NOKTA MI? SORU ÝÞARETÝ MÝ?
20 Haziran 2018 12:47 / 1387 kez okundu!
Hakikat maalesef sadece olaðanüstü durumlarda kendi yüzünü gösterebiliyor. Olaðan durum, aslýnda ülkelerin gerçek yüzünü göstermediði bir durumdur ve hiçbir þey ifade etmez. Batýnýn bugünkü yüzü de olaðanýn koþula baðlý olan maskeli yüzüdür. Ýnsanlar için de bu geçerlidir, olaðan durumlar insaný deðerlendirmede uygun bir ölçü oluþturmaz.
****
NOKTA MI? SORU ÝÞARETÝ MÝ?
Oldukça zengin adam Bodrum’daki yazlýðýnda verdiði davetin keyfini çýkarýyordu. Yabancý ortaklarý da vardý. DJ baygýn bir müzik çalarken çimlerin üzerinde yýldýzlarla dolu gecede havuzun sularý sürekli renk deðiþtirmekteydi. Birdenbire elektrikler kesildi. Zengin adam çalýþana seslendi: “Evladým jeneratör otomatik devreye girmiyor mu?” Çalýþan, “Ufak bir arýzasý vardý efendim. Þimdi manuel çalýþtýrýrým” dedi. Elektrik geldiðinde davet kaldýðý yerden devam etti. Zengin adam Almanya’da nasýl kendini huzurlu hissettiðinden bahsetti. “Bu ülkede bir tedirginlik, gerilim var” diye ilave etti. “Bu iktidar ortamý geriyor, batý ile aramýzý açýyor, sonunda kendilerine de yaramayacak bir ortam oluþturuyorlar. Batýda insanlar bütün kurallara uyuyor. Her þey týkýr týkýr iþliyor. Siyaset alanýnda gerilim yok, düþmanlýk yok.” dedi. Biraz sonra sözlerine þöyle devam etti: “Batýda demokrasi var, barýþ, özgürlük ve insan haklarýna saygý var, insana saygý var. Türkiye bir türlü adam olamadý.”
Herkes bunu tasdik eden kelimelerle birkaç þey söyledi. Türkçe de bilen yabancý konuklardan birisi “Hipotetik imperatif” dedi. Konuklar bu tuhaf 2 kelimeden birþey çýkaramadý ama anlamýþ gibi yapýp geçiþtirdiler. Yabancý, konuþmasýna biraz da aksanlý olarak devam etti: “Maalesef bizi de koþullu buyruklar ya da ödevler yönlendiriyor. Batý da bu insanlýk halinden muaf deðil. Kant’ýn ortaya koyduðu ‘kategorik imperatif’ sanki biraz hayal gibi.” Ýnsanlar yine ona bakýp bir þeyler anlamaya çalýþýyorlardý. Davetlilerden birisi “Sizi çok iyi anlýyorum” dedi. Ev sahibi uzun boylu gözlüklü yabancýyý alýp Mustafa Bey’in yanýna götürürken “Seni gerçek bir aydýn olan arkadaþýmla tanýþtýrmak istiyorum” dedi. Mustafa Bey ile tanýþtýlar.
Mustafa Bey, “Beyefendi konuþmalarýný dinledim. Güzeldi. Bizler de sizler, yani batý gibi bilime inanan insanlarýz. Bilim insaný özgürleþtirir, tutsaklýktan kurtarýr, hurafeler deðil. Gelin görün ki Türkiye’de yaþýyoruz. Halkýn inançlarý farklý; sorun tam burada. Sözün kýsasýný severim. Bizler modern insaný yaratabilmek için Atatürk’ün bilimsel olarak gösterdiði yoldan gitmeliyiz nokta” dedi. Yabancý biraz duraksadý. O herhalde farklý þeyler bekliyordu. Beklentisi çöktüðünden biraz þaþýrmýþ gibiydi. Sonra toparlandý. Thomas “Hiç kimse o kadar özgür deðildir. Spinoza’nýn dediði gibi, insanlar özünü bilmediði þeyin tutsaðý olurlar. Bilim bu konuda düþündüðünüz kadar iþe yaramaz bence, bizler de o kadar özgür deðiliz. Bu yüzden her zaman nokta koymak yerine soru iþaretini tercih ederek tutsaklýktan kurtulma gayretinde olabiliriz.” Sonra devam etti: “Bilim dahi nokta konulmamýþ bir disiplin iken, siz fikrinizi nokta diye bitirirseniz ve evrensel referanslarý atlarsanýz siyaset de bana göre sýkýntýlý olabilir. Hatta siyaset retoriðe dönebilir. Sadece kendi baþýmýza, gazete haberleri ile yaþamýn bir parçasý olan siyaset içerisinde yol almaya kalkarsak sürekli aksarýz. Önemli gördüðümüz referanslarý (Burke, Marks, Hume, Rousseau vs.) tartýþabiliriz, eleþtirebiliriz, hatta eleþtirmeliyiz de ama onlardan bihaber olamayýz. Kendi baþlarýna doðru bir siyaset ürettiðini zannedenler sadece narsistlerdir.” Mustafa Bey, “Herkes kendi halkýný iyi tanýr. Ben bizim halkýmýz için konuþuyorum, özgürlük ve bilimsellikten bahsediyorum” diye cevap verdi. Bir sessizlik oldu. Siyaset gecenin büyüsünü bozmuþtu ama pandoranýn kutusunu da açmýþtý.
