O MAHUR BESTE ÇALAR, MÜJGAN'LA BEN AÐLAÞIRDIK…

09 Mayýs 2018 14:28 / 1719 kez okundu!

 

 

Bir gayret içerisinde derman aradýðýn aþikâr. Ama Trajedi burada baþlýyor. Düccane Cündüoðlu’nun dediði gibi, “Dermanýmýz derdimizin içerisindedir. Mesele bunu görmektedir.” Bana göre de dermanýmýz vasat bir anlayýþ olan düþmanlýk siyasetinden vazgeçmektedir. Yani, siyasetten bahsediyorsak, aradýðýmýz derman, derdimiz olan düþmanlýðýmýzýn bitirilmesindedir. Yani derdimizdedir.

 

*****

 

O MAHUR BESTE ÇALAR, MÜJGAN’LA BEN AÐLAÞIRDIK…

 

Kral da olsak, soytarý da, çeliðe su da versek, bir aðaç gibi tek ve hür olsak ya da orman gibi kardeþcesine, aslen tutkudur bizi peþinde sürükleyen, kendi tadýna varmaktýr arkasýndan koþtuðumuz. Farklý olmak isteriz herkesten, çünkü tutkumuz büyüktür varlýðýmýzdan. Ýlk günah da baþlamýþtýr bir tutkudan, sonra dönüþmüþtür düþmanlýklara.

 

Bu sefer tragedya üzerinden günümüz siyasetine girmeyi deneyeceðim.

 

O mahur beste çalar, Müjgan’la ben aðlaþýrdýk… Nasýl trajik bir þarkýdýr…. Hele söyleyen Ahmet Kaya’ysa.

 

1972 yýlýnýn 6 Mayýsýný acýyla andýk. Atilla Ýlhan asýlan üç genç (Deniz, Hüseyin, Yusuf) için infazýn ertesi günü hüzünlenip bu þiiri yazmýþ, Ahmet Kaya da yýllar sonra onu okumuþtu.

 

Þimdi Trajedinin neresinden baþlamak lazým bilmiyorum. Onlar sonuçta darbeye neden olmuþlardý ama meþru hükümeti, yani halký indiren generallerdi. Onlarýn darbe sonrasý baþbakanlýða getirdiði de CHP’nin en önemli ikinci adamý Nihat Erim’di. Gerçi bu gençler de baþka generallerin darbe yapmasýný umut etmiþlerdi. Hasan Cemal o dönemin bire bir tanýðýdýr. Anlattýðýna göre sol askeri darbe sonrasý Doðan Avcýoðlu’nun baþbakan olacaðýný umut etmiþlerdi ve bu yönde çalýþmýþlar, bir general ile Avcýoðlu’nu gizli görüþtürmüþlerdi. Elbette idam edilmeleri çok yanlýþtý. Keza idamdan 8 yýl sonra o CHP’li baþbakanýn DHKP-C tarafýndan suikastla öldürülmesi de.

 

Ahmet Kaya o besteyi bir þarký ile birleþtirdi. Sonra bir ödül gecesinde, Kürtçe de þarký yapacaðýný söyledi. Kemalist kesim ona çatal, býçak fýrlattý. Üzerine yüründü, yüzüne tükürüldü. O zar zor mekândan çýkarýlýrken Kemalist kesim marþlar söylemeye devam ediyordu. Sonuçta Fransa’ya kaçabildi; orada vatan hasretiyle ölüp bu trajik dünyadan, ardýnda bir trajedi býrakarak geçip gitti.

 

Tragedyayý bir sanat biçimi olarak ilk defa antik yunan döneminde görüyoruz. T. Eagleton’ýn söylediði gibi tragedyayý önemsiz sayamayýz çünkü o, içinde yüzdüðümüz yüksek dram ve hüzündür. Aristo’ya göre, trajedi izlerken hem acýma duymamýz hem de kendi hayatlarýmýz için de korku duymamýz gerekir. Çünkü bu dünyada belirgin olmayan bir saçmalýk ya da düþmanlýk ya da umut yüzünden insan her an bir kötülükle karþýlaþabilir. Bu saçmalýk çoðunlukla insanýn yapýsýyla da ilgilidir. Tragedyada kahraman sonunu bilir aslýnda. Çünkü ortaya çýkan aðýr hüzün yazýlý kaderden baþka bir þey de deðildir. Tragedyada kahraman aslýnda insanlýðýn ta kendisidir. Tragedyaya göre, kaderi yazan, insan denilen varlýðý da böyle planlamýþtýr.

