'FİKRİMİN İNCE GÜLÜ'
29 Haziran 2019 10:56 / 4210 kez okundu!
Oysa dünyanın ya da ülkenin mevcut halini bir çırpıda değiştirecek hiçbir yol hiçbir zaman yoktur. Sadece düşünme denemesi ve çabası sözü edilen değişimi getirebilir, o da bireylere mahsustur. Halkın bilinçlenmesi ise söz konusu bile olamaz. Bu yüzden toplu bilinçlenme ve toplu düşmanlık toplu olduğu için hakiki değildir. Diliyoruz ki birey halka biraz da insanlık bahşetsin, çünkü halk, günün birinde ona faizi ile geri ödeyecektir. Ama bu pek imkânlı görünmüyor. Dolayısı ile sosyalistler modern dönemin dindarlarıdırlar. Agnostikler ve Kemalistler ise yarı dindardırlar. İnsanlar bu yüzden hep dine sarmalanmış bir şekilde yaşayacaklar gibi. Çünkü din bir yanılsamadır ama insanın ihtiyaç duyduğu bir yanılsamadır. Dolayısı ile psikoloji ile ilgilidir. Belki her şeye rağmen ideoloji (dinler de ideolojidir) insanlık için hayati bir gerçekliktir.
****
"FİKRİMİN İNCE GÜLÜ"
Derdimiz yine günlük manipülasyonlar değil bilgi ve insan olsun. Bugün de çok önemsediğim merhum Hüsamettin Aslan’dan esinlenerek bir şeyler yazayım.
Mesela, bilgi güçtür diyelim. Bilgi; kavrama, anlama, yorumlama, özellikle değerlendirme anlamında önemli bir güçtür. Bir kitabı okurken entelektüel yapısını değerlendirmeye çalışıyorsak bakacağımız ilk şey yazarın yazdığında kendi cehaletinin farkında olup olmadığıdır. Yazar sonuçta kendisinin de cahil olabileceği konusunda metinde ima yoluyla da olsa bir şeyler aktarmalıdır. Bu, metnin entelektüel kalitesinin açık göstergesidir. Yine, okuduğumuz kitap, metin, bizleri azıcık da olsa şaşırtmıyorsa ve cehaletimizi yüzümüze vurup bizlerde kısmi şaşkınlıklar yaratmıyorsa o kitap okumaya değmeyebilir. Bizler okuduğumuz kitapların/metinlerin değerini belirlemeye çalışıyorsak yazarın kitabı ele alış biçimine de bakmamız gerekir. Yazar sorunlara bütünsel çözümler getirdiğini söylüyor ya da açıkça söylemese de ima bile ediyorsa, bilmeliyiz ki o kitap ya da metin de entelektüel açıdan oldukça sorunludur.
Ama bu kriterler partizan kesim için anlamsızdır. Onlar ancak sloganlarla heyecanlanırlar. Düşmanlıklarla fikir dünyalarını tahkim ederler. Filozof, tiyniyetsiz paylaşım yapan, düşmanlıktan başka hiçbir şey yansıtamayanların üslubu için şöyle diyor: "bu üslubun kendisi asıl fikrine boyun eğer ve böylelikle kendini elverir." Bu ideoloji yobazlığının ana fikri hep kurtuluş olmuştur. Devrimcinin kurtuluş sloganı (kurtuluşa kadar savaş) ve teorisi ile İsa’nın anlattığı kurtuluş teorisinin hiçbir farkı yoktur. Dertlerden kurtulacaksınız ve her şey güzel olacak gibi söylemler 2500 yıllık trajedi için kaba bir anlamsızlıktır ama her zaman sıradan insanı etkilemiştir.
