'Yanlışı nerede, ne zaman, nasıl yaptık?'
03 Eylül 2009 00:29 / 2765 kez okundu!
John Zerzan, “Gelecekteki İlkel” adlı kitapla maceram...
__________________________________________________
John Zerzan, “Gelecekteki İlkel” adlı kitabında; bu soruların cevabını ne gazetelerde, ne televizyonlarda, ne günlük politikada ne de yaşadığımız çağda arıyor. Önce tarih ve arkeoloji sonra antropoloji çalışıyor. Hakim İdeolojinin etkisinden kurtulmak için bilginin kaynağına yöneliyor, baskın söylemi ve yerleşik metodolojiyi aşmak için pek çok disipline başvuruyor. Evrensel değerleri sorguluyor ve bir senteze ulaşıyor...
__________________________________________________
Geçenlerde, “Dünyamız can çekişirken” başlıklı bir deneme yazmıştım. O metinde gezegendeki mutsuzluğun ve insan kibrinin kaynağı üzerine aklıma gelen ne kadar soru varsa sıralamıştım; Kötülüğün kökeni, insan kibri, mutsuzluğun boyutları ve nedenleri gibi.
Biliyorum ki, bütün bu sıradan sorular, aslında sonsuz bir sorgulama alanına ait konular.
Her birisi ve fazlası, insanoğlu nutuk atmaya, tartışıp yazmaya başladığından bu yana asla gündemden düşmeyen starlar!
Ve aynı zamanda asla nihai cevabı yakalayamayan başlıklar…
Geçmişi deşiyoruz ama nereye kadar, belki de bir kaşık suda çıkan fırtınamsı damlacıklar kadar.
Geleceği kurguluyoruz ama çözümleyemiyoruz.
Değişmek, değiştirmek istiyoruz ama nasıl?
Ve yerine ne koymak istiyoruz?
Durup düşünmeliyiz. Sahiden ama! Bu önemli; Yerine ne koymak istiyoruz?
Düşünür gibi yapıyoruz. Ancak güncelin tuzağından bir türlü kurtulamıyoruz. Onun etki alanını aşıp köklere nüfuz edemiyoruz. Öyle kalabalık ve öyle hızlı ki yaşam bütün bunlara fırsat yok sanıyoruz. Her gün yeni bir gündem ve yeniden bir tavır alış mecburiyetiyle karşı karşıya kalıyoruz. Bulunduğumuz yeri inatla teyit etmek uğruna yaşıyoruz. Yani çoğumuz..
Sonuçta günü, anı ve gerçeği es geçerek geçinip gidiyoruz işte böyle..
Seyrediyorum, sadece seyrediyorum! Yeni paradigmalar arıyorum. Hayatımın geri kalan bölümünü bir doğmaya saplanarak geçirmek istemiyorum.
Bu minval üzerine, geçende yine bir ibadet gibi kitapçı raflarını karıştırırken, çok akıllı bir anarşistle karşılaştım; John Zerzan. 1944 Doğumlu eski bir devrimci. Önce siyasal bilimler, sonra tarih, ardından antropoloji çalışmış. Kaos Yayınlarından çıkan “Gelecekteki İlkel” adlı kitabı mükemmel bir beyin fırtınası. Kanımca göz ardı ettiğimiz en temel soruları yeniden soruyor;
“Yanlışı nerede, ne zaman, nasıl yaptık?”
Kendisinin de içinde yer aldığı, 60 ‘lı yıllarda dünyayı sarsan devrimci fırtınayı açık yüreklilikle değerlendiriyor; “O Global mücadele yıllarının yenilgiye uğramasından sonra, bir kısmımız yavaş yavaş 1960’lı yıllardaki yükselişin sınırlılığını fark etmeye başladık. Sisteme yönelik eleştirilerimizin yeterince derin olmadığını” anladık.
