ÖZGÜRLÜK FELSEFESİ (Liberal ve Cumhuriyetçi bakış)
18 Nisan 2018 22:55 / 1268 kez okundu!
Bugün herkesin hatta radikal sol gurupların da sıkça kullandığı “özgürlük” meselesine değinmek istedim. İnsanlar genellikle ilgilendikleri alanda özgürlükçü olurken endişelendikleri alanda daha çok özgürlük adına kısıtlayıcı olabilmektedirler. Ülkeler de böyledir.
******
ÖZGÜRLÜK FELSEFESİ (Liberal ve Cumhuriyetçi bakış)
Bugün herkesin hatta radikal sol gurupların da sıkça kullandığı “özgürlük” meselesine değinmek istedim. İnsanlar genellikle ilgilendikleri alanda özgürlükçü olurken endişelendikleri alanda daha çok özgürlük adına kısıtlayıcı olabilmektedirler. Ülkeler de böyledir.
Özgürlüğün entelektüel geleneğine göz atıldığında, ilk defa Antik Yunan döneminde kavram olarak tartışılmaya başlandığını gözlemleriz. “Özgürlük” kavramı antik Yunan filozoflarının ve tarihçilerinin eserleriyle önce Romalılara sonra da modern Avrupa ve Amerika’ya geçmiştir. Sonra da bütün dünyada siyasete dahil olmuştur. Ancak, Anglo-Sakson özgürlük anlayışı ile kara Avrupa’sının özgürlük kavramları modern dönemde laiklik gibi farklı çizgilerde gelişmiştir. İngiliz ve Amerikan liberal geleneklerinde özgürlük kavramı birey kavramına bağlanmıştır. Oysa kara Avrupa geleneğinde özgürlük kavramının bağlantılı olduğu şey akıldır. Bu anlayışa göre kendilerini aklın tarif ettiği biçimde yöneten kişiler en özgür kişilerdir. Kara Avrupa özgürlük geleneğinde soyutluk, tahmin, zihin okuma, gelecek korkusu, ön yargılar hüküm sürerken Anglo-Sakson anlayışta somut olarak birey vardır. Türkiye cumhuriyeti kuruluşunda ve öncesindeki ittihatçılar döneminde de tercih hep akıl ve kolektivizm, devletin eğitimine güven, dolayısıyla Fransız aydınlanması olmuştur. Bu düşünceyi Osmanlıdan Cumhuriyete taşıyan kişi Rousseau ve Durkheim gibi Fransız düşünürlerinden esinlenen Ziya Gökalp olmuştur. J. J. Rousseau Fransız özgürlük anlayışının en referans düşünürüdür.
O, toplumcu, cumhuriyetçi ve devletçi yanıyla “Emile” adlı bir eser yazmıştı. Rousseau, Emile’i hiç değilse on beş yaşına kadar, insanlardan uzak, her türlü toplum hayatının dışında yetiştirilmiş biri olarak anlatır. Ona göre Ailenin verdiği gerici eğitim toplum olmada ve özgürlük meselesinde en önemli sorun olarak görülüyordu. Kendini özgürlükçü addeden bu pedagojinin temelinde şu yatar: Çocuğun kişiliğini geliştirmek, doğasının ona bıraktığı iyi şeylere saygı göstermek, ondan akla dayanmayan her türlü peşin hükmü ve batıl inancı, her türlü geleneği çıkarıp atmak gerekir. Kısacası temel mesele onu kendi kendine yargılara varabilecek, akılcı, bilimci bir yurttaş yapmak gerekirdi. İnsan böylece özgürleşebilirdi.
Oysa akıl, insanın hırsını, hasedini, tutkularını, dolayısı ile “özgürlüğünü” belirleyen şey değildir. D. Hume’un dediği gibi tersine aklı etkileyen şey duygulardır ve ona göre algılarız. Rousseau yazmış olduğu bilimsel insan yetiştirme çabası olan “Emile” adlı eserini o dönemde oldukça saygı duyduğu Voltaire’e göndermiş, ondan övgü beklemişti. Oysa Voltaire de D.Hume gibi düşünüyordu. Voltaire “Emile” yapıtını okuduktan sonra 30 ağustos 1755 tarihinde J. J. Rousseau’ya karşı Fransa’da oldukça popüler olmuş ünlü mektubunu yayınlar. Voltaire bu mektubunda şöyle demektedir: “Bizi yeniden hayvan yapmayı istemek için bunca zekâ şimdiye kadar hiç kullanılmamıştı; eserinizi okuyup bitirince insanın içinden dört ayak üzerinde yürümek isteği geliyor.”
İnsan kendi başına amaçtır. Özgür toplumu oluşturmada Platon, J. J. Rousseau, K. Marks vd. gibi, insanı araç olarak kullandığınızda ortaya çıkan özgürlükler de soyut olmaktadır. Bunun için özgürlük alanında da temele oturtulması gereken sadece somut varlık olarak “bireydir”. Fransız aydınlanma geleneği daha sonra J. J. Rousseau çizgisinde bir miktar kişi özgürlüğünü ama daha çok, toplumsallaşma, devlete saygı, devlette güçlerin birliği, cumhuriyetçilik ve eşitlik temelinde bir yapısallık üzerine oturacaktı.
Sosyalizm eşitliğe, liberalizm gerçek anlamda birey özgürlüğüne, muhafazakârlık bilgeliğe, geleneklerimize ve var olan istikrara vurgu yapmaya çalışır ama sadece birey özgürlüğü ile ilgili olan siyaset diğer idealleri de imkânlı kılma gücüne sahiptir. Liberalizme göre en temel varlık bireydir. Çünkü birey diğer tüm toplumsal kategorilerden (cemaat, sınıf, halk) daha gerçektir.
