TATLI HUZUR VE HDP
06 Haziran 2018 12:38 / 1599 kez okundu!
Politika bütün dünyada gerçekten tarih boyunca hem şiddet hem de yoz bir süreç izlemiştir. Yozluk ve pespayelik iki şekilde kendini gösteriyor: Birincisi, siyasetin retorik üzerinden yapılıyor olmasıdır. İkincisi ise, iki yüzlü yapılmasıdır. Kim barış, demokrasi, özgürlük sloganları atıyorsa, onların demokrasi ve özgürlükler için ana tehlike olduğunu unutmayalım.
*****
TATLI HUZUR VE HDP
Sarışın hoş profesör kadın, şehir dışındaki seminerinden yorgun bir şekilde İzmir’deki evine yeni dönmüştü. Çantasını bir sandalyenin üzerine atıp kendisini koltuğun üzerine bırakıverdi. TV’yi açtı TRT’de “Tatlı bir huzur almaya geldim Kalamış’tan” şarkısı söyleniyordu. Gençliğini hatırlayarak sonuna kadar dinledi. O da nereye giderse gitsin evindeki huzuru hiçbir yerde bulamıyordu. Şarkı bitince kanal değiştirdi. Demirtaş saz çalıyordu. Profesör “Ah yakışıklım benim” dedi. Sonra Selahattin güzel eşi ile çarpıcı modern kıyafetler içerisinde el ele yürüyorlardı - tıpkı Esad’ın güzel karısıyla el ele yürümeleri gibiydi sahne. “Ah canlarım benim. Ne güzel de yakışıyorlar birbirlerine, sizleri görünce benim de içime bir huzur geldi” diye kendi kendine konuştu. “Türkiye’ye birgün barış, özgürlük, eşitlik gelecekse bunu sizler başaracaksınız, benim cumhuriyetçi, devrimci kardeşlerim” dedi. Sonra, tatlı bir huzur umarak orada koltukta uyuyakalmıştı. Tatlı bir huzur mu?..
Bir zamanlar İrlanda’daki şiddet bugünkü Türkiye’ye benzerdi. Orada tahminen 4000 kişi terör kurbanı olmuş, on binlerce kişi de sakat kalmıştı.
1916’da İrlanda’da büyük bir siyasi kriz patlamıştı. İrlanda milliyetçisi ve sosyalisti olan İRA ile İngiliz devleti kanlı bir savaşa girişmişti. İRA her gün suikastlar yapıp can alıyordu. İngilizler de İRA’dan daha çok milİtan öldürüyordu ama bu sefer saldırı çok daha şiddetliydi. İRA, ilk defa halkı da direnişe çağırıp barikatlar kurmuştu. Ancak halk buna icabet etmemiş günlük hayatına devam etmişti. Dublin’de İngiliz kuvvetleri oldukça büyük kayıplar vermişti ve siviller de ölmekteydi ama Almanların gönderdiği bir gemi dolusu silah, bir yanlış anlama sonucunda İRA’nın eline geçmeyince onlar için felaket ortaya çıkmaya başlamıştı.
İRA liderlerinden J.Connolly ayağından vurulmasına rağmen birçok ölüyü ardında bırakarak kaçmayı başarabilmişti. O partizan arkadaşı (Moly) ile birlikte kırsalda bir eve sığınmıştı. Silahlıydılar. Kır evinde tesadüfen felsefeci/filozof Wittgenstein ve arkadaşı N. Bahtin vardı. Onlar da Londra’daki sorunlardan bunalıp İrlanda’da sakin bir yaşam umarak bir kır evi kiralamışlardı. Ama şimdi ummadıkları bir şeyle karşılaşmışlardı. J.Connelly onları esir almıştı. Wittgenstein Avrupa’da 20. yüzyılın en önemli filozofu olarak kabul ediliyordu. İrlanda milliyetçisi bir devrimci olan İRA lideri J. Connolly de aslında entelektüel birisiydi. Evde yaşamaya başlayanlarla partizanlar arasında ilk şaşkınlıktan sonra bir diyalog ortamı kurulabilmişti.