Birisi “Beyefendi hipotetik imperatif ya da kategorik imperatif nedir? Konumuzla ilgisi ne?” diye sordu. Yabancý “Efendim, kategorik imperatif Kant’ýn en önemli tezidir. Burada Kant, özetle insanlýðýn, ancak koþulsuz olarak bazý buyruklarý yerine getirdiðinde adaletli bir dünyayý kurmaya muktedir olabileceðini anlatýr. Ama günümüze bakýyorum bu sanki biraz hayal gibi. Bunu batý da yani bizler de baþaramadýk. Bizler de henüz koþullara baðlý olarak ödevlerimizi yerine getirebiliyoruz. Yani üzülmeyin bizde de sandýðýnýz gibi bir erdemden bahsedilemez.” Birisi “Allaalah o batýyý, biz kendimizi eleþtiriyoruz, bu nasýl bir þey” diye yanýndakinin kulaðýna fýsýldadý. Zengin ev sahibi “Thomas, sen hangi koþuldan bahsediyorsun” dedi. Thomas: “Anlatmak istediðim þu: Bizim ulusal gelirimiz 30.000 avro civarýndadýr. Bu bir krizle 7.000 avroya düþse, bizim demokrasimiz ve özgürlük aramamýz ne kadar erdeme dayalý bir gerçekliktir, ancak o zaman görülebilir. Yani batýnýn da demokrasi ve barýþ erdemi koþulsuz deðildir. Koþullara baðlý olarak oluþturulmuþtur. Ýnsan her yerde insandýr. Ve önce kendi çýkarlarý ile ilgilenir.” Ýnsanlar boþ boþ bakýyorlardý. Mark devam etti: ”Mesela dünya savaþlarý öncesinde geniþleyen bir liberal batý dünyasý vardý. Giderek zenginleþiyorduk ve medenileþiyorduk, özgürleþiyorduk. Sonra birden feci bir kriz ekonomiyi vurdu, olaðanüstü bir durum hasýl oldu. Batý deðerleri birden çöktü. Ne barýþ, ne demokrasi, ne de özgürlükler kaldý. Geriye sadece yüz milyon ölü ve yýkýlmýþ þehirler kaldý. Alman kültürü barýþ, demokrasi ve özgürlüðü saðlayamadý. Ýnsanýn sefaleti bir kez daha görüldü. Hakikat maalesef sadece olaðanüstü durumlarda kendi yüzünü gösterebiliyor. Olaðan durum, aslýnda ülkelerin gerçek yüzünü göstermediði bir durumdur ve hiçbir þey ifade etmez. Batýnýn bugünkü yüzü de olaðanýn koþula baðlý olan maskeli yüzüdür. Ýnsanlar için de bu geçerlidir, olaðan durumlar insaný deðerlendirmede uygun bir ölçü oluþturmaz. Dolayýsý ile siz üzülmeyin, batýda þimdi yapýlmakta olan insanlýk buyruklarý “hipotetik imperatif” yani koþullu buyruklar/ödevlerdir. Oysa siz, anladýðým kadarýyla batýnýn bugünkü yapýsýný, doðal bir erdeme ve bilime baðlamýþsýnýz. Bugün bir büyük kriz çýksa batýda böylesi bir demokrasi, insan haklarý ve özgürlükler kalabilir mi? Emin deðilim. Mesela, acaba Fransa’da Korsikalýlar Seylan’daki gibi ayaklansa, ya da Almanya’da Baader-Meinhoff gibi bir silahlý örgüt birçok yerde barikatlar kursa, 30.000 insan öldürülmüþ olsa, bu 30 yýl sürse ve bu arada 3 askeri darbe gerçekleþse ve 4 darbe giriþimi atlatýlsa, insan haklarý, barýþ ve demokrasi konusunda batý, sizden ne kadar farklý davranabilir? Bence sorulmasý gereken asýl soru budur. Batýda bugün olaðan koþullarda herkes cennetin melek korolarýna katýlýyor gibi ama olaðanüstü koþullarda ortaya çýkan Auschwitz’i de unutamayýz. Tecrübeler insanýn olaðanüstü durumlarda farklý davranmayacaðýný gösteriyor.” O son cümlesini “T.Eagleton þöyle der; Geçmiþin...bir kriz anýnda tüm aðýrlýðýyla kendisini dayatarak, özgürleþmiþ bir gelecek umudunu ezmesi her zaman olasýdýr.” ile söyledi.
