SES ÖTESİ...
17 Aralık 2010 13:08 / 4068 kez okundu!
Hayatın şifresine dair bir ipucu var mıdır seslerde? Örneğin, “ıssızlık - sessizlik veya gürültü” olayında... Çağlara böyle bakmayı deneyebilir miyiz acaba? Issızlık çağı - sessizlik çağı - müzikal çağlar - çığlık çağı - gürültü çağı - gürültü kirliliği çağı - ses telleri ve kulak zarı dumura uğramış çağı mesela...
Düşünüyorum da, sessiz kalamamanın yükselişi ile şiddete karşı hayırhah psikoloji arasında bir bağ vardır mutlaka.
İnsan - toplum - doğa - sessizlik ve ses...
İyilik ve kötülüğün kökeni
her şey
hiçbir şey
şeyler arası bağlantılar
algılar
yanılsamalar
özgürlük...
Ses bunları söyler mi?
Hiç dikkat ettiniz mi, insanların inançları, meslekleri, hayata dair seçimleri, yaş grubu veya ait oldukları jenerasyon ne kadar değiştirir seslerini...
Bu arada, sesin de bir modası olduğuna kuşku yok. Sesin evriminden farklı bir konu olarak, değişken modası üzerine düşünmeye değer. Vakti zamanında, tablolardaki kadınlar tombul tombul yan yatıp uzanırken veya sımsıkı korsajların içinden gül memeler fışkırırken, nasıl sesler makbuldü acaba? O çağlarda bir dirhem et bin ayıbı örter, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallarken, belki de kuş gibi çıkardı cinsi latifin sesi. Ne mümkün, kim dönüp bakabilirdi kalın, boğuk sesli kadınların yüzüne? Yani hayal edemiyorum! Halbuki yirmi birinci yüzyılda kadınlar ne kadar sıskalaştı iseler, makbul sesler de bir o kadar dolgun, davudi hale geldiler...
Gürültünün de bir modası olmalı. Yaşamlarımızın başköşesine kurulan televizyonlara, ses açısından bakarsak ne görürüz? Sessizliği bozan bir dost! Aslında baştan sona bir ses(sel) taciz makinesi. Her an bir çığlık, iki anın bir buçuğunda hıçkırık, patlayan efektler, yarıda kesilen müzik, reklamlarla birlikte arşa yükselen bir patırtı ve tezahürat seli! Mümkün değil ne düşe izin verir ne de gevşemeye. Her şey kısa ve şiddetli, ses mutlak surette kuvvetlidir. Üstelik bağımlılık yapar ve tüm bu hengameye rağmen bazı insanları uyuşturur..
Öfke, kavuşma, gol, isyan, siyaset hep çığlık çığlığadır. Tezahürat doruğa çıktığında silahlar, havai fişekleri patlar! Eğlence müziği bildiğiniz gibi son volümde çalar. Bütün bunlar gürültü imparatorluğu değil de nedir? Ama acı, o özünde sessizdir...
Sükûnet ise bir muammadır. Issızlık, zihindeki geveze? Ses hayatsa, sessizlik ölüm müdür acaba? Gürültü savaşsa, sessizlik barış mıdır? Sükûnet nerededir? Ya ses neşeye bürününce, sessizlik hüzün mü olur? Müzik evrenin dili gibidir, aşkındır, derindir ve o da sestir kuşkusuz. Ne var ki, çoğu zaman sessizlik ile özdeşleşir. Neden? Ahenk içinde olduğu için mi? O halde sessizliğe de ahengin ta kendisi diyebilir miyiz?
Her ne ise; iyisiyle, kötüsüyle, sessizlik kötü bilinir bizim köyde. Kimsecikler istemez onu. Nereden baktığınıza bağlı olarak, suskunluğun veya sükûnet halinin "aşkın yahut ebleh" olduğuna dair görüşler ileri sürülür. Gelgelelim, onlar bu söylentilerle hiç ilgilenmezler..
Nina Bencoya
17.12.2010
Son Güncelleme Tarihi: 20 Aralık 2010 10:35