KÜRESEL KAPİTALİZM, SAHTEKÂRLIK VE MARKSİZM'İN HAYAL DÜNYASI (1)
06 Nisan 2018 22:24 / 3049 kez okundu!
İnsanlık tarihinde kandırma ve çalmanın ilk oluşumdan bu yana olduğunu hatırlatmanın bir anlamı yok. Hammurabi kanunlarında ve Hıristiyanlık hukukunda, İslam hukukunda vs. hep bu konularla uğraşıldığını görürüz.
******
KÜRESEL KAPİTALİZM, SAHTEKÂRLIK VE MARKSİZM’İN HAYAL DÜNYASI (1)
Gazetemiz yazarı Nadi Bey Türkiye'de ortaya çıkan dolandırıcılık olayını küresel kapitalizme bağlamıştı. (Bkz: KÜRESEL DOLANDIRICILIK ve ETİK AKIL..!) Bu konuyu açmak istedim.
İnsanlık tarihinde kandırma ve çalmanın ilk oluşumdan bu yana olduğunu hatırlatmanın bir anlamı yok. Hammurabi kanunlarında ve Hıristiyanlık hukukunda, İslam hukukunda vs. hep bu konularla uğraşıldığını görürüz.
Marks’ın komünizm idealinde ve Bakunin’in kuramcısı olduğu anarşizmin algısında ise şöyle naif bir bakış açısı vardır. Aslında insan iyidir ama sorun sistemdedir. Oysa kötülükler tamamen dışsal bir olgu değildir. Aynı zamanda içsel de bir olgudur. Dolayısıyla tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Kant şöyle demektedir: “İnsanda toplum olma eğilimi kadar, bu eğilime karşı sürekli bir direnç de vardır. İnsana akıl yoluyla yeteneklerini geliştirme olanağı ancak toplum içersinde açıktır. Ama o birey olarak, bencil ve toplum dışı isteklere de sahiptir. İnsan bencil doğal yanının etkisi ile özgürlüğünü daima kötüye kullanma eğilimindedir. Bu yüzden yasaları (adaleti) uygulayacak yöneticilere ihtiyaç vardır. Ama yöneticilerin kendileri de yönetilenler gibi bencil doğal eğilimlere sahiptir. Bu yüzden insanları yönetenlerden de tam bir adalet beklemek, çözümlenmesi en güç sorunlardandır.” O bunu söylediğinde henüz küresel kapitalizm yoktu. Küresel kapitalizm denilen şey insanın faydacılık ilkesi doğrultusunda yol almasıdır. Dolayısı ile daha çok olmakta olandır ve alternatifi şimdiye kadar bulunamamıştır. İnsan daha iyi yaşama sevdası ile binlerce çıkış yolu bulduğunda binlerce de sahtekârlık alanı ortaya çıkarmıştır. Ancak yüzlerce de hukuk alanı ortaya çıkarmıştır. Deniz hukuku, gümrükler hukuku, devletler hukuku, aile hukuku, teknoloji hukuku, eğitim hukuku vs. Yani insan bir yandan bencil doğal eğilimlere sahipken ve bununla başa çıkmaya çabalarken hukuk alanında da çok önemli işler başarmıştır. Devleti yöneten üç önemli erkten birisi hukuk(yargı) haline getirilmiştir. Böylece halk, hukuk eliyle iktidarları sınırlayabilmiştir. Dolayısı ile yaratılan hukuk çok önemlidir. Kant yine bu konuda şöyle demektedir “Bir gece yere yatıp gökyüzündeki yıldızlara baktığımda iki şeye hayranlığımı düşünürüm. Birincisi âlemin muhteşemliği ikincisi de insanın yaratmakta olduğu hukuk düzenidir." Yani insan bir diğer yanıyla da tecrübelerinden önemli şeyler keşfetmekte ve kendisi ile başa çıkmaya çalışmaktadır. Sahtekârlıkları salt dışsal olgulara bağlayıp onun çözümünü de bir ideolojide (Marksizm) aramayı hayal olarak görüyorum.
