TÜRKİYE, EKONOMİ-POLİTİKA VE KADER - 1

18 Ekim 2018 01:34 / 1589 kez okundu!

 

 

Karakterin kısmi olarak insanın kaderi olması gibi, tutkuların ve kişilerin ülke tarihinde çok önemli yerler tuttuğunu da unutamayız. Özellikle tutkular görkemli şekilde tarih değiştiricileridir. Mesela, Napolyon’u düşünelim. Avrupa tarihini değiştirmiş, Osmanlı tarihinde bile önemli değişikliklere neden olmuştur ve yapıp ettikleriyle Hegel’in “tin” anlayışına ilham kaynağı olmuştur. 1808 yılının Ekim ayında Napolyon ile Goethe arasında önemli bir buluşma oldu. Napolyon, trajedilerde sürekli olarak ele alınan “kader” konusunun işlenme tarzının doğru olmadığını belirterek şöyle dedi: “Şimdi kaderle ne yapacağız?” Goethe düşünürken Napolyon cevabı yine kendisi verdi: “siyaset kaderdir.” Tarih bu yüzden kader gibi kaotiktir.

 

****

 

TÜRKİYE, EKONOMİ-POLİTİKA VE KADER - 1

 

Karakterin kısmi olarak insanın kaderi olması gibi, tutkuların ve kişilerin ülke tarihinde çok önemli yerler tuttuğunu da unutamayız. Özellikle tutkular görkemli şekilde tarih değiştiricileridir. Mesela, Napolyon’u düşünelim. Avrupa tarihini değiştirmiş, Osmanlı tarihinde bile önemli değişikliklere neden olmuştur ve yapıp ettikleriyle Hegel’in “tin” anlayışına ilham kaynağı olmuştur. 1808 yılının Ekim ayında Napolyon ile Goethe arasında önemli bir buluşma oldu. Napolyon, trajedilerde sürekli olarak ele alınan “kader” konusunun işlenme tarzının doğru olmadığını belirterek şöyle dedi: “Şimdi kaderle ne yapacağız?” Goethe düşünürken Napolyon cevabı yine kendisi verdi: “siyaset kaderdir.” Tarih bu yüzden kader gibi kaotiktir.

 

İzmir kurtarılmış, hemen ertesi gün Kordon'da bir meyhanede komutanlar ve ileri gelenler rakı sofrasındadır. Atatürk neşeli bir zamanındadır. Garsona “Evladım, Trikopis burada oturup rakı içti mi?” diye sorar. “Hayır efendim” yanıtı alınca, “O zaman ne demeye İzmir’i işgale kalkmış” der. Gülüşürler. Zaman çok kritiktir. Bundan sonra yol haritası çizilecektir. Atatürk ve İnönü hariç, paşaların büyük kısmı (Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Refet Bele, A.Fuat Cebesoy) devletçi bir ekonomi ve otoriter siyasi yapıdan çekinmektedirler ve daha büyük oranda İngiliz liberal modernleşmesi fikrindedirler. Bu fikri işleyip hazırlık yapanların başında bilgileri dolayısı ile daha çok Halide Edip ve Rauf Orbay gelmektedir. Yemeğin bir aralığında H.Edip Adıvar “Paşam, çok yoruldunuz, hastalandınız, şimdi emekli olup şöyle güzel bir arazi içerisindeki köşkte çiçeklerle, hayvanlarla uğraşır, rahat ederseniz” deyince Atatürk oldukça sinirlenmiş ve “Öyle bir niyetim yok, daha birbirimizi yiyeceğiz” demiştir. Bu tutkulu insan Türkiye’nin de kaderini çizecekti. Dolayısı ile Atatürk’ün iktidara tam hâkim olduğunda Fransız devrimci (devrimler sosyal alanlarla ilgiliydi) modernleşmesini seçmesi sadece tesadüfi bir seçim değildir. Aynı zamanda tutkulu insanın önemli bir seçimiydi. TCF, muhalefet kontrolü olmaksızın bütün kuvvetlerin bir elde toplanmasının otoriter bir idare doğuracağı düşüncesini taşıyordu. Bu sebeple parti, mecliste tesirli bir muhalefet yaparak demokratik bir denge kurmak istiyordu.

 

Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin deklere ettiği prensiplerine bakalım (Mete Tuncay konuyu iyi işlemiştir).