 

Tragedya, insanýn tuhaflýklarýna, yalanlarýna, kahramanlýðýna, taþkýnlýðýna, tutkularýna, acýlarýna, birey olarak kendisinin bütüne kurban edilmesine, kibrine, kurnazlýðýna, politik hasýmlarýna acýmasýz yaklaþmasýna, yýkým ve sefaletine, çeliþkilerine, vasatlýðýna dair bir þeydir. Dolayýsý ile insan yaþamý aslýnda toplam olarak bir trajedidir. Tragedya antik dönemden sonra uzun bir uyku dönemi geçirmiþ, sonra modern çaðýn baþlangýcýnda Shakespeare ile önemli bir atak yapmýþtýr.

 

Otello trajedisini ele alalým: Soylu Otello’ya dost gibi görünen ama düþman olan Iago karakteri önemlidir. Iago onu parçalamaya benliðine sinsi bir hiçlik sýzdýrarak baþlar. Kötülüðü temsil eden Iago’ya göre Otello, övüngen bir kimlik çokluðunu temsil etmektedir. Otello’nun bu eksikliðinde en önemli þey, kendisinin tutarsýz olmasý ve birçok þeyin (mesela kötülüðün) bütünlüksüz olduðunu anlayamamasýdýr. Tragedyada konu böyle akýp gider…

 

Aðlaþma (belki de Atilla Ýlhan’da da öyledir) sadece ölüme deðil, yaþanmakta olana, ortaya çýkan çeliþkilere ve yarýn da yaþanacak olanadýr. Yani insana dair olanadýr. Mesela, 15 Temmuz’da yaþanacak olanadýr. Yani insanlýðýn kaderinedir. Aslýnda yarýn yaþayacaðýmýz kumpaslara, yalanlara, kibre, kurnazlýklara, acýmasýzlýklara, düþmanlýklara ve dolayýsý ile yýkýma ve sefaletedir. Bu trajedi doðuda böyledir ama batýda nasýldýr? Orada yine insana dairdir ama farklý kýlýktadýr.

 

Düþmanlaþtýrmada etken madde salt kötülüktür. Karþý siyaseti kötülük olarak yorumlama gayretimiz de bu yüzdendir. Çoðunlukla Kemalist kesimlerin algýsý din, cehalet ve ortaya çýkan kötülük ve karanlýk üzerinden oluyor. Bunu biliyoruz. Ancak bu varsayým kökten sorunludur. Çünkü insan eylemleri ortaya bir kötülük çýkarsa da, açýklanabilir bir þeye dayanmaktaysa bu durumda onlar kötü olamazlar. Olgu bir nedenden çýkmýþtýr ve kötülüðün asýl sahibi, bu nedendir. Ya da insanlar yaratým olarak kötüdürler ve bu durumda da onlarla ilgili yine söylenecek bir þey olamaz. Çünkü sorumlu olan bu sefer yaradýlýþtýr. Ancak, geçerli olan birincisidir. Yani, Iago’nun söylediði gibi, salt bütünlük taþýyan bir kötülükten bahsedemeyiz. Onun için, bütünsellik taþýyan tüm düþmanlaþtýrmalardan kaynaklanan algý yansýtmalarý, boþluk taþýr. Dolayýsý ile ayný zamanda vasatlýk taþýyan salt kötülük aramakla meþgul olan kim varsa bilsinler ki, boþ iþlerle uðraþmaktadýrlar.

 

O halde siyaseten neden bu kadar düþmanlýk taþýyýp bu tutkumuz yüzünden erdemden dahi vazgeçip siyaseten düþmanlýðýmýza yol verebilecek yalanlara meyil edebiliyoruz? Bunun sebebi bana göre trajedideki gibi tutkularýmýzýn varlýðýmýzdan bile büyük olmasý ile ilgilidir. Bu yüzden kendimizle uðraþmamýz gerekiyor. Ýyi ki yakýn arkadaþlarýmýzla farklý fikirlerdeyiz. Ya hepimiz ayný fikirde olsaydýk ne olurdu? Herhalde ortaya çýkan mutlak bir erdemsizlik olurdu.

