İYİ, KÖTÜ ve ÇİRKİN

18 Temmuz 2018 15:34 / 2096 kez okundu!

 

 

“İyi” kavramı daha çok dinin arayışıdır. Din bizleri doğruyu bulmaya değil, iyiyi bulmaya yönlendirir. Doğruyu bulma bilimin amacıdır/görevidir. Ancak, doğru her zaman iyi olmaz, iyi de her zaman doğru olmayabilir. Bilim somut kanıtlar arar. İyi ise soyut ahlakla ilgilidir. İyi ve kötü kavramları çok daha detaylı varlıksal konulardır. Onları daha geniş konuşmamız gerekir (belki de din konusunda). Bugün konumuz siyasi açıdan “çirkinlik” olsun.

 

****

 

İYİ, KÖTÜ ve ÇİRKİN

İyi, Kötü ve Çirkin ile ilgili görsel sonucu

Sergio Leone’in bu ünlü filmi birçok eleştirmene göre bugüne kadar yapılmış en iyi yirmi film arasındadır. Leone İyi, Kötü ve Çirkin’in birbiriyle olan ilişkisini bir bütünlük içerisinde anlatmaya çalışmıştır. Üçü de hayduttur. Üçü de silahşördür, benzer yanları olduğu gibi iyi, çirkin ve kötü farklı yapılara da sahiptir. Ancak kötü ile çirkin arasında geçirgenlikler daha yüksektir. Bu geçirgenlik nedeni ile normal hayatta da bazen bu kavramlar karışır. Film Türkiye’de gösterime girdiğinde ironik bir şekilde bu yüzden kötü ile çirkin karıştırılmış, kötüye (Lee van Cleef) çirkin denilmiştir.

 

“İyi” kavramı daha çok dinin arayışıdır. Din bizleri doğruyu bulmaya değil, iyiyi bulmaya yönlendirir. Doğruyu bulma bilimin amacıdır/görevidir. Ancak, doğru her zaman iyi olmaz, iyi de her zaman doğru olmayabilir. Bilim somut kanıtlar arar. İyi ise soyut ahlakla ilgilidir. İyi ve kötü kavramları çok daha detaylı varlıksal konulardır. Onları daha geniş konuşmamız gerekir (belki de din konusunda). Bugün konumuz siyasi açıdan “çirkinlik” olsun.

 

Mesela, Hristiyanlık ideali adına Güney Amerika yerlilerinin katledilmesi, Hitler’in yahudileri katletmesi, Ermeni katliamı, Stalin’in katliamları, Pol Pot’un katliamları siyaseten kötülük simgeleridir.

 

Siyaseten “çirkinlik” ise çoğu zaman kötülüğe aracı olmuş, aslında miadını doldurmuş, masumiyetini bütünüyle yitirmiş, bilgelikten zerre kadar nasibini almamış, kötülüğe de yol açabilecek olan klişelerdir. T.Eagleton “kötülük, kendisini insan varoluşunun karmaşık yapısından klişe dogmalar ve ucuz sloganlarla korur” diyerek konumuza güzel bir özet vermiş.

 

Çirkinlik sanat alanında masum olabilir ama siyaset alanında çirkinlik çok farklı bir şeydir. Siyaseten çirkinlik (belki de kitsch’lik desek daha doğru olacak) kendisini klişe kavram ve sloganlar ile somut gösteriyor. Mesela, “halkın bilinçlendirilmesi” “halkın kurtarılması” “barış” “özgürlük” kavramları bu klişelerin başında gelir. Bu kavramları daha çok sol kesim büyük bir gürültü ile kullanmaktadır ama sonunda olmuş olan milyonlarca insanın ölümüdür. Slogan takdire şayan, yapılan ise kötülüktür. Bu da insanın ikiyüzlülüğünün yansımasıdır. Dolayısı ile siyaset alanında kitsch'lik ile kötülük arasında bir geçirgenlik olduğunu anlayabiliyoruz.

