara. Erken bir Günün Sözü olarak, hep kapanışta söylüyorduk ama Günün Sözü'nü de ilave edelim isterseniz. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Ağustos-Eylül-Ekim aylarını kapsayan meteorolojik tahminler raporundan bir alıntı: "Sonbahar yağışlarının iç ve batı kesimlerinde yaşanan hidrolojik kuraklığı ortadan kaldırması olasılığı düşük" diyor. NTV kaynaklı bir haberde... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da "Ankara'nın asgari 4-5 aylık su rezervi var. Ankara'nın su sıkıntısı yoktur, sonbaharla birlikte yağmur yağacak ve toprak suyunu bulacak," demiş.



ÖM: Yani meselenin bir hayli yönü var. İster başbakan ister belediye başkanları olsun, siyasi karar alıcıların meselenin vahametini henüz kavramaktan uzak olduğunu görüyoruz. Bizim bu kitapları, bu konuşmaları yaparak, Michelle Gardner-Quinn gibi insanların söylediklerini yankılatarak genç insanların zihinlerinde, kulaklarında çınlatarak yapmamız gereken şey, her ülkede bir an önce bu inkâr, psikolojik inkâr meselesinin aşılmasını, bunun ötesine geçilmesini sağlamak. Çünkü siyasi karar alıcıları etkileyemezsek işimiz bitiktir... Özellikle ABD'de ama Türkiye'de de aynı şekilde. Yani "kuraklık yoktur" ya da Ankara'nın, kuruyan başkentin durumunu kurtarmanın ancak bir yerden, Kızılırmak'tan ya da başka bir nehirden aktararak, "taşıma suyla değirmen döndürerek" mümkün olmadığını, hatta yeraltı sularının çekilmesiyle de bu işin yağmur yağmadığı sürece asla mümkün olamayacağını göstermemiz gerekiyor. Çünkü yağan yağmurdan daha fazla su çekerek yaşamı sürdüremezsiniz. Yağmurun geri koyduğundan daha az suyu çekerek yaşayabilirsiniz ancak. Böyle bir denge durumu var.



Yani çok basit, mantık ya da sağduyuya, aklıselime dayanan yolu izlemenin zamanı geldi de geçiyor bile. Bilim insanları da artık zaten artık ihtiyattan ve teknik dille konuşmaktan vazgeçip canhıraş bir şekilde ne yapılması gerektiği konusunda bizlere anlatıyorlar. Dolayısıyla, sokağa çıkmamız, hatta sokağa dökülmemiz ve artık kendi kaderimizi kendi ellerimizin arasına almamız gerektiğini düşünüyorum. Bunun için yazıyoruz bütün bu kitapları, bunun için konuşuyoruz radyolarda, okullarda, üniversitelerde, meydanlarda...



ES: Zengin ülkelerin ciddi su problemi olduğu ve bu ülkelerin gelişme yolundaki ya da gelişmemiş ülkelerden su çektiklerini gördüğümüzden söz ediyorsunuz. Bu durum acaba önümüzdeki yıllarda ülkeler arası su savaşları başlıyor anlamına mı geliyor?



ÖM:Zaten su savaşları çoktan başlamış durumda, 1967 savaşının İsrail ile Arap ülkeleri arasında olduğunu düşünenler yanılıyor aslında. Hepimiz yanılıyoruz. Suyu çok az olan hatta ilk biten bölge, Ortadoğu bölgesi aslında 1967 savaşı da doğrudan doğruya Golan tepelerinin altındaki su rezervlerinin kontrolü için de yapılmış bir savaş. Bunu, o savaşın kahramanlarından Ariel Şaron, hatıratında açıkça yazıyor. İsrail-Filistin'in bulunduğu yerlerde çok az su kaynağı var zaten. Küresel iklim değişikliği de buna muazzam ölçüde katkıda bulunuyor tabii. Onun için de İsrail'in pek bırakabileceğini filan düşünemeyiz Golan tepelerini. Bu su savaşlarının korkunç sayıda iklim göçmenine de yol açacağını, hatta şimdiden açmaya başladığını da biliyoruz. Bu insanları kim nasıl kabul edecek, bunu bilmiyoruz işte.



Mesela Himalayalar'ın ve Tibet platosunun erimesi, buzullarının erimesi eninde sonunda neredeyse 2 milyar insanı, yani dünya nüfusunun 1/3'ini etkileyecek, hatta bir bölümünü düpedüz aç bırakabilecek durumda. Yani Hintlileri, Çinlileri, Bangladeşlileri ve Güney Asya'da yaşayan insanları. Çünkü o buzullar olmadan Asya'nın en büyük nehirleri kuruyacak. Coğrafya derslerinden bildiğimiz bütün o nehirler, Ganj, Brahmaputra, Sarıırmak, Yangtze nehirleri vs. onların kaynağı orası. Buzullar artık neredeyse gözle görülür bir hızla eriyorlar, pirinç tarlaları sulanamayınca , "bunlar Çinlilerdir, Vietnamlılardır, bize çok uzak, ilgilenemeyiz" diyemeyiz... Öyle bir faciayla karşı karşıya kalacağız ki kaçacak yer bulamayacağız.