ÇOK DAHA DERİNLERE BAKMAK
Ve devam ediyor; “İçinde bulunduğumuz genel durum kötüleştikçe, bizler de giderek daha fazla olguyu sorgulamaya başlıyoruz. Artık dayanılmaz bir düzeye ulaşmış olan toplumsal koşullar, sorunların kaynağını görebilmek için çok daha derinlere bakmamızı gerektiriyor.”
Ve soruyor, soruyor, soruyor…
“İnsanın kendisini ve etrafındaki her şeyi yok etmekte sergilediği inanılmaz ve dayanılmaz yaratıcılık, medyadan saat başı akan haberlerle çeşitlendikçe, soruyoruz birbirimize; yanlışı nerede, ne zaman, nasıl yaptık? İnsan denilen canlı türü, nasıl oldu da, kendi yaşamını, dünyayı, hatta yavaş yavaş uzayı ve diğer gezegenleri cehenneme çeviren bir varlığa dönüştü?”
John Zerzan, bu soruların cevabını ne gazetelerde, ne televizyonlarda, ne de günlük politikada arıyor. Önce tarih ve arkeoloji sonra antropoloji çalışıyor. Resmi İdeolojinin etkisinden kurtulmak için bilginin kaynağına yöneliyor, resmi söylemi ve metodolojiyi aşmak için uzmanlaşmanın yapay sınırlarını aşıyor ve pek çok disipline başvuruyor. Evrensel değerleri sorguluyor…
Önsözde ifade edildiği gibi;
“Antropoloji ve arkeoloji alanlarında son yirmi yıl içinde gerçekleşen köklü dönüşümlerden hareket eden Zerzan, bugün pençesinde kıvrandığımız yabancılaşmanın kökeninin, avcı-toplayıcı yaşam tarzının sona ermesinden sonra ortaya çıkan tarımla birlikte başlayan uygarlığa dayandırmaktadır.
Zerzan’a göre, evcilleştirme, tarım ve uygarlık öncesi yaşam, aslında doğayla özdeşleşmenin, duygusal bilgeliğin, cinsel eşitliğin ve sağlığın hüküm sürdüğü bir yaşamdı; rahipler, krallar ve patronlar tarafından köleleştirilmeden önce, neredeyse iki buçuk milyon yıl süren bütünlüklü ve özgür bir yaşam vardı.
Ne var ki, Üst Paleolitik çağda, yani günümüzden yalnızca on bin yıl önce, adeta ani bir patlamayla başlayan uygarlık, bu özgür yaşamı yok ederek, önce doğanın, ardından da bizzat insanın tahakküm altına alınmasına yol açmıştır.
Bugüne kadar ‘uygarlaşan insanlığın evrensel değerleri’ olarak görülen evcilleştirme, tarım, işbölümü, sanat, zaman bilinci, dil, yazı, sayı sistemi ve bir bütün olarak sembolik kültür, Zerzan’a göre, esiri olduğumuz çağdaş tahakkümün temel bileşenleridir. “ noktasına ulaşıyor.
Bütün bunlara katılırsınız veya katılmazsınız. Zaten taraf tutmak gerekmez. Düşünmek yeter! Ancak şurası muhakkak ki, çıta yükselmiştir. Hem yükselmiş hem de daha derinlere inmiştir. Sosyal bir çözüm önerisi ile ortaya çıkan her fikir, yeni bilgiler ışığında bu sorulara yeniden cevap bulmak zorundadır. Das Kapital’i- Das Libetre’yi- Das Homo’yu- Das Evren’i, Das Tarih’i, her ne ise, yeniden oluşturmadan gidilecek bütün yollar aynı Roma’ya çıkmaya devam edecek besbelli..
Zerzan araştırmasında pek çok kaynak ve referans gösteriyor. İlk alet teknolojisini, beyin örgütlenişini, ateşin, dilin, hiyerarşinin, evcilleştirmenin, felsefenin, matematiğin, müziğin, yazının, işbölümünün, sayıların, ritüelin, kurbanın, