YÜCE MANİPÜLATÖR

26 Ocak 2022 15:47 / 497 kez okundu!

 

 

"... Yanıldığını anlatan insanlarla dost olmaya bayılıyorum. “Bak ben hiç yanılmadım. Gördün mü, yine dediğim çıktı” diyen insan benim için ham insandır. Çünkü hayat insanı büyük çoğunlukla yanıltır, hatta aşağılar. Bazen de haklı kılar. İnsan yanıldıklarını ve aşağılandıklarını unutur. Sadece haklılıklarını hatırlar. Dolayısı ile “yanılmışım” diyen insan kendini tanımaya daha gayretli insandır. Diğeri, bırakın dış dünyayı, kendini bile tanımadan bu dünyadan göçer gider. “Onun da kaderi böyleymiş” deriz."

 

***

YÜCE MANİPÜLATÖR

 

Descartes ve Spinoza’nın düşünce sistematiğinden etkilenerek kurgulanmış olan Batı modernitesi, yeniden kurgulamaya çalıştığı nezaket ve hoşgörülü bir benlik arayışı ve ona bağlı olarak gelişen ilgili pratiklerin bir sonucu gibi duruyor fakat bu genellikle insan yaşamının değişmez özellikleri ile uyumlu bir yere oturmaz. Spinoza’nın en önemli anlatısı, duyguları değiştirilip dönüştürülebilir olarak görmesi iken, bunun çok da imkanlı olmadığını anlıyoruz...

Nietzsche hayatı anlatırken, dünyaya 40 defa yeniden gelseniz, bilin ki hep benzer şeyler yaşarsınız, diyordu. Bunun nedeni, değişen koşullara rağmen, değişmeyen insani yapıdır. Antik Yunan da bunu iyi kavradığı için Sisifos mitini yaratmıştır. Bu mite göre yarın aslında bugündür.

Ve düşmanlık bitimsiz bir insanlık halidir. Çünkü insan bu duygu ile hayatta kalabilmiştir. Bütün hayvanlar hayatta kalabilmek için önce düşmanını tanımak zorundadır. Yani düşmanlık dışsal bir etki değil, yapısal bir zorunluluktur. Ortaya konulan evrensel barış ideali de aslında insanın kendi doğal yapısına karşı olan çabasıdır. Diyalektik olarak da barış ve savaş (düşmanlıklar) birbirinin parçası gibidir. Ancak, böylesi bir bakış açısı bizi karamsarlığa sürüklememelidir. Tersine insanlık kendi yapısına karşı mücadelesini daha ciddiye almalıdır.  İnsan aynı zamanda en yüce manipülatördür. Her şeyi kendi tahayyülündeki gibi varsayar. Hatta bu nedenle insanlar ideolojiler oluştururlar. Fakat o zaman da daha büyük trajediye neden olurlar. İdeolojik insan, bu ideolojiyle dünyanın aydınlanacağını umarak bu uğurda katletmeyi de göze alır. Oysa hayatın trajedisini bilen insanlar, aşkın eylemlere prim vermezler.

Buna rağmen ideoloji, insanlık için hayati bir gerçekliktir. Freud’a göre fantezi, yanlış anlama ve gerçeği bastırma (düşmanlaştırma), rastlantısal değil, benliğin kurucu ögesidir. Ve otonom davranabilen siyasal özneler olduğumuza kendimizi inandırmak için ideolojiye ihtiyaç duyarız. Freud bunu kuvvetlendirici olarak şöyle bir ilavede bulunur: “Aslında bilinç dışının yalnızca bir yan ürünü olan ve kendisini dünyanın merkezine koyacak kadar organize bir görüntüde olan ‘ego’ için (ideoloji/düşmanlıklar) geçerlidir. Ego kendisini tutarlı ve bağımsız bir varlık gibi düşünür ve psikanaliz bunun bir yanılsama olduğunu anlar. Bu yine de onsuz etkin olamayacağımız değerli bir yanılsamadır.” Nietzsche’ye göre, hayatın gerçek anlamı (görüldüğü gibi) onunla baş edemeyeceğimiz kadar dehşetlidir ve bu nedenle varlığımızı sürdüreceksek avutucu yanılsamalara ihtiyaç duyarız. “Zaten fantezinin muazzam katkısı olmasaydı gerçeklik de sona ererdi” dedikten sonra “gerçek çirkindir” diye yazmıştı Nietzsche.