 

Mesela “halkı bilinçlendirme” bu kitsch dogmalardan bir tanesidir. Tarihte hiçbir görüş (ideoloji) ya da kişi nedeniyle halkın bilinçlenip ülkeyi olumlu yönde değiştirdiğini göremeyiz. Sadece siyasetin manipülasyonları halkı heyecanlandırabilir ve bu heyecana kapılmış bir kısım halk kendilerinden daha meşru iktidarları devirebilir ya da değiştirebilir. Yani sonuçta bilinç, iktidarları değiştirmez. Çünkü bilinçlenen kişiler heyecanını yitirirler ve daha çok kendinle hemhal olurlar. Bugün halkı bilinçlendirme yolunda yürüyen (dolayısı ile sürekli olarak halkın bilinçsizliğinden söz eden) solcular aslında kendi yollarını kaybetmişlerdir. Dolayısı ile işin bir diğer tuhaf yanı da bu konuda manipülasyon yapanlar, aslında “bilince” değil “içgüdülere” hitap ettiklerinin bilincinde olmazlar. Schmitt çok önceden “Anarşizm  sıradan insanın içgüdülerine dayanır” diyerek gerçek bir ışık vermiştir.

 

Kurtuluş, kurtarmak” kavramlarının da siyaset alanında kendince “olması gerekeni (ideolojiyi)” temsil ettiğini biliyoruz. Bu da bir kitschlik ihtiva eder. Sonunda içgüdüleriyle hareket eden heyecanlanmış halk en fazla acıyı çekmeye mahkum da olur. Bu konuda ise muhafazakar E.Burke şöyle demektedir: “Bir düzeni sarsanlar onun yıkılmasıyla ilk ezilenler olur çoğu kez. Kargaşalığı çıkaran, yararını kendi görmez pek: Sadece başka balıkçılar için suları bulandırmış olur.” Bugün PKK hareketini de bu minvalde değerlendirebiliriz. Mesela 71 darbesinde suları bulandıran devrimciler sonunda başka balıkçıların kurbanı olmuşlardır. Fransız devrimi de, Rus devrimi, Çin vs. hep böyle olmuştur.

 

Bunun değişmez bir nedeni var. O da insanın doğal yapısıdır. T.Eagleton “Takdire şayan özgürlük, adalet nosyonları ve diğer nosyonlar gökyüzünden yeryüzüne, ideolojik düzeyden politik toplum düzeyine iner inmez amansız bir mantık (insan/yapı) uyarınca kendi karşıtlarına dönüşürler.” demekle ne kadar haklıdır. Çünkü insanın yapısı halen hayvanın bir cinsinden çok uzaklarda değildir. Yine bu konuda T.Eagleton bir anlatısında “İnsan şiddetten kaçmak yerine şiddete alışır. Tarih süregiden katliamların olağan kabul edildiği uzun savaşlarla dolup taşar. Uyum sağlamakla ünlü homo sapiens şiddetle birlikte yaşamayı hemen öğrenir ve çok geçmeden bundan doyum sağlar” diyor. Belki biraz da buraları tartışmamız gerekiyor.

 

İnsan egoist bir doğal yapıya sahiptir. İyi olmaya çalışmak (barış, özgürlük çabası) ise gayret isteyen bir şeydir. Bunun için doğa alanımızdan kurtulmak için oldukça büyük gayretler göstermek zorundayız. Bu açıdan önce kendimizi tanımamız gerekir.

 