Havuzun ýþýðý renklerini sarýdan mora doðru deðiþtirirken insanlar hiçbir þey söylenmemiþ gibi tekrar tatlý bir huzurla içkilerini içmeye devam ettiler. Ben de davetlilerden biriydim. Düþündüm, batýlý bir entelektüel nasýl oluyor da kendisini bu kadar biliyor da bizim Kemalist aydýnýmýz insandan ve dünyadan bu kadar kopuk olabiliyordu? Özellikle varlýk ve olgular arasýnda baðlantý kurmadan siyaseti anlayabilmek mümkün müydü? O anda benim de T.Eagleton’un bir sözü aklýma geldi: “Ýyilik gibi kötülük de gerçekliðin þu ya da bu yönüne deðil gerçeklik kavramýnýn kendisine itiraz etmektir. Bu açýdan ikisinin de tavrý metafiziktir. Aralarýndaki fark, var olmanýn özünde ‘iyi’ olup olmadýðýna dair hükümdür.” Mesela, Simon Critchley “Ýmansýzlarýn Ýmaný” adlý kitabýnda “Ahlakçýlarýn çoðunun hatasý insaný daima özü itibariyle makul bir varlýk olarak düþünmek olmuþtur. Oysa insan, hareket etmek için sadece ihtiraslarýna danýþan ve aklýn ancak o ihtiraslarýnýn onu yapmaya sürüklediði ahmaklýklarý hafifletmeye yaradýðý, duyarlý bir varlýktýr.” “Yanýlmaktan kaçýnmanýn bariz bir yolu yoktur. Artýk baþvurabileceðimiz Augustinusçu bir ilahi ses de yoktur. Zira vicdan ancak insanlar sosyalleþebilir olduðunda, yani, narsist ve sefil olduklarýnda oluþur” diyordu.
Bunlarý düþünürken elektrikler yine gitti. Ev sahibi bu sefer biraz daha yüksek perdeden seslendi: “Evladým nedir bu rezalet? Neden bu jeneratörleri otomatik ayarlayamadýn? Ýlla söylememiz mi lazým?” Çalýþan koþarak geldi: “Efendim, elektrikler gelince gürültü olmasýn diye jeneratörü kapattým. Ama yine gitti. Þimdi hallederim” dedi. Gecenin karanlýðýnda kýsa bir süre önce “HDP’ye oy vermezsek bunlar ilelebet baþýmýzdan gitmezler” diyen, solcu olduðunu düþündüðüm zarif bir kadýn, yanýndaki sevgilisine kýsýk sesle “Çalýþana ne diye baðýrdý anlayamadým. Bunlar kölesiz yapamýyorlar. Kendilerini doðuþtan efendi sanýyorlar. Ne güzel dünya, kendileri özgür, adam köle, sen istediðini yapýp edeceksin, dünyanýn efendisi olacaksýn, diðerleri köle” dedi. Kafamda özgürlük nedir gibi sorular uçuþtu. Aslýnda sorulacak sorulardan bence birisi de þuydu; insan gerçekten özgür müdür? Rousseau’nun “insan kendisinin diðer varlýklarýn efendisi olduðuna inanýr ama aslýnda onlardan daha çok köledir. Ýþin paradoksal yaný þudur ki efendi köleden daha az özgürdür” sözü geldi. Sonra “Kategorik imperatif” deyimi zihnimde uçuþtu. Gerçekten insan, büyük insanlýk projesi adýna acaba koþulsuz olarak kendine buyruklar ve ödevler verip bunu yerine getirebilecek miydi? Yoksa hep bir koþulluluk hüküm sürecek ve insanýn sefaleti hep böyle kalacak mý? Bunu býrakýn anlamayý, sorgulamak için bile bolca soru iþaretine ihtiyacýmýz varken nokta koyanlardan uzak mý dursak acaba?
Elektrik geldiðinde, havuzun ýþýklarý tekrar renkli dönüþümüne baþladý. Ben müsade isteyip ayrýlýrken renkler maviden, mora, oradan yeþile doðru dönüp duruyordu. Biraz uzaklaþtýðýmda evden Ýzmir marþý gelmeye baþladý. DJ gecenin sonunda adet olduðu gibi yine Ýzmir marþýný çalýyordu. Aklýma yine T.Eagleton’un bir sözü geldi. “Kötülüðe yol açan düþmanlýk, kendisini varoluþun karýþýk yapýsýndan kliþe dogmalar ve ucuz sloganlarla korur. Dil doðru bir þey söylemediði halde çoðu zaman söylemiþ gibi yapar. Ýþte metafizik budur. Göz gibi dil de nesne deðil öznedir aslýnda.” Sokrates, “Sadece kim olduðumuzu bilmediðimizi bildiðimizde kendimizle ilgili bilgiye sahip oluruz” diyor. Oradan uzaklaþtýkça müziðin sesi sanki daha çok geliyordu.
Nihat ÜSTÜN
20.06.2018
Son Güncelleme Tarihi: 20 Haziran 2018 14:04