SÝYASÝ GÖRÜÞLERÝMÝZÝ SORGULAMAK
13 Haziran 2019 14:20 / 2212 kez okundu!
Bakýyorum siyaset algýsý üzerinden birbiriyle selamý sabahý kesenler giderek artmakta. Selamý keserek yobazlaþtýðýný gösteren kiþiye acýmaktan baþka ne yapýlabilir? Bir insaný siyaset açýsýndan bu kadar güçlü bir eminlik taþýmasý için mutlaka iki durumdan birinin içinde olmasý gerekir: Birincisi, uzun süreli ve derinlikli okumalar yapmýþtýr ve sonunda dünyanýn yuvarlaklýðý kadar emin bilimsel gerçekliðe ulaþmýþtýr. Ýkincisi ise, hiç okumamýþ, araþtýrmamýþtýr ama genel geçer spekülasyonlarý tek taraflý olarak ele alýp gerçeklik olarak deðerlendirmiþtir.
****
SÝYASÝ GÖRÜÞLERÝMÝZÝ SORGULAMAK
Bakýyorum siyaset algýsý üzerinden birbiriyle selamý sabahý kesenler giderek artmakta. Selamý keserek yobazlaþtýðýný gösteren kiþiye acýmaktan baþka ne yapýlabilir? Bir insaný siyaset açýsýndan bu kadar güçlü bir eminlik taþýmasý için mutlaka iki durumdan birinin içinde olmasý gerekir: Birincisi, uzun süreli ve derinlikli okumalar yapmýþtýr ve sonunda dünyanýn yuvarlaklýðý kadar emin bilimsel gerçekliðe ulaþmýþtýr. Ýkincisi ise, hiç okumamýþ, araþtýrmamýþtýr ama genel geçer spekülasyonlarý tek taraflý olarak ele alýp gerçeklik olarak deðerlendirmiþtir.
S. Zweig'ýn düþünür ve þair olan Kleist için söylediði "O gerçekliði pek bilmezdi ama hakikat hakkýnda bilgisi sonsuzdu" sözü aklýma geldi. Hakikat hakkýndaki bilginin sonsuz olmasý ile gerçeklik açýsýndan birçok þey bilmek ayný düzleme oturmaz. Mesela, hakikat hakkýnda sonsuz bilgiye sahip olmak hayatýn hiçbir amacýnýn olmadýðýna dair tek bir bilgiye bizi götüren bir soyutluðun ifadesi de olabilir. Yani hakikat daha büyük oranda soyutlukla ilgili bir kavramdýr. Sokrates'ten bu yana hakikati arayan disiplinlerden birisi de siyaset felsefesidir ama onun bilgisi gerçeklik arayan fizik biliminden farklýdýr. Bu açýlardan bakýldýðýnda netlik bulan düþmanlýk ne kadar tuhaf bir þeydir.
Mesela, eðer geçmiþ dönemde Türkiye demokratik, laik ve bir hukuk devleti iken ve her þey günlük güneþlik iken bugün her þey baþtan sona yok edilmiþ olup artýk sadece halkýn iradesine dayanmayan bir diktatörlük varsa bu bizleri düþmanlýða sürükleyebilir. Bu durumda bile yoðun bir araþtýrmaya ihtiyaç duyarýz. Yine de anlamýþ olmaktan ürkerek anlamaya çalýþýrýz.
Anlamaya nasýl çalýþýlýr? Geçmiþ yapý ile yaþanmakta olan siyasi ortam detaylarý ile karþýlaþtýrýlmak zorundadýr. Çünkü insan düþmanlýklara teþne yapýsýyla her farklý durumu diktatörlük ya da faþizm olarak sloganlaþtýrarak anlatmak ister. Bu çoðunlukla insanýn ontolojisine dayanan düþmanlýðýný kuvvetli þekilde gerekçelendirme isteðidir. Ýþte bu yazýmda onlarýn yerine karþýlaþtýrmayý ben yapmak istedim.
Türkiye 2002 öncesinde demokratik bir yapýda deðildi. Laik bir ülke de deðildi ve hukuk devleti de deðildi. Dolayýsýyla, düþmanlýðýnýzýn baþtan çökmüþ olmasý gerekir.