Peki, neden bir kısım insan halen Marksizm’in bu gibi görüşlerinden etkilenmektedir? (Özellikle entelektüel olmayı birazda Marksist olmakla yakınlaştıranlar var) Bana göre birinci neden yaşadığımız yapının da ideal olmamasıdır. İkinci neden de hayal gücümüzdür. Bundan iki bin beş yüz yıl önce Antik Yunan'da insanın, hayal gücünü aklının üzerine yükseltmesi önemli bir sorun olarak görünüyordu. Bu ana tartışma konulardan birisi olmuştu. En büyük hayal de toplumun yıkılıp yeniden yapılması hayaliydi. 18. ve 19.yüzyılın en büyük hayali de bu değil miydi? Bugün de insan yine aynı hayal ile karşı karşıyadır. Muhafazakâr düşünür E. Burke “Düşünceler” adlı eserinde, Fransa'da “devrimle eşi benzeri görülmemiş bir karmaşa, terör, kral katli, kendi kendini ve yavrularını yeme gibi eylemler ve sonuçta bürokrasinin ve askeri diktatörlüğün ortaya çıkabileceğini” yazdığında henüz devrimin suyu yeni kaynatılmaktaydı. Sonucunda öngördüğü olgular (Robespierre ve Napolyon diktası) ortaya çıkmamıştı, milyonlarca insan savaşlarda katledilmemişti. Ancak o insanın yapısını ve salt Rasyonel aklın sorunlarını bilmesi münasebeti ile kaygılarını dile getiriyordu. Yani reformlarla hayatı daha yaşanır hale getirmek varken devrimle toptan halletmeye çalışma sadece büyük yıkımlar yaşatmaktaydı. Daha sonra yine hayalci rasyonalistlerce ortaya çıkartılan Marksizm tekrar bir sefalete neden olmaktaydı. Çünkü aslında Marksizm, insanlara özgürlüklerini son defa (gelecek güneşli günler ülküsü) için devlete devretmeleri gerektiğini, bu kez bireyle devletin yapacağı sözleşmenin sahte olmayacağını anlatmaya çabalamaktaydı. Marksistlere göre haklarımızı son kez devlete devir işlemi tarihsel materyalizm dolayısı ile aynı zamanda bilimsellik gereği zorunluluk taşımaktaydı. Halk, bilimsellik uğruna haklarını 1917 de bu kez gönüllü olmasa da tekrar koşulsuz olarak devlete sözleşme ile devretmiştir. Sonunda bu sözleşme de sahte çıkmış, insanlar özgürlüklerini, paralarını, mallarını, topraklarını kaybetmişlerdi. Çünkü bu fikrin pratiği de zorunlu olarak devasa denetimsiz bir bürokrasi ortaya çıkarmıştır. Montıagne, E.Burke’dan da iki yüz yıl önce daha 16. yüzyılda şöyle demekteydi: “Olabilecek şeyleri bana hiç şaşmazmış gibi yutturmaya kalktıkları zaman o şeylere karşı nefret uyandırıyorlar bende.” “Dünyanın birden düzeleceği yoktur; ama insan kendini sıkan şey karşısında o kadar sabırsızdır ki, her ne pahasına olursa olsun ondan kurtulmak ister. Binlerce örnek de gösteriyor ki dünya böyle toptan(çabuk) iyileşme aramaktan hep zarar görür. Durumunda genel bir iyileşme olmadıkça, bir an dertten kurtulması iyileşmesi demek değildir.” “Bir düzeni sarsanlar onun yıkılmasıyla ilk ezilenler olur çoğu kez. Kargaşalığı çıkaran, yararını kendi görmez pek: Sadece başka balıkçılar için suları bulandırmış olur.” Bunu din üzerinden hem de daha hakiki bir teoriyle (kötülüğü içsel bir olgu olarak algılayarak) insan dört bin yıl denedi sorunsuz yapı olamadı. Yüzyıl kadar da Marksizm ile denedi yine karşılaşılan felaketti. Unutmayalım ki, iyi incelendiğinde görülen odur ki, devrimci ayaklanmalar da aslında inanca ait ayaklanmalardır. Hatta yine dini inanca ait ayaklanmaların modern versiyonlarıdır.
Konumuz sahtekârlıklar ise en önemli sahtekârlık devlet bürokrasisi eliyle kendi çıkarı doğrultusunda bazılarının, ülkenin zenginliklerini tarumar etmesidir. LiberalBastiat iki yüz yıl önce şöyle demekteydi: “Herkes devletin sırtından yaşamaya çalışır, fakat bunlar; devletin herkesin sırtından yaşadığını unuturlar. Devlet herkesin onun aracılığıyla başkasının sırtında yaşamak istediği büyük fiksiyondur.” Toplum her zaman sahtekârlıklara muhatap olacaktır ama daha az olması için öncelikle devletin ticaretten tamamen sıyrılması gerekmektedir. Devleti yönetenler mutlak suretle halkın iradesiyle yönetmelidir (meşruiyet). Devlet, hukuk eliyle denetimde bulunmalıdır. Sağlık, alt yapı, ülkeyi savunmak ve en alttakileri sosyal projelerle korumak gibi etkinliklerin dışında görünmez olmalıdır. Ve dolayısı ile birey güçlendirilmelidir. Sahtekârlıklar ancak böyle azaltılabilir.
Küresel kapitalizmin nimetleri ve Marksizm’in bütün öngörülerinin yanlış çıkmasını sonraki yazıma bırakıyorum.
Nihat ÜSTÜN
04.04.2018