 

Trajediye devam edelim… Nazým Hikmet’i düþünelim... Hayatý CHP döneminde komplolarla karartýlmýþ ve ömrünün önemli bir bölümünü hapiste geçirmiþ ve DP döneminde çýkarýlan afla içeriden çýkýp ülkesinden kaçmak zorunda býrakýlmýþtýr. Sonunda onun hayatý da SSCB’de memleket hasretiyle trajik bir þekilde sona ermiþti. O bir þiirinde þöyle diyordu: Ben sadece ölen babamdan ileri, doðacak çocuðumdan geriyim ve bir kavganýn adsýz neferiyim. Bu da onun Marksist anlayýþýnýn en trajik anlatýsýdýr. Çünkü yanlýþ bir saptamadýr ve ömrü bu yanlýþlýk algýsý üzerinden trajediye dönüþmüþtür. Oysa geçmiþ, gelecekten daha fazla varlýða, hayale sahip olmasa da bir zamanlar önem arz etmiþ olmasýndan ötürü deneyip yaratarak önümüzü açtýðý için gelecekten üstün konumdadýr. Halen geleceðe, gerçekleþmemiþ olana hükmedebilmesi de bu yüzdendir. Dolayýsý ile bu alanda asýl olan giriftlik ve karmaþadýr. Geliþen bilimdir, zihin deðil, ahlak deðil, hoþgörü deðil, akýl hiç deðildir. Nazým giderek insanýn daha çok bilgi sahibi olacaðýndan daha mutlu olacaðýna dair bir inanç ortaya koymuþtur. Yani dýþa yönelik bir bilgiden bahsetmektedir. Oysa sorun dýþsal bilgiden çok kendini bilmektedir. Böylece muhafazakarlýk ile devrimcilik kökten farklýlaþýr. Yunus’un dediði gibi; Ýlim, ilim bilmektir, Ýlim kendin bilmektir.  Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktýr? Hal böyle iken Nazým’ýn, Yunus’tan daha ileride olduðu kuþku götürür. Çünkü psikolojiden bahseden Yunus’tur.

 

Sabahattin Ali, öðretmenlik yapmaktaydý ve 1932 yýlýnda bir arkadaþ toplantýsýnda Atatürk’ü (üstelik doðrudan deðil, ima yoluyla) yeren bir þiir okuduðu iddiasýyla tutuklandý. Sinop Cezaevi’nde kaldý. Hapisten çýktýktan sonra (iþsizlik ve açlýða mahkum edilip ancak insanlýk dýþý bir piþmanlýk belgesini imzalamak anlamýný taþýyan korkunç bir kiþiye tapýnma þiiri yazmaya zorlanarak) tekrar öðretmenlik mesleðine dönen Sabahattin Ali hakkýnda, kaleme aldýðý “Ýçimizdeki Þeytan” romaný nedeniyle yeniden davalar açýldý. Daha sonra istihbarat teþkilatýnýn bir elemaný tarafýndan (muhtemel bir emirle) kafasýna kazma vurularak trajik bir þekilde öldürüldü (1948). O dönemin CHP yönetimi suçu iþleyen emniyetçiyi daha sonra affederek devlet görevi verebildi.  Þimdi CHP’li belediyeler onun için anma toplantýlarý yapýyor. Ne kadar trajik bir durum deðil mi?

 

Etrafýnda bilgili ve iyi bir insan olarak bilinen Ýskilipli Atýf Hoca þapka kanunu çýkmadan önce yazdýðý “þapkayý eleþtiren” bir yazýsý nedeniyle üç Aliler mahkemesinde meþru olmayan bir þekilde yargýlanarak ve kanun geriye doðru iþletilerek trajik bir þekilde asýldý. Þu anda þapka kanunu aynen yerinde duruyor ama hayatta iþlemiyor. Doðru olan da bugünkü durum. Trajedi…..

 

Aleviler tek parti döneminde trajik bir þekilde katledildiler, þimdi onlarýn da büyük çoðunluðu katiline âþýk... Nasýl trajik bir durum?