Bunları yıllardan beri son derece aklı başında bilim insanları söyleyip duruyorlar. Benim özellikle üstünde durmak istediğim noktalardan biri, bu kitapta da ne kadar dile getirebildim bilmiyorum ama en çok uğraştığım şey şunu dile getirebilmek: İşte Ankara'daki susuzluk, Tuz Gölü'nün bitmesi, Van Gölü'nün seviyesinin bilmemne kadar düştüğü, biraz önce okuduğumuz haberde olduğu gibi, 15-20 metre derinliğinde bir gölün 1-2 metreye inmesi gibi ağır ve ürkütücü durumlarla karşı karşıyayız. Bunlar bizim pek bilmediğimiz, pek alışık olmadığımız şeyler, ve o bölgelerde yaşayan insanların da şaşkınlık ve endişe ile karşıladıkları şeyler. Ama, en önemli nokta şu ki, bütün bunları biliyorduk biz, yani eğer bilim insanlarını dinleseydik, onların raporlarını, makalelerini açıp okusaydık, ya da benim gibi oturup bunları okumaya çalışan insanların sözlerine kulak verseydik, bütün bunların zaten olacağını biliyor olurduk. Yazıyorlar insanlar, bütün IPCC dediğimiz uluslararası bilim insanları, heyetlerinin yazdıkları ve söyledikleri de bunlar işte: Akdeniz bölgesinin son derece kırılgan bir ekosistem olduğu ve küresel ısınma denen olgudan, küresel iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgelerden biri olduğu, özellikle de iç kısımlarının fena kavrulacağı vb... Türkiye'nin mesela, Burdur gibi bir şehirlerinde 30-40 sene sonra belki 2 aya varan öldürücü sıcaklar olacağını söyleyen cok saygın dergilerde yayımlanmış raporlar önümüze geliyor. Yani şaşırtıcı olan, bizim hâlâ neden tedbir almadığımız. Bana bir ilkokul çocuğunun söylediği, sorduğu gibi: "Bütün bunların olacağını biliyordunuz da neden önlem almıyorsunuz peki?" Evet bunları öngördüğümüz halde neden yapmıyoruz? İşte orada inkar mekanizmaları, "bize bir şey olmaz abi"ler vs. ortaya çıkıyor.



ES: Ümit Şahin de daha çok bunun üzerinde durarak sorularını yöneltiyor kitap boyunca size. Kitabın oluşum sürecine ilişkin Ümit Şahin'le yapmış olduğunuz çalışma üstüne de bir kaç cümle rica ediyoruz.



ÖM: Ümit Şahin yeşiller grubunun sözcülerinden birisi, ciddi bir aktivist, aynı zamanda da bu işin teorik kısımlarına da vakıf olan bir genç arkadaşımız. Agora Kitaplığı'nın önerisi üzerine Ümit bana geldi bu kitap projesi ile. Yoksa, benim yazacağım filan yoktu, çünkü kitap yazmak için en azından radyodaki bu çalışmalarımı, programları ve diğer görevlerimi en azından bir 6 aylığına bırakmam gerekirdi. Çünkü tek başına kitap yazmak, başka bir işle beraber götürülebilecek kadar kolay bir şey değil. Bir izin alıp sırf kitaba odaklanma zorunluluğu vardı. Ben de bırakamadım radyoyu nedense, saplantılardan, vs. Fakat Ümit'ten böyle bir öneri gelince, daha doğrusu Agora Kitaplığı'ndan böyle bir proje teklifi gelince, iş gözüme daha kolay göründü. Ümit'le oturup 14 ay civarında en az 2'şer saatlik 12 ayrı konuşma yaptık. Tabii konuşarak yapmak daha kolay oluyor yazmaktan, çünkü yazarken kılı kırk yarmak durumunda kalıyor insan, sentaks vb. üzerinde ayrıca uzun uzun uğraşmak gerekiyor... Bir de Ümit önemli bir editörlük görevini üstlendi, takdim tehirleri, yani benim gevezeliklerimle tekrar eden bölümleri oturup kesti, biçti ve bunu bence çok kolay okunur bir hale getirdi. Bir ders kitabı olarak da kullanılabilir hale geldi bence...



Kitap sonunu da "katil uşak" şeklindeki söylemek istiyorum son olarak. Hangi cümle ile bitiyor biliyor musun? En önemli iklim bilimcilerden biri olan James Hansen'dan bir alıntıyla bitiyor kitap: "İklim sisteminin eşik noktasında uçurumun kenarında duruyoruz. Bu eşiğin ötesinde kurtuluş yoktur" diyor Hansen.

Benim son cümlem de şu: "Bunda seçim tamamen kendi elimizdedir."



(16 Ağustos 2007 tarihinde Açık Radyo'da Açık Dergi programında yayınlanmıştır.)


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0