Özgürlük alanında “somutluk” meselesi insanların kafasını 17. yüzyıldan bu yana kurcalamıştır. Özgürlük kavramını somut bir şekilde kavramak istersek, onun negatif ve pozitif karakterler taşıdığını görürüz. Çünkü her türlü özgürlük talebi yeterince hakikat taşımaz. D.Hume 18. yüzyılda çaba sarf ederek “Özgürlük” anlayışını sistemli olarak ilk defa negatif anlamında ortaya koyuyordu. Negatif özgürlük anlayışı, genellikle özgürlük anlayışında sadece neyin yapılmaması gerektiğini ortaya koyan bir anlayıştır ki doğru anlayıştır. Bunun etkilerini basit ve negatif yönüyle günümüz İngiliz anayasasında gözlemleyebiliriz. Basitlik sadece yapılması durumunda diğerlerine zarar vereceğinden dolayı kısıtlanan alanı belirler. Negatif özgürlük anlayışı, belirlenen alanın dışındaki tüm alanı özgürlük alanı olarak tespit eden bir kavrayıştır. D. Hume buna çok açık şöyle bir örnek vermiştir: “Adalet kurallarının başlıca amacı adil davranışları geliştirme değil gayri adil davranışları önlemektir.” Bu tam bir özgürlük manifestosudur. Yani özgürlük meselesini açarken esas olan negatif ve pasif bir yerde durmaktır. Oysa pozitif özgürlük algılayışı, kişinin özgürlük alanlarını ve yapması gerekenleri tespitle ilgilidir. Bu tarz bie özgürlük anlayışı mutlak kısıtlamalara gidecektir. Mesela sosyalistler Rusya’da “Ekmek, Barış, Özgürlük” sloganları atarak iktidarı ele geçirdiklerinde önce toplum projelerini ortaya koyarak toplumun özgürlüğünü sert biçimde kısıtlamışlardır. Negatif özgürlük değerlerini 18. yüzyıldan bu yana ısrarla savunan D. Hume, yeryüzünde bazı pozitif adalet anlayışlarını hayata geçirmeye yönelik heyecan ve gayretlerin, aslında gerçek adalet ve özgürlüğe büyük bir tehdit oluşturduğunu görmüştür. Yani kısaca insanlık aslında neyi projelendirmek istemişse onu aslında kısıtlamıştır.
Konuyu biraz daha açmaya çalışalım. Pozitif özgürlük anlayışında her zaman bir toplum önerisi vardır. Negatif karakterli özgürlük anlayışında bir toplum önerisi yoktur ama bir devlet önerisi vardır. Dolayısı ile negatif algı, sonuçta toplumla ilgilenmemiş, onun yaşam biçimine vs. karışmamış, toplumu serbest bırakmıştır. Bu liberal algı, devletin projelendirmesine yönelerek öneriler geliştirmiş, sonunda güçler ayrılığı prensibini sistemleştirerek devletin gücünü kısıtlayabilmiş, özgürlük alanına büyük katkıda bulunmuştur. Bunu başaran üç liberal düşünür de (J. Locke, D. Hume ve Voltaire) negatif algıdan hareket etmişlerdir. Montesquieu ve Voltaire adeta İngiliz liberal aydınlanmasının Fransa’daki temsilcisi gibiydi.
Buna tarihten onlarca örnek verebiliriz. Günümüz dünyasından bir örnekle açıklamak gerekirse Fransız parlamentosunun Ermeni soykırımının inkârını suç sayan kararını göz önüne getirebiliriz. Bu kararla Fransa’da tam da D.Hume’un anlattığı gibi özgürlüğün pozitif olanı ele alınarak bireyin yapabileceği adil davranış tarif edilmiştir. Ve özgürlük adına ön şart ortaya çıkarılmış ve özgürlük kısıtlanmıştır. Birey artık Ermeni soykırımı hakkında konuşacaksa, adil davranış gereği soykırımı kabul etmek zorundadır. Oysa negatif özgürlük anlayışında adil davranışlar tarif edilmeden, sadece gayri adil davranışlar tarif edilmeliydi. Bu daha büyük bir özgürlük alanı yaratacaktı. Hrant Dink de soykırıma inanmasına rağmen Fransa’da bu kararın çıkmaması için büyük çaba göstermişti. AB, bu kararın (negatif) özgürlükçü demokrasi anlayışıyla bağdaşmayacağını ifade etmiş, akabinde Fransa, AB’de ortak ideal demokrasi anlayışı olan liberal bakış nedeni ile bu kararı yürürlüğe sokamamıştır. Örneğin Fransa’da militan demokratların etkisiyle alınan karar doğrultusunda yasa onaylanabilirdi. Bu durumda tartışabilme ortamı yok edilecek, eğer fikir doğruysa insanlar yanlış olanı doğru olan ile değiştirmek imkânından mahrum edilmiş olacaklardı. Eğer fikir yanlış ise, onlar hemen hemen aynı derecede büyük faydayı, yani hakikatin yanlış ile çarpışması neticesinde, onun daha açık olarak anlaşılması ve daha canlı bir tesir yaratmasını elden kaçırmış olacaklardı.
“Siyasal liberalizm, siyasette genel doğru üzerinde ısrar etmenin demokrat vatandaşlık ve meşru hukuk kavramı ile bağdaşmayacağını temsil eder.” J. Rawls
Nihat ÜSTÜN
18.04.2018
Son Güncelleme Tarihi: 20 Nisan 2018 18:03