 

K.Maraþ’ta Ecevit iktidarýnýn basiretsizliði yüzünden, derin devletin kýþkýrtmasý, gayreti ve teþviki ile çoðunluðu Alevi 102 kiþi trajik bir þekilde katledildi. Sivas’ta Madýmak otelinde canice bir saldýrý sonucunda insanlar yakýlarak öldürüldüler. Hükümette DYP-SHP koalisyonu vardý. Tansu Çiller baþbakan, Erdal Ýnönü baþbakan yardýmcýsýydý. Temel Karamollaoðlu da Sivas belediye baþkanýydý. Yýllarca eleþtirildi, yargýlandý. Þimdi farklý “dostluklar” var.

 

12 Eylül darbesinden sonra Diyarbakýr cezaevinde aðýr iþkencelerle birçok Kürt genci öldürüldü. Büyük trajediler sonunda PKK terörü bugünlere taþýndý. Bu ölümlere neden olan generallerin büyük çoðunluðu CHP kafasýndaydý. Ama onlar da salt bir kötülüðe sahip deðillerdi. Sorun, bilgi sanýlan bir bilgisizlikti. Çünkü Spinoza’nýn dediði gibi “insanlar bilmedikleri þeyin tutsaðýdýrlar.” Ve onlar gericiliðe, Kürtçülüðe karþý savaþtýklarýný zannediyorlardý.

 

1990 yýllarýydý... PKK, bir kýsým Kürt gencini ihanetle suçlayýp (hangi ihanet?) gayri meþru bir mahkemede yargýlayýp trajik bir þekilde infaz etti. Birçok yerde bombalar koyup masum insanlarý katletti. Devlet de gayri meþru þekilde katliamlar yaptý. Ýhanetler, baskýnlar, provokasyonlar oldu. 27.000 kiþi öldürüldü. Büyük bir trajedi yaþandý. Bir þey binlerce þeye neden oldu. Oysa, Burke’un dediði gibi; “Bizler ancak þimdiki zamaný ölçüt alabiliriz. Bununla birlikte yaþam, bizim sadece þimdiki zamanýmýzla ilgili deðildir. Þimdi yaþadýklarýmýz geçmiþte yapýlýp edilenlerle baðlantýlýlýðýný sürdürür.

 

Demirtaþ’ýn “alanlarý tutun” çýkýþýndan sonra, kurban daðýtan 52 genci (hatta çocuk sayýlacak yaþtakileri) HDP’li gençler linç ederek öldürdüler. O çocuklarýn ne suçlarý vardý da siyasete alet edildiler? Ne kadar trajik bir durum hasýl oldu?

 

Babam her zaman þunu düstur edinmiþti ve daima bizlere söylerdi; “Baþkalarýnýn tecrübelerden yararlanan insanlar en akýllý insanlardýr.” Bunun önemini þimdi daha iyi kavrayabiliyorum. Babam CHP’liydi ama Menderes’in idamýnda aðlamýþtý. Ondan sonra da ýlýmlý bir siyaset güdüp düþmanlýktan kendisini hep uzakta tuttu. Yetmiþli yýllarda bizlerin radikal siyasetimiz için endiþelenirdi. Dolayýsý ile bizler babamdan ileride olmadýk. Zaten böyle bir zorunluluk da yok. Bununla ideal biçim anlatýlmaya çalýþýlýyorsa ideal (olmasý gereken) de olamaz. Zaten bu görüþün vasatlýðý bizlerin ve babalarýmýzýn siyasetinden de ortaya çýkmadý mý?