Mesela, bir yakın arkadaşım seçim sonrası yaşadığı hayal kırıklığı ile “Barış istiyorum, kim ne derse desin ben yine barış isteyeceğim” diye bir paylaşımda bulunmuş. Gülümsedim. Barış isteyenler barışı, demokrasi isteyenler demokrasiyi gerçek anlamda mı istiyorlar? Bilinmez. Çünkü dil sorunludur, insan kendini bilmezdir. O barış isteyen kişinin diğer yazılarına baktığımızda RTE imgesine ne kadar düşman olduğu görünüyor. Barış isteyen sen, kavgacı, düşmanlaştırıcı yanından kurtulabildin mi ki siyasetten barış isteyebiliyorsun? Siyaset sen gibi ben gibi insanların yaptığından öte bir şey değilse, kendi düşmanlığını bitirmeden barış nasıl çıkagelsin? “Barış” kavramı değerler alanımıza (sentetik) ait bir şeyken savaş daha çok ontolojik bir şeydir. İnsan daha hayvanlık döneminde dost-düşman ilişkisini biliyordu. Bu arkadaşımın “Barış isteriz” sloganı da bütün tarih boyunca olduğu gibi kitsch bir şeyden öteye geçememiştir. Çünkü “barış istiyorum” demekle barışçıl olunmaz. “Adalet istiyorum” demek de o insanı adaletli yapmaz. Her ikisi için de, varlık ve bu kavramlar arasındaki ilişkinin bilinci gerekir. İnsanın önce kendisiyle mücadelesi gerekiyor. Zaten bu ilişkinin farkında olanlar bu sloganı ancak (kendinden korktukları için) fısıldayarak atabilirler, solcular gibi gür sesle değil. Katliam yapanların farklı bir zamanda bizler gibi ailesine düşkün iyi insanlar olduğunu hiçbir zaman unutmayalım. Yani bizi biz yapan daha çok, T.Eagleton’ın hatırlattığı gibi, yarılmış kendiliğimizdir. “İnsanlar arasında özgürlük, karşılıklı olarak birbirine karışmama uygulamasıdır. Bu da yavaş öğrenilen, hızla unutulan ender bir beceridir. Bu negatif özgürlüğün amacı, insanların rasyonel varlıklara evrilmesini teşvik etmek veya kendi kendini yönetmesini sağlamak değil, insanları birbirinden korumaktır.” J. Gray (Kuklanın Ruhu)

 

Ayrıca bu sloganı atan sol kesimlerin yanlış bir bilinci daha var. Onların tahayyüllerinde tarih iki ana eksen (ilericilik ve gericilik) üzerinde hareket eder. Bu düşünce, dünyanın her yerinde devrimcilerin en koyu (din formundaki) inancıdır. Oysa böyle bir şey yoktur. Aslında modern öncesi toplumla modern toplum birbirinden hiçbir zaman kopmamıştır. Bu konuda Schmitt şöyle demektedir: “Modern toplum kuramlarının bütün önemli kavramları, dünyevileştirilmiş ilahiyat kavramlarıdır.” Tek tanrılı dönemlerin kuralları da kendinden önceki arkaik gelenekten kopuk değildir. Mesela, “birey” kavramı tamamen Hristiyanlığa ait bir kavramdır. Oradan türetilerek modern siyasetin önemli kavramlarından birisi haline getirilmiştir. “Kurtuluş” kavramı da Hristiyanlığın bir çıktısıdır. 16. ve 17. yüzyıllarda kurtarıcılığa soyunmuş olan, inanç formunda yaşayan rahiplerdi, modern dönemde onların yerini devrimciler aldı. Che bunların önemli bir örneğidir. Kendisi Arjantin vatandaşı iken birden inanca büründü, Küba’yı kurtarmak için silahlandı (ana amaç da dünyayı kurtarmaktı). Küba’yı kurtarınca, teslim olmuş yüzlerce askeri (köylü çocuklarıydı) kafalarına bizzat kurşun sıkarak öldürdüğünde gelecekteki bütünsel “kurtuluş” için bunların olabileceğini haykırıyordu. Bu devrimciler de hayat tahayyülleri ile modern toplumda farkında olmadan inanç (gerekirse kendini feda) formunda yaşamaktaydılar. Bir düşünürün dediği gibi aslında “meli, malı (ideoloji) kipi kudretsizdir. Yaşamda sadece doğru olan hükmünü de icra eder ve gerçekte, olmayan bir ‘olması gereken’ hakiki değildir. Dolayısı ile o (kurtuluş ideolojisi/meli malı), bugünkü yaşam üzerinde öznel bir tahakküm kurmak anlamına gelir.

 

Nihat ÜSTÜN

18.07.2018

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.