Oysa dünyanın ya da ülkenin mevcut halini bir çırpıda değiştirecek hiçbir yol hiçbir zaman yoktur. Sadece düşünme denemesi ve çabası sözü edilen değişimi getirebilir, o da bireylere mahsustur. Halkın bilinçlenmesi ise söz konusu bile olamaz. Bu yüzden toplu bilinçlenme ve toplu düşmanlık toplu olduğu için hakiki değildir. Diliyoruz ki birey halka biraz da insanlık bahşetsin, çünkü halk, günün birinde ona faizi ile geri ödeyecektir. Ama bu pek imkânlı görünmüyor. Dolayısı ile sosyalistler modern dönemin dindarlarıdırlar. Agnostikler ve Kemalistler ise yarı dindardırlar. İnsanlar bu yüzden hep dine sarmalanmış bir şekilde yaşayacaklar gibi. Çünkü din bir yanılsamadır ama insanın ihtiyaç duyduğu bir yanılsamadır. Dolayısı ile psikoloji ile ilgilidir. Belki her şeye rağmen ideoloji (dinler de ideolojidir) insanlık için hayati bir gerçekliktir.
Freud’a göre fantezi, yanlış anlama ve gerçeği bastırma, manipülasyonlar yapma, düşmanlaştırma, rastlantısal değil, benliğin kurucu öğesidir. Ve otonom davranabilen siyasal özneler olduğumuza kendimizi inandırmak için ideolojiye ihtiyaç duyuyor olabiliriz. Freud bunu kuvvetlendirici olarak şöyle bir ilavede bulunur: “Aslında bilinçdışının yalnızca bir yan ürünü olan ve kendisini dünyanın merkezine koyacak kadar organize bir görüntüde olan ‘ego’ için (ideoloji/düşmanlıklar) geçerlidir. Ego kendisini tutarlı ve bağımsız bir varlık gibi düşünür, ve ancak psikanaliz bunun bir yanılsama olduğunu anlar. Bu yine de onsuz etkin olamayacağımız değerli bir yanılsamadır.” Nietzsche’ye göre, hayatın gerçek anlamı (görüldüğü gibi) onunla baş edemeyeceğimiz kadar dehşetlidir ve bu nedenle varlığımızı sürdüreceksek avutucu yanılsamalara ihtiyaç duyarız.
Hüsamettin Arslan “Modern insan gözleriyle düşünür” diyor ve devam ediyor: "İnsan her dönemde insan. Ama modern dönemde ibret bahsine sağır, tecrübe bakımından nasipsiz olmamızın bu çağa özgü bir sebebi olsa gerek." Modern dediğimiz şey hümanizm ile insanı devleştirmiştir. Artık o bir devdir ama gözü kör, pozitivist bir devdir. O sadece boş boş etrafını seyretmektedir ama seyri yapan göz, kulak kadar hakikate yakın değildir.
Hüsamettin Aslan, Jacques Ellul’dan tercüme ettiği "Sözün Düşüşü" kitabı üzerine özet düşüncesinde, gözün hâkimiyeti altındaki modern insanın, geçmişten, gelecekten ve hakikatten koparak ‘an’a hapsoluşuna dair karamsar denilebilecek analizler yaptığını anlatarak şöyle devam etmektedir: “Modern zamanlarda yaşadıklarımızdan neden ibret almıyoruz? Çünkü geçmişten ibret alamamak modern insanın problemidir. Modern insan gözleriyle düşünür, kulaklarıyla değil. Göz ise dışarıyı görür, içeriyi pek görmez. Bu yüzden göz amadır diyebiliriz. Oysa değerli olan, diğerinden çok kendini görmek/bilmektir ama göz kendi hariç her şeyi görür. Günümüzde dijital telefonlar, kameralar gözün gördüğünü hızla yayar ama kendini göremediğini saklar. Oysa modern öncesi tefekkür, mütefekkirin içeriye dönme hamlesiydi." Ve günümüz insanından daha hakikatli idi. O sürekli tefekkür ile ancak kendini düşmanlıklardan koruyabileceğini düşünüyordu. Ve bunun insan için zor bir şey olduğunu biliyordu. Halbuki modern uygarlık insanı hedonizme mahkûm ettiğinde düşüncenin derin külliyesinden artık sıkılmaktadır.