Aslında hayatın görünen bir anlamı yok. İnsanın trajedisinin nedeni de burada yatar. Bir kısım insan, bu anlamsızlığı kavradıklarında ya da kavrayamadıklarında hayatlarını anlamlı hale getirmek için Freud’un dediği gibi düşmanlığa ihtiyaç duyarlar. Ve muhafazakarlığın önemli ölçütlerinden biri olan makullükten koparlar. Artık onlar için hedef düşmandır ve ahlak aramakla zaman kaybedilemez. O, ideoloji ile hemhal olurken düşmanlığın barutu onu ileri doğru zıplatır. İnsanın anlamsız hayatı birden anlam kazanır gibi olur. Bitmeyen biçimde küfür etmek, düşmanlığını dost-düşman ayrımı yaparak ahlak rayından çıkarmak, bunu her gün yeni bir sahte iddia ile pekiştirmek, onun hayatını anlamsızlıktan tütsülü bir anlama döndürür. O artık anlamsız hayatını düşünmek yerine, yarın uyandığında olup bitenleri merak eden, hayatına sahte bir anlam katmış birisidir. Çünkü insanlık hallerinin iyileşmesi diye bir şey hiç olmayacaktır. Umut edilen olsa bile, o düşmanlık güden kişi umduğunu bulamayacaktır. Olacak olan yine olmakta olandır. Çünkü trajedi dediğimiz şey ölümlü olmaktır.

T. Eagleton’a göre hayat dediğimiz şey, insana lazım olan bir kurmacadır. Schopenhauer’e göre ise tüm bilinç aslında yanlış bilinçtir. Ve ona göre dil nasıl ki fikirlerimizi başkalarından saklayabilmek için varsa, bilinç de aslında hayatımızın bütün beyhudeliğini (anlamsızlığını) bizden gizlemek için vardır. Aksi halde, insanlık halleri diye bilinen şu düşmanlık ve akamet panoraması büyük bir trajedidir.

Tüm bunlarla birlikte mutluluk hayatın anlamını oluşturabilir mi? Oluşturabilir ama bu kolayca çözüme kavuşturulacak bir mevzu değildir. Bununla birlikte mutluluk belki de daha dar bir çevre ile daha münzevi bir yaşam şeklidir. Çünkü insanın düşmanlaştırıcı yanı ve konuları çarpıtarak manipüle etmesi ve daima kendini var etme çabası hayatın trajedisinin temel yaratıcıları oluyor.

Şimdi anlıyorum ki insan sadece diğerlerini manipüle etmiyor. İnsan önce diğerinin düşmanlığına inanıyor, sonra bunun üzerinden kendisi şiddetli şekilde düşman oluyor ve fikri insicamı bozularak felaketlerin de yaratıcısı oluyor. Bu da insanın kendini bile manipüle edebildiğini gösteriyor. Oysa fikri tadilat ancak mutedil olmaya bağlı bir şey değil mi? Ve sadece mutedil olanlar, olgular karşısında akla zaman tanırlar ve düşüncenin gelişmesinin önünü açarlar.

Bu yüzden yanıldığını anlatan insanlarla dost olmaya bayılıyorum. “Bak ben hiç yanılmadım. Gördün mü, yine dediğim çıktı” diyen insan benim için ham insandır. Çünkü hayat insanı büyük çoğunlukla yanıltır, hatta aşağılar. Bazen de haklı kılar. İnsan yanıldıklarını ve aşağılandıklarını unutur. Sadece haklılıklarını hatırlar. Dolayısı ile “yanılmışım” diyen insan kendini tanımaya daha gayretli insandır. Diğeri, bırakın dış dünyayı, kendini bile tanımadan bu dünyadan göçer gider. “Onun da kaderi böyleymiş” deriz.

Sonra anladım ki usul iyi olunca özün önemi de kalmıyor. Ve öz ile hayatı kastediyorsak, aslında Sisifos mitinde anlatıldığı gibi o da tekrardan başka bir şey değilse, daha iyi bir hayat için bize düşen sadece iyi bir usuldür.

Nihat ÜSTÜN

26 Ocak 2022

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.