 

TCF de CHP gibi laik politikalar güden bir partiydi. Ancak, köktenci, merkeziyetçi ve totaliter eğilimlere de karşı olan bir partiydi. TCF ülkenin bütünlüğünün korunmasını savunmasına karşın, yerinden yönetime belediyeler eliyle ağırlık verilmesini de savunmaktaydı. Yabancı sermayenin ülkeye çekilmesi için yeni kanunlar çıkarmak istiyor, ayrıca dış ticareti canlandırmak için gümrük vergilerini indirerek yabancı firmaların ülkeye çekilmesini istiyordu. Çünkü yatırım için sermayenin önemini daha iyi kavramıştı ve bunu emperyalizm sorunu olarak görmüyordu. Devletin işletilmesinde güçler ayrılığını daha hakiki olarak ele almaya çalışıp özellikle yargı konusunda endişeliydi. Sosyal değişimlerin devrimle değil de evrimle yapılmasını savunuyordu. Devlet-birey ilişkisinde devletin küçültülmesi, bireyin büyütülmesi gerektiğini savunuyorlardı. İki dereceli seçimi demokratik bulmuyorlardı. Çünkü bu yöntemle seçmenler önce kendilerini temsil edecek asıl seçmenleri seçiyordu. Bu seçilenler de vekilleri seçiyordu. Dolayısı ile büyük oranda sıradan insanlar asıl seçmen olamıyordu. Bu sistem ilk defa 1946 seçimlerinde değiştirilebilmişken TCF bunu 1924’te öneriyor, diğerini demokratik bulmuyordu. TCF, dış ülkelere borçlanmayı sorun olarak görmeyip zorunluluk olarak değerlendiriyordu. Bu alanda daha liberal bir politika öngörüyordu. Devlet tekellerinin kaldırılmasını talep ediyordu. Devletin ekonomiye müdahalesini sorun olarak ele alıyordu. Özel sermayeye ve sermayedara önem veriyordu. Özel sermayenin çok şeyi başarabileceğini düşünüyordu. Birey haklarına sık vurgu yapıyor olması bugünkü liberal demokrasilere çok daha yakındı. Egemenliğin halkta bulunması gerektiğine dair ilke oluşturmanın yanı sıra, parti programlarında tek adamın olamayacağına vurgu vardı. Genel olarak hürriyetlere taraftar olan parti, din ve inançlara saygılı olduğunu vurguluyordu. Ki bu yüzden sonra yargılandılar. Bu mesele büyük sorun oldu.

 

Yıl 2018, başımızdan birçok şey geçti, olanlar oldu ve şimdi orta derecede gelişmiş bir ülkede yaşıyoruz. Eski bir arkadaşım dedi ki: “Cumhuriyetin ilk yıllarında mesele sermaye birikiminin olmamasıydı. Bu yüzden serbest ticarete ve kapitalizmin normal işlemesine geçemedik. Dolayısıyla Batı’dan geri kalmamızın sebebi aslında bir zorunluluk halinin bakiyesidir. Zorunlu olarak devletçi bir kalkınma modeli üstlendik ama zaten ona tam bir devletçilik de denemez. Batı ise dünyayı yağmalayarak yaptığı sermaye birikimi ile sanayisini geliştirerek kapitalizme geçebildi.” Ben de “aynı fikirde değilim,” dedim. Bu anlatı artık bana klişe geliyor. Hem de sol bir klişeden geri kalanlar gibi. Yeterli sermaye olması durumunda zaten bol olan emekle kalkınma sorun olmazdı. Sorun yetersiz sermayeye rağmen özel sektörün önündeki engellerin kaldırılması ile ülkelerin kalkınma kabiliyetinde olduğunun bilincidir.  

 

Bence 1923’lerde liberal bir program uygulanabilirdi ama uygulanmamıştı ve bu işle sermaye birikimi ilgiliydi ama bütünü ile ilgili değildi. Ekonomik zayıflık devletçilikle birleştiğinde olacak olan sadece vasatlıktır. İnsanlar zekidirler ve her küçük işletme serbest bırakıldığında, teşvik edildiğinde her koşulda içerisinde büyük potansiyeller taşır ve sermaye birikimi birçok yoldan halledilebilirdi. Yazımı uzun tutmamak için burada kesiyorum, ama sermaye birikimi olmadan kalkınan ülkelerin örneklerini gelecek yazımda anlatmaya çalışacağım.

 

Nihat ÜSTÜN

17.10.2018

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.