Connolly, “Tarih bizim haklılığımızı bir gün yazacak dedi.” Bahtin, “Tarih bir çocuğun annesinin gözleri önünde yavaş yavaş öldürülmesidir. Tarihçi de, eğer dili tutulmadıysa, onu yazan kişidir. Dolayısı ile tarihten saklanarak kaçmalıyız. Bu olanlar hep olacak olan şeylerdir. Her şey tam da olduğu gibi olur, başka türlü değil, yine de ben de kaçınılmaz olana karşı çıkmak istiyorum. Çünkü kaçınılmaz olana karşı çıkmadıkça kaçınılmaz olanın ne kadar kaçınılmaz olduğunu bilemeyiz” dedi. Sonra “İnsanlar birbirinin yollarına kor ateşler dökmüşlerdir. Bu tekme tokat yağmurunu durdurmak için ne kadar erdeme ihtiyacımız var biliyor muyuz?” diye bir soru ortaya attı. Connolly düşünüyordu. Wittgenstein: “Tarih barbarlıktır elbette ama bay Collonny, bu olmakta olandan ben (yanlışlıkla) başka bir şeyi sökebileceğim korkusuyla bir tek iplik dahi çekerken dehşet duygusuna kapılıyorum. Bu belki korkaklık; belki de sizdeki kesinlik duygusuna imreniyorumdur. Ama eninde sonunda kendi korkaklığımı sizdeki kesinliğe tercih ederim. En azından daha az kan dökülür.” Connolly “Sanki barış ve özgürlükler için seçme hakkımız varmış gibi konuşuyorsunuz” dedi. Bahtin “Halk ne kadar silaha başvurmaya gönülsüzse, yöneticiler de o kadar kan dökmeye hazır olmuşlardır. Siyasi kasaplar çetesinin tarihe yaptıkları biricik katkı bunu barış, sevgi, eşitlik ve özgürlük adına yaptıklarını söylemeleridir” dedi. İRA partizanı, eli silahlı Molly “Bok gibi konuşuyorsunuz” dedi. Bahtin aldırmadan devam etti: “Devrimci yöneticiler eşitliğe tutkuyla inanırlar ama kendilerini herkesten üstün görürler.” Connolly: “Evet, eşitlik istiyoruz” dedi. Wittgenstein, tam burada söze girdi: “Eşitlik diye bir şey yoktur, yalnız farklılıklar vardır, bu farklılıkları toplu iğne ucu kadar parçalayın, bu uçta bile meleklerin dans ettiğini görürsünüz” dedi. Ve devam etti: “Sonuçta iki tür devrimci vardır, bunlar da sadece iki şeyden başka bir şey başaramazlar. Birinci tür devrimciler, devrimden sonra her şeyi aynen eskisine benzer şekilde, olduğu gibi bırakırlar. İkinci tür devrimciler ise her şeyi daha da kötüleştirirler.” dedi ve devam etti: “Sizin sosyalizminiz kasvetli aydınlanmadan ve ölümcül akıl düşünden başka bir şey değil. Lenin’e bakın, megafonlu çardan başka ne görüyorsunuz.” dedi. Ve biraz sustuktan sonra devam etti: “Bu devrimciler halkı o kadar aydınlatacaklar ki sonunda onlardan geriye sadece bir kemik yığını kalacak.” Bahtin: “Devrimciler devrim öncesinde krizden bahsederken aslında sıradan insanlar için her şey aynen sürüp gider.” Connolly, “Her şeyin aynen sürüp gitmesi krizdir zaten. Bu yüzden amaçlarımız var” dedi. Bahtin alaycı bir gülümseme ile “Eyleminizin bütün görkemi amaçlardan bahsettiğiniz anda buhar olup