Demokratik yapýda deðildi çünkü 1950’den 2002’ye kadar dünyada en çok askeri darbeye ve darbe teþebbüsüne maruz kalmýþ bir ülkeydi. Perde arkasýnda hep askeri vesayet vardý. Demokratik yöntemler ile seçilmiþ olanlar, ancak Kemalistlerin (askerin silahlý olmasý dolayýsýyla) kendilerine çizdiði alanda demokrasicilik oynayabiliyordu. Mesela, Batý dünyasýnda önemli bir siyasetçi ve AB parlamenteri olan Arie Oostlander 2002 öncesinde þöyle diyordu: “Türkiye normalleþmeli, yani askerin rolü deðiþmeli. Devletin temel felsefesi olan Kemalist felsefe ise temelden deðiþmelidir.” Graham Füller ise þöyle diyordu: “Bugün Türk devletinin bir sorunu varsa, bu aslýnda Kemalizmin deðiþmez bir deðerler paketi olarak var olmayý sürdürmesidir. Hangi türden olursa olsun hiçbir metin ortaya çýktýðý þartlar altýndaki metinlerle sürekli olarak yorumlanamaz.”
Demokrasiye çeþitli açýlardan bakalým. Yunanistan, karasularý anlaþmazlýðý ile ilgili olarak Türkiye’ye Ecevit döneminde nota verdiðinde genelkurmay baþkaný Evren, önce davranarak “notayý reddettim” diye demeç vermiþti. Çünkü bu olgu ayný zamanda devletin sahipliði bakýmýndan bir göstergeydi. Oysa demokrasi seçilmiþlerin yönetimiydi. Türkiye’de 1960 darbesinde askerler, iktidarýn gerçek sahibinin bürokrasi olduðunu (seçilmiþlerin kulaklarýna küpe olmasý bakýmýndan) vurgulamak adýna baþbakaný ve iki bakaný asmýþlardý. Üstüne üstlük darbe günü bayram ilan edilmiþti. Bununla birlikte yargýda, basýnda ve üniversitelerde de büyük bir hegemonya kurulmuþtu. Seçilmiþ Erbakan hükümeti, darbe olmasa da askerin tehditleri ve zoruyla birçok karara imza atmak ve sonunda istifa etmek zorunda býraktýrýlmýþtý. O gün de Cumhuriyet gibi gazeteler bu oyunun baþ aktörlerindendi. Yani, çok açýk görüldüðü gibi, kýsaca 2007/8’e kadar Türkiye demokrasisinden bahsetmek pek mümkün deðildi çünkü demokrasinin ana kuralý olan halkýn iradesi bir türlü muktedir olamýyordu. Bu süreç ancak 2015’te tam olarak sonlanabildi.
Laikliðe gelelim. Bir ülkenin kendini laik olarak tanýmlamasýnýn bir önemi olmaz. Asýl olan dýþ bir gözle o ülkenin gerçekten öyle olup olmadýðýnýn araþtýrýlmasýdýr. 50 yýllýk süreçte laikliði sanki Türkiye keþfetmiþ, bir de dünyaya da ders veriyor gibiydi. Oysa o dönemde laiklik, olduðundan baþka yana çekilerek abartýlmýþ, adeta demokrasinin üzerine çýkarýlarak Kemalist rejimin tuhaf bir dayanaðý haline haline getirilmiþtir. Halbuki Batý’da laiklik ilkesi J. Locke tarafýndan hoþgörü üzerinden ele alýnmýþ ve basitçe anlamlandýrýlmýþ bir ilke idi. Laiklik basitçe kimsenin inançlarýna, vicdanýna ve kýlýk-kýyafetine karýþýlmamasýdýr. Bu temel Batý laikliði üzerinden bakýldýðýnda Türkiye laikliði hiç anlamamýþ ve baþaramamýþ bir ülkeydi. Çünkü Türkiye herkesin kýlýk kýyafetine bakýyordu. Bu yüzden geçmiþte birçok kiþiyi de asmýþtý. Ýnançlarýna ise çok daha fazla karýþýyordu. Mesela, bazý kadýnlar inancý gereði baþörtüsü takýyordu ama bunlar adliyelerde baþlarýný açmak zorundaydýlar. Yani haklarýný aramak için devlet kapýsýna geldiklerinde bile kýlýðýna kýyafetine karýþýlýyordu. Eðer bazý eþarplýlara müsamaha ediliyorsa bu Kemalist hakimlerin insaniyetinden sayýlýyordu. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra baþörtülüler artýk üniversitelere sokulmaz olmuþtu. “Ýkna odalarý” kurulmuþtu. “Ýkna” olmayanlar okula sokulmuyorlardý ve “ikna” olanlara da belge imzatýlýyordu. Ancak maddi durumu iyi olanlar baþörtülerini çýkarmak zorunda kalmadan Avrupa üniversitelerinde okuyabiliyorlardý. Baþörtülü avukatlar mahkemeye alýnmýyorlardý. Asker savaþa gidiyordu ama onun baþörtülü annesi kýþlaya, orduevine sokulmuyordu. Baþörtülü milletvekili parlamentoya Avrupa’da girebilirken Türkiye’de bunu yasaklayan bir kanun olmamasýna raðmen yasaktý. Ecevit döneminde ilk talep CHP’lilerin büyük tepkisiyle karþýlaþmýþ ve sonuçta Merve Kavakçý Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmýþtý. Halkýn seçtiði baþbakan, bakan ve milletvekillerinin baþörtülü eþleri askeri protokole giremiyordu. Böylece laik bir devlet olunamamasýna karþýn, dünyada kendini bu kadar vurguyla laik olarak tanýmlayýp önemseyen bir devlet de yoktur. Mesela, Türkiye’de cumhurbaþkaný yapýlmýþ A. Necdet Sezer þöyle bir konuþma yapýyordu: “Dünya yaþamýný din kurallarýnýn etkisinden kurtarýp bilim ve aklýn egemenliðine býrakan laiklik, çaðdaþlaþmanýn vazgeçilmez öðesidir. Demokrasinin temelini oluþturan laiklik ilkesi olmadan din ve vicdan özgürlüðünden bahsedilemez.” Oysa demokrasilerde insanlarýn dinine, vicdanýna, kýlýk-kýyafetine karýþýlamaz. Ama konuþmanýn bütününde anlam bütünlüðü yok ve karýþýk bir algý var. Laikliðin görev tanýmlamasýnda ülkeyi din kurallarýnýn etkisinden kurtarýp aklýn egemenliðine býrakmak gibi bir ilke hiçbir Batý ülkesinde yoktur. Çünkü bu birinci cümle ile ikinci cümle arasýnda anlam bütünlüðü yok. Kavramlar geliþigüzel kullanýlmýþ. Çünkü dünyada var olan yaþamý dini kurallardan kurtarmak gibi bir misyon demokrasiyi aþan bir anlayýþtýr. Bilim ve aklýn egemenliði ise felsefi bir kavramdýr ve birçok Batýlý filozof için negatif anlamdadýr. Çünkü mesela, Nazi Almanyasý aklýn ve bilimin egemenliðinde katliamlar yapmýþtýr. Sosyalist ülkelerde de ana ilke bilimin ve aklýn egemenliðidir.
Batý bu konudan çok çektiði için din kurallarýyla yaþamak isteyenlere karýþmaz. Mesela, ABD’de elektriði bile “þeytan icadý” diye reddeden Amish cemaatine kimse karýþmaz çünkü laiklik ilkesi önemlidir. Mesela ABD’de mahkemelerde Ýncil’e el basýlarak yemin ettirilir. Din siyasete alet edilemez diye bir kural da yoktur. Din adamlarý çoðu zaman siyasete iliþkin söylemlerde bulunabilirler. Dinci partiler de olabilir. Laiklik var diye böyle bir yasak da yoktur. Sadece açýkça faþizmi öven partiler yasaklanmýþtýr. Orduda din subaylarý vardýr. Mesela, bizde bu konudaki bir giriþime CHP büyük tepki gösterdi. Hem de laiklik vurgusu altýnda. Mesela, ben aklýn egemenliðini doðru bulmayýp din kurallarýna göre kendi yaþamýmý sürdürmek istiyorsam, laiklik adýna engelenecek miyim? Dolayýsý ile Batý entellektüeli için bu konuþma vasat bir hamasetten baþka birþey deðildir. Sonuçta laiklik basitçe hamasete kaçmadan konumlandýrýlmýþtýr. Demokrasilerde temel mantýk halkýn insan haklarýna uyan meþru taleplerinin karþýlanmasýdýr. Bunun dini talepler olup olmadýðýný laikliði siyasete oturtmuþ olan Batý sorgulamaz ama kendini laikliðin bekçisi gören Türkiye sorguluyordu.