Hüsamettin Aslan konuyla ilgili şöyle demektedir: "Alman filozofların deyişiyle göz geist’a (ruha) kapalıdır. Göz pozitivisttir, büyüden yoksundur, mahremi, büyülü olanı, derinin altındakini göremez. Çünkü göz geçmişe kapalıdır; geçmişi göremez. Hep anı yaşamak ister. Dolayısıyla ders de alamaz. Yalanın ruhunu da kavrayamaz. Bizim için ‘geçmiş’ dediğimiz şeyi var eden, işitme duyumuzdur, yani kulağımızdır. Göz ise şimdinin organıdır, şimdi ‘göz’de zirve yapar; göz şimdiyi tescil eder, onaylar ve geçmişten ve elbette gelecekten nefret eder. Göz geleceği de göremez. ‘Yaşam koçu’nun ve ‘psikiyatr’ın, muhatabı olan seküler mümine yegâne talimatı şu değil mi? “Anı yaşa, şimdiyi yaşa ve gerisini (geçmişi ve geleceği) boşver!”
Geçmişi dillendiren ve var eden organımız kulağımızdır. Kulak, gözün göremediği şeylerin sesini duyar; geçmişin, insan cetlerimizin sesini işitir. “En ontolojik organımız kulağımızdır” der Heidegger. Zamanın sesini de yalnızca kulağımız duyabilir. Evvel ve ahir yalnızca kulakla kavranabilir. Tahayyül yetimizin kaynağı kulaktır, göz değil. Muhayyilemiz kulakla geçmişe ve geleceğe doğru kanatlanır. Göz, modern çağdır. Kulak, geçmişin sesini duyduğu için ‘hafıza’dır, hatırlama ve unutma yeteneğidir. Kulak sadece metafiziğe değil, tarihe de açılan kapıdır. Evet, bu manada kulak muhafazakârdır. Alır ve saklar. Buradaki mantığı bir derece ileriye ve geriye doğru kaydırarak, diyebiliriz ki, hafıza dildir. Anlamı tutan ve muhafaza eden dildir."
J.Grey “[Kendimizi] bilmediğimiz gerçeğini kabullenmek, gnostiklerin peşinde olduğundan çok daha farklı bir içsel özgürlüğü mümkün kılar. Bu negatif kabiliyetiniz varsa daha yüksek bir bilinç formu istemeyeceksiniz; olağan zihniniz size ihtiyaç duyduğunuz her şeyi verecektir. (...) Sağlam adımlar atan bir kukla olmaktansa tökezleyen insanların dünyasında yolunuzu bulacaksınız” diyor.
Kulağın en çok duymak istediği söz "yanılmışım"dır. Modernin “Bak ben hiç yanılmadım. Gördün mü yine dediğim çıktı” sesi en çok kulağı rahatsız eder. Çünkü hayat insanı ve emin olduğu şeyleri büyük çoğunlukla yanıltır, hatta aşağılar. Bazen de haklı kılar. İnsan yanıldıklarını ve aşağılandıklarını unutur. Sadece haklılıklarını hatırlar. Dolayısı ile yanılmışlıklarını hatırlayabilen insan, kendinden şüphe duymayı öğrenen insan, kendini tanımaya daha gayretli insandır. Diğeri, bırakın dış dünyayı, kendini bile tanımadan bu dünyadan göçer gider.
Derdimiz, olmakta olan modernin yerine geleneği önermek değil; hayat geriye doğru akmaz, biliyoruz, ama modernin sorunlarını da anlamaya çalışmalıyız. Hayat giderek mekanik oluyor, kulaklar sağırlaşırken dijital göz hayata hakim oluyor. İsmini hatırlayamadığım filozofun "Bir metni okurken, satır aralarında bile olsa, kulaklarınıza, çok inceden de olsa, metafizik fısıltılar gelmiyorsa, bilin ki yazar ahmak bir yazardır" ve W. Benjamin’in “Hakikat, gizemi yok eden bir açığa çıkma değildir; bilakis, adaleti mümkün kılan bir vahiydir” sözleriyle yazımı bitireyim (vahiy topluluğa inmez).
Ne dokunaklı bir şarkıdır “fikrimin ince gülü”.
Nihat ÜSTÜN
28.06.2019