uçuyor. İsyanın asıl önemi zaferde değil yenilgide yatmaktadır. Sözü bir şeyleri başarmaya getirdiğinizde retoriğin esiri oluyorsunuz. Ve yaşamdaki trajediyi unutuyorsunuz. Dolayısı ile bana öyle geliyor ki aslında sizler görkemli bir komedide oynayan insanlarsınız.” Connolly: “Senin teolojin biraz çarpık. Hristiyan inancının merkezinde ölü bir beden vardır. Ancak bu ölü beden yenilgiyle dirilişi müjdeler. İşte komedi aslında onun sonunda çıkan şeydir.” Bahtin: “Hiçbir zafer şansı olmadan ayaklanırsanız işte o zaman özgürsünüzdür. Şimdi ise tarih sizi yine avucuna almış. Nedense kendi isyanınızın anlamını kavrayamamışsınız ve kurmacanızı gerçek sanıyorsunuz. Geride ise sadece inancın retoriğinden başka bir şey bırakmamışsınız.” Connolly, “Yalnızca cahillerle politikacılar tarihi yadsır” dedi. Ve devam etti “Egemen sınıf (burjuvazi) bir kez doğduğunu kabul ederse ölebileceğini de kabul etmek zorunda kalacaktır.” Bahtin, “Tebrik ediyorum, iyi konuştun ama her zaman anlatılacak başka öyküler de vardır” dedi, “bazı ülkeler ataletten yok olurken, bazıları da İrlanda gibi nostaljiden ölecek” diye ilave etti. Sonra devam etti: “Bana öyle geliyor ki sizin bu ayaklanmanız, geçmişteki bir trajedinin tekrar ortaya konmasından öteye geçmiyor.” Connolly, “Biz cumhuriyetçiler geçmişi hatırlamazsak, ölülerimiz bile İngilizlerin ellerinden kurtulamaz” dedi. Bahtin: “Tarihi unutalım. Bırakın ölüler ölülerini gömsünler. Ölüm dünyaya zaten geçmiş yüzünden geldi. Geçmiş bize ömrün kısalığını, geleceğin de kısa sürede geçivereceğini hatırlatıyor. Şu anda birbirimizi umutsuzca boğazlamamızın nedeni de bu. Yalnızca geçmişi unutsak özgür olabiliriz.” Connolly, “Bu ulusun geçmişi kesinlikle İngilizlerin tercih edeceği bir geçmiştir” diye karşılık verdi. Bahtin, “Bana öyle geliyor ki İngilizlerden bu kadar nefret etmenizin sebebi kızgınlığınızın azalmakta olduğundan korkmanızdır.” dedi. Wittgenstein, “Devrim, aslında metafizikçilerin düşüdür.” “Dilin sınırları aslında dünyamızın da sınırlarıdır. Onları aşmaya çalışırken çok darbe yersiniz” dedi. Connolly, “Bize neden o kadar kızgınsınız?” dedi. Wittgenstein, “Kargaşadan, devriminizden korkuyorum beyefendi. Çünkü henüz (bu hayat için) uçarı olmayı öğrenememişsiniz” dedi. (Galiba zaten hayatta bir trajedi yaşanırken onlar bu genel trajedinin farkında değillerdi). “Ya ana dil” dedi Connolly. Bir dil filozofu olan Wittgenstein “Ana dil diye bir şey yoktur. Bütün diller yabancıdır ve hiçbiri değildir. İnsanı hayvandan büyük yapan dildir ama trajedi de tam burada yatar” dedi, sonra devam etti: “İnsanın hamurunda fikir var. İnsanlar bununla yaşarlar ya da bununla ölürler. Ve insanlar ancak sönüp gittiği zaman devletler yeni bir özgürlüğe kavuşacak” dedi.