 

Arkadaþým, sen de babandan daha ileride bir yerde olamadýn. Baban muhtemelen DP’liydi. Ve muhafazakâr sað bir siyasete inanmýþtý. Meþru Menderes hükümeti Yassýada’da gayri meþru darbecilerce uyduruk bir mahkeme kararýyla idam edildiðinde baban muhtemelen bu trajediye çok üzülmüþtü. Sen ise idam edenlerle ayný zihniyette olan eski deniz kuvvetleri komutaný Özden Örnek’in boþ ajitasyon içerikli bir yazýsýný (sadece Cumhurbaþkanýný sert eleþtirdiði için) paylaþýp siyaset yapabiliyorsun. O general, “darbe günlükleri” tutarak sivil bir siyaset için ne ölçüde tehlikeli olduðunu göstermiþtir. O, meþruiyete ve demokrasiye saygýlý olmayan bir generaldi. Bak, onun arkadaþlarý þimdi meþru hükümeti devirmeye teþebbüsten müebbet hapis cezalarýna çarptýrýldý. Yargýtay kararýný bekliyorlar (istersen salt bu konuda uzun uzun yazýþabiliriz). Oysa baban muhtemelen bu tür boþ ajitasyona saðlýklý yaþlarýnda hiç eðilim göstermemiþtir. Dolayýsýyla sen de, ben de ölen babalarýmýzdan ileride deðiliz.

 

Arkadaþým, ormanlarýmýzýn sebepsiz kesildiði yönündeki eleþtirin de doðru deðil. Sen öyle görmek isteyip bunu salt kötülüðe baðlamaya çalýþsan da bu hükümet dünya orman vakfýndan her sene övgü almaktadýr. Çünkü Türkiye 40.000 orman iþçisine sürekli olarak fidan diktiren tek ülkedir. Interpress’in Dünya Ormancýlýk Günü ve Orman Haftasý nedeniyle ormanlarý mercek altýna aldýðý incelemeye göre, bu ülkede son 15 yýlda toplam orman varlýðý artýþý 1,5 milyon hektara ulaþmýþtýr. Dünya Bankasý’na kayýtlý 208 ülkeden sadece 84 tanesinde orman alanlarý artarken, Ýzlanda’nýn ilk sýrada olduðu listede Türkiye’nin 23. sýrada yer aldýðý belirlendi. Veriler bunlarken hükümet ya da Cumhurbaþkaný nasýl olup da salt bir kötülüðe batýp gerekçesiz olarak ormanlarýmýzý katletmekteydi? Gerekçe vardýysa o zaman ancak yanlýþlýk/hata olabilir, bu durumda suçlama da farklý olmak zorundadýr. Siz ise, bunu konuþmayalým, diye kapatýyorsunuz. Çünkü salt düþmanlýktan eminsiniz ve bunu tartýþmak da istemiyorsunuz. Trajedi burada.

 

Arkadaþým, çok güzel aforizmalar yazýyorsun.  Descartes’in akýlcýlýðýna benzer olan Ýbn-i Arabi’nin þu sözünü yazmýþsýn; “Gerçek hiçbir zaman bilinçdýþý deðildir, hizmetkâr ise bundan bihaberdir.” “Her tasavvuf üstadý biraz Freudyandýr” diyenin sözü de güzel oturmuþ. Bizler de bunlarý severek okuyoruz. Bir derdin var, gayretin var, takdir ediyoruz, ki buna ihtiyacýn da yok. Ama siyasete girip kendi düþünle ve tutkularýnla kaldýðýnda yazdýklarýn için ayný þeyleri söyleyemeyeceðim. Kilise duvarýna yazý yazma olayý ile ilgili yazdýðýn umut kýrýcýydý. Bu kilise duvarýna yazý yazma meselesinde demiþsin ki; “Bu arada, Erzurumlu… O vatan diye yýrtýndýðý yerin kime ait olduðunu bilse veya kaç kuþak öteden Diyar-ý Rum olan yerden geldiðini bir bilse. Ama faþizm kurnazca olduðu kadar cehalet doludur.” Duvara yazý yazan adamýn 2 kere intihar teþebbüsünde bulunan bir psikopat olduðu anlaþýldý. (Kaldý ki anlaþýlmasa ne olur, mesela HDP kitlesinden de bir meczup çýkma ihtimali yok mudur?) Bu gibi durumlarda hemen kitlesel bir kötülük algýsýný yapýþtýrmanýn anlamý olabilir mi? HDP için de olmamalýdýr. Bir düþünür diyor ki, “Hayat insanlarý çoðu zaman aþaðýlar.” Ben de ilave ediyorum: Hayat aþaðýlar ama bazýlarý bunun farkýnda bile olmaz çünkü tutkularý insan olmalarý münasebetiyle varlýklarýndan büyüktür. Diðer görüþüne geçelim. Faþizm neden kurnazlýk ve cehalet dolu olsun? Tarihe baktýðýmýzda Alman, Ýtalyan ve Japon faþizminin neyle ilgili olduðunu daha iyi görürsün. Faþizm ile cehalet iliþkilendirilemez. Faþizme neden olan da cehalet deðil, akýldýr, bilim isteðidir.