Hukuk devletine bakalým. Türkiye’de halkýn iradesi olan seçimlerle iþ baþýna gelmiþ hükümetler vardý ama onlar muktedir deðillerdi. Çünkü halk tarafýndan seçilmemiþ, Kemalist rejimi korumakla görevli anayasal hukuk kurumlarý vardý ama anayasayý halkýn özgür iradesi yapmamýþtý. Anayasayý her zaman darbeciler hazýrlamýþtý. Ve anayasaya hayýr demek suç sayýlan bir seçimle yeni anayasa kabul edilmiþti. Halkýn seçtiði parlamento da bu kurumlara ters düþen kararlar alamazdý. Elbette anayasal kurumlar olmak zorundaydý ama bu anayasal kurumlarýn da halkýn dolaylý seçimiyle oluþturulmasý gerekirdi ama bu yoktu. Yani anayasa mahkemesi, danýþtay, yargýtay, YSK ve cumhurbaþkanýnýn seçimi gerçek demokrasilerde halkýn iradesiyle iliþkili olmak zorundadýr. Ama Türkiye’de bu iliþki halka güvenilmediði için kesilmiþ ve her kurumun diðerini seçtiði bir iç seçimle halledilir hale getirilmiþti. Bu kurumlar yetkilerini aþarak isterlerse yerindelik denetimi de yapabiliyordu. Mesela, herhangi bir kararý, diyelim ki çok önemli bir özelleþtirmeyi, Danýþtay isterse halkýn çýkarýna deðildir diyerek reddedebiliyordu. Bu kurumlar cumhurbaþkanýný da baský ve tehdit ile kendilerine uygun þekilde seçtiriyordu. Çünkü cumhurbaþkanlarý parlamentonun seçimi dolayýsýyla halkýn iradesiyle en irtibatlý bürokrattý. Ordu sadece cumhurbaþkanýný istediði gibi seçtirdiðinde gerisi kendiliðinden halledilip halkýn iradesi silikleþtirilmiþ olabiliyordu. Demirel, cumhurbaþkanlýðý için ideal isimlerden birisiydi.
Üniversiteler ise daha berbat bir yapýdaydý. Bütün rektörler okul açýlýþlarýnda öðrencilerini Atatürk ilkeleri ve devrimleri doðrultusunda Atatürk milliyetçiliði ile yetiþtireceðine dair söylemlerde bulunuyorlardý. Oysa üniversiteler bilim kuruluþlarýdýr ve Batý’da böyle bir söylem ancak komik karþýlanabilirdi. Mesela, ben Atatürk milliyetçisi olmak zorunda mýyým? Atatürk devrimlerinden bazýlarýnýn yanlýþ olabileceðini söyleyebilir miyim? Üniversitelerde her fikir tartýþýlabilir olmak zorunda deðil midir?
Þimdi bu düþmanlýk güdenlere soruyorum. O dönemlerde CHP’ye ve diðer partilere bu kadar düþman mýydýnýz? Deðilseniz, bugünkü düþmanlýðýnýz demokrasi, laiklik ve özgürlük arayýþýndan ortaya çýkmýþ olamaz.
Bugün olanlarda da yanlýþlýklar olabilir, bunlarý tartýþabiliriz ama bu bizi düþmanlýklara götürmemelidir. Çünkü düþman olmamýz için desteklediðimiz tarafýn pürüpak, diðer tarafýn ise baþtan sona yanlýþ ve bütüncül kötülüklerle kaplý olduðunu ispat etmiþ olmamýz gerekir. Oysa bugüne baktýðýmýzda askeri vesayete son vermiþ bir ülkedir artýk Türkiye ve seçilmiþler geçmiþe göre çok daha muktedirdirler ve bu demokrasinin en temel prensibidir. Tabiidir ki diðerlerinin eleþtirileri de olmalýdýr. Ayrýca artýk kýlýk-kýyafet sorun olmaktan çýkarýlmýþtýr. Devlet memurlarý da artýk buna dahildir. Parlamentoda bile baþörtüsü serbesttir. Kürtler, Aleviler, tüm dini ve etnik azýnlýklar eskiden olmayan önemli haklar elde etmiþtir. Ýnsanlarýn inançlarý konusunda tabiidir ki bazý reformlar daha yapýlabilir ama þimdiki dönemde inanç konusunda her bakýmdan saygýnýn, hoþgörünün, özgürlüðün çok daha fazla olduðu bir gerçektir. Ýslam coðrafyasýnda ilk ve tek Ateizm Derneði’nin ancak 2014’te Türkiye’de kurulabilmiþ olmasý da buna dahildir. Ülkede büyük oranda bir sosyalleþme olmaktadýr. Her yer cafe ve barlarla dolup taþmaktadýr. Bu sürede var olanýn on katý cemevi devlet tarafýndan yaptýrýlmýþtýr. Bu alanda da eksiklikler olabilir. Ama en azýndan eskiye göre çok daha laik bir ülke olduðumuzu söyleyebiliriz. Hukuk devleti açýsýndan yüksek yargý ile halkýn iradesi arasýnda bað kurulmuþtur. Cumhurbaþkaný, baský ve dayatmanýn dýþýnda, dolaylý deðil, doðrudan halk tarafýndan seçilmektedir. Artýk Batý’daki gibi, parlamento, cumhurbaþkaný ve bazý kurumlar yüksek yargý organlarýný seçtiðinden halkýn iradesi ile yüksek yargý arasýnda da irtibat kurulmuþtur. Bunlarýn hepsi tek tek tartýþýldýðýnda görülen en önemli þey, pürüpaklýðýn da bütüncül kötülüðün de olmadýðýdýr. Dolayýsý ile, bundan düþmanlýklarýn anlamsýzlýðýný anlarýz.
Bu sefer gerçekten anlama çabasýnda olanlar doðru bir tartýþma ortamý ve iki taraflý okumalara yönelmelidir. T. Eagleton Tatlý Þiddet adlý kitabýnda þöyle demektedir: “Hegel’e göre trajik eylemi ölümlülük deðil tek yanlýlýk meydana getirmektedir.” (s.122) Bu ne kadar doðru bir saptamadýr. Her fikrimizin ne ölçüde tarafsýz olabildiðini düþünmek zorundayýz. Oysa insanlar vasatlýk içinde düþmanlaþmakta ve doðru bir siyasi tarzdan yoksun olarak boðuþmaktalar. McIntayre “Maalesef bugün çoðumuz siyasi görüþlerimizi felsefi sorgulamadan geçirmek için herhangi bir tarzdan yoksunuz” diyerek adeta bu vasatlýða vurgu yapmýþtýr. Çünkü daha çok iþ gören, retorik ve sözü eðip bükmeler üzerinden yol almalardýr. Bugün Türkiye’de düþmanlýk üzerinden siyaset yürüten partizanlýk eðilimindeki kiþilerin görüþlerini felsefi bir sorgulamadan geçiremediklerini görmekteyiz. Oysa insanlýðýn düþünce birikimini tanýmak için herhangi bir gayret içinde olmayanlar kendi aklýnýn sýnýrlarýna mahkum kalýrlar.
Bu açýdan ben sadece iki noktaya vurgu yapmak isterim: Birincisi, birçok þeyin muðlaklýðýna inanmaktýr. Ýkincisi ise, siyasi tartýþmalarda doðru bir tarzýmýzýn olmasýnýn taþýdýðý önemdir.
Nihat ÜSTÜN
12.06.2019
Son Güncelleme Tarihi: 13 Haziran 2019 14:42