Bu tartışma birkaç gün daha bu tatta sürüp gitti. Sonra İngiliz askerleri gelip Molly’i öldürdüler, Connolly’i de yakaladılar. Wittgenstein’i de orada gördüklerinden dolayı şaşırdılar. Subaylardan biri onu görünce Cambridge’de ondan aldığı dersleri hatırladı ve ona sempatiyle gülümsedi. Wittgenstein kendi kendine söylendi: “Halk bu aptallıkla eğlenecek ve yine hareketlerinin masum apaçıklığı ile yaşayacak” dedi. J.Connolly hapishanede kurşuna dizildi. (İrlanda’da kır evindeki tartışmalar T.Eagleton’un “Azizler ve Alimler” kitabından alınmıştır. Kahramanlar gerçek kişilerdir.)
Gelelim bizim tarafta olup bitenlere. Seçim kararı alındıktan sonra PKK yöneticisi, Kürt milliyetçisi, sosyalist Cemil Bayık medyaya şöyle konuştu: “Türkiye bunlardan kurtulmadıkça Türkiye’de demokrasi, özgürlük ve adalet yaşanamaz. Hiç kimsenin geleceği güvence altında olamaz. Hiç kimsenin güvencesi yoktur. Eğer geleceklerini herkes güvenceye almak istiyorsa Erdoğan/Bahçeli faşizmine karşı mücadele etmelidir. Bunun dışında başka bir yolu düşünmemeleri gerekir. Eğer bu olanak doğru kullanılırsa büyük bir destek sağlanacaktır. Hem ülke içinde hem de ülke dışında.” (bire bir video konuşmasından alındı).
T. Eagleton şöyle demektedir: “Politika, insanlık tarihi boyunca ekseriyetle şiddetli ve yoz bir süreç izlemiştir.” (İyimser olmayan umut)
Tatlı huzur, bir kısım Türkiye aydınının sefaletinden başka ne olabilirdi? Profesör tatlı huzur umuduyla uyurken gerçek, askerlerin, polislerin ve teröre sürüklenmiş Kürt gençlerinin kafalarında açılan kurşun delikleridir.
Politika bütün dünyada gerçekten tarih boyunca hem şiddet hem de yoz bir süreç izlemiştir. Yozluk ve pespayelik iki şekilde kendini gösteriyor: Birincisi, siyasetin retorik üzerinden yapılıyor olmasıdır. İkincisi ise, iki yüzlü yapılmasıdır. Kim barış, demokrasi, özgürlük sloganları atıyorsa, onların demokrasi ve özgürlükler için ana tehlike olduğunu unutmayalım.
İki yüzlülük için en iyi örnek HDP’dir. Onlar bir yandan barış, demokrasi, özgürlük sloganı atarken, diğer yandan kulakları daima Kandil’de olmuştur. Kandil’de ise mağaralarda yaşayan yaşı yetmişi geçmiş eski devrimci dört kişi vardır. Bu HDP’nin de lideri olan o dört kişi meşru bir seçimle mi PKK (devleti) içerisinde iktidara gelebilmişlerdir ki demokrasiden bahsedebiliyorsun? Yoksa demokrasi diye bahsettikleri sadece bir retorik midir? Mesela, PKK içerisinde herkes özgürce fikir beyan edebiliyor mu? Tabii ki hayır. Peki bunu HDP’liler bilmiyorlar mı? Biliyorlar tabii. O zaman neden özgürlük meselesini bu kadar yüksek sesle bağırabiliyorlar? Ya ona oy veren binlerce soldan türemiş aydın? Onlar bu sloganların içinin boş olduğunu bilmiyor mu acaba? PKK sürekli olarak suikastlar düzenleyecek, HDP de sürekli olarak “biz teröre karşıyız” diyecek. PKK, amaca ulaşmadıkça silahları bırakmayacak, insanlar ölmeye devam edecek, HDP ise bütün dünyada silahların yok edilmesini savunacak. PKK daha çocuk yaşlardaki Kürt gençlerini zorla silahlandırarak dağa çıkaracak (BM raporlarında var), HDP Çin’de