 

Anadolu hoþgörüsünden bahsedip kibirle aþaðýlamaya kalkýp “Reiz..reiz” demeni de doðru bulmuyorum. Çünkü vasatlýk taþýyor. Bir yandan Ýbn-i Arabî, Hacý Bektaþi Veli, Mevlana, diðer yandan bol aþaðýlama ve sövgü varsa, Yunus’un dediði gibi bu nice okumaktýr? Anadolu hoþgörüsünde hakikati arama vardýr. Ýnsanýn kendisiyle baþa çýkmasý için tekkelerde, çilehanelerde yüksek terbiye ile ömür geçirmesi vardýr. Çünkü Anadolu hoþgörüsü insanýn trajedisini çok iyi bilmektedir. Ancak, sen söylediðinle yaptýðýný yakýnlaþtýramýyorsun. Bir gayret içerisinde derman aradýðýn aþikâr. Ama Trajedi burada baþlýyor. Düccane Cündüoðlu’nun dediði gibi, “Dermanýmýz derdimizin içerisindedir. Mesele bunu görmektedir.” Bana göre de dermanýmýz vasat bir anlayýþ olan düþmanlýk siyasetinden vazgeçmektedir. Yani, siyasetten bahsediyorsak, aradýðýmýz derman, derdimiz olan düþmanlýðýmýzýn bitirilmesindedir. Yani derdimizdedir.

 

Þems, Mevlana’ya “kibirlisin, egoistsin ama bunu bilmiyorsun” der. “Bu kibrini, egonu, kuran okumakla, vaaz vermekle yenemezsin” der. “Kibrini ve egonu gidip meyhanede þarap içip sokaklarda ayyaþ gezip varlýðýný ayaklar altýna alarak ancak yenebilirsin” der. Yani Anadolu hoþgörüsü ayný zamanda pratik arayan bir hoþgörüdür. Cavlakilere, Bektaþilere, Kalenderilere bakýnýz. Küfür etmezler, kendilerinden baþkalarýný molekül kadar bile aþaðýlamazlar. Sen ise þöyle diyorsun: “Uzun, TV’ye çýkýp sadece miyavlasa yine % 40 alýr.” Tasavvuf  öðretisini benimseyenler tabiidir ki insanlýðýn hem soylu hem de aþaðýlýk eðilimleri arasýndaki kavganýn bir parçasý olma zorunluluklarýnýn farkýndaydýlar. Bunu aþamayacaklarýný da bildiklerinden Tanrý ile mistik bir birlik aradýlar. Bu aktarým da önemli bir iyiye iþaret ediyor. Anadolu hoþgörüsü bunu batý gibi Tragedya sanatý ile dýþa yansýtma gayretinde olamadý. Ama onlarýn kendi bildikleri yol, içe kapanýk bir yol olsa da, bu yine de terbiye ile derdine derman arayan bir yoldu.

 

Bizler de vasat bir yol olan düþmanlaþtýrýcý yollarý seçmemeliyiz. Diðerinin söylediðinin en zayýf anlamýný alýp ortaya çýkmamalýyýz. Arkadaþlarýmdan bazýlarý þöyle diyebilir; “AKP’liler de bunu yapmýyor mu? Onlarla ilgili olaný neden yazmýyorsun?” Ben arkadaþlarýmýn yaptýðý ile ilgili olaný yazýyorum. Yani derdim “Biz” ile ilgilidir ve “Biz” ile uðraþmaktýr.

 

Ah Aristoteles, ah Shakespeare,  ah Þems-i Tebrizi, neler anlattýnýz? Ne anladýk?

O mahur beste çalar, Müjgan’la ben aðlaþýrdýk.

Ah tragedya...

 

Nihat ÜSTÜN

09.05.2018

 

Son Güncelleme Tarihi: 13 Mayýs 2018 00:14

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.