çocuk yaşlarında işçileri çalıştıranları lanetleyecek. PKK mahkeme kurup uyduruk gerekçelerle, kendi insanlarının gözünü korkutmak için infazlar gerçekleştirecek, HDP adaletten bahsedecek. Sonra Demirtaş PKK’de üst düzey yönetici olan ve bu kararları vermiş olanlardan biri olan ağabeyi ile büyük bir sevgiyle, hasretle koklaşıp sarılacaklar. PKK siyasi rant umarak kıyıma neden olacak olan hendek savaşına girişecek, HDP’li belediyeler dozer yardımında bulunacak, bine yakın polis/asker ölecek, ondan çok fazla Kürt genci ölecek, sonra HDP onları aklamak için devletin faşist saldırılarından, kendilerinin Kürt halkını koruduklarından bahsedecek, “Yaşasın Kürt halkının direnci” sloganları atılacak. Oysa PKK hendek savaşına girişmeseydi kimse ölmeyecekti. Kimsenin korunduğu filan yoktu. Kimsenin böyle bir talebi de yoktu. Halk basitçe yaşayıp karnını doyurmaya çalışıyordu. Sonra HDP’li gençler 52 dindar Kürdü katledecek, Demirtaş “Yine Kürtler katledildi” diyecek. Sanki kendileri katletmemiş gibi. İşte siyasetin pespayeliği, yozluğu ve acımasızlığı bunlardan başka ne olabilir?
Dolayısı ile siyaset alanında naiflik yoktur, ulaşılmak için hedefler vardır. Sevgili profesörüm, şiddet ve ideoloji yakışıklı bir beyefendi olarak, bazen de İrlanda’daki gibi entelektüel bir aydın gibi karşına çıkıp gözünüzdeki sürmeyi çeker alır, farkında bile olmazsınız. “Bari bizler terör ve şiddete hakiki olarak karşı çıkalım” diyeceğim ama hakiki olarak karşı çıkmak ikimiz için galiba farklı anlamlar taşıyor. HDP’nin PKK’yi barışa ikna edebileceği fikri ise denenmiş, sonuç alınamamış, tutarsız bir umuttur. Ayrıca vicdanı da olmayan bir umuttur. Çünkü şiddetten kopmak basitçe şiddeti yapanın bunun bir ahlak meselesi (vicdan) olduğunu anlamasıyla ilgilidir. Ama şiddeti yapan örgüt ya da kişi bunu genel amacı için yapmaktadır. Böylece zaten ahlakı çoktan mezara yollamıştır. Arkasından döktüğü göz yaşları sadece timsahın göz yaşlarıdır. Bahtin’in dediği gibi “Eyleminizin bütün görkemi amaçlardan bahsettiğiniz anda zaten buhar olup uçuyor. Sözü bir muhteşem ideali başarmaya getirdiğinizde retoriğin esiri oluyorsunuz. Ve yaşamdaki trajediyi unutuyorsunuz. Dolayısı ile bana öyle geliyor ki aslında sizler görkemli bir komedide oynayan insanlarsınız.”
Kadın profesör sabah uyandığında TV'yi açıp cumhurbaşkanını ve başörtülü eşini görünce “Bu ülkede yaşamak zor vallahi, nerede batı, nerede biz” derken kapısının önünden bir HDP konvoyu geçiyordu ve tok sesli bir ozan “Geliyoruz, zincirleri kıra kıra heyy...hey...heyy” diyerek türküsünü bitiriyor, sonra aynı kişi “Selam olsun özgürlüğe, barışa, demokrasiye, selam olsun kardeşliğe ve hayata” diye ilave ediyordu. Profesör hemen balkona çıkıp konvoya tatlı bir huzur içinde el salladı. O mutfağa tatlı bir huzur içinde çay doldurmaya giderken haberlerde spiker, “Bugün Çukurca karakoluna yapılan roketli saldırılarda 3 askerimiz şehit edildi, ardından çıkan çatışmada 7 terörist öldürüldü” diyordu.
Nihat ÜSTÜN
06.06.2018
Son Güncelleme Tarihi: 06 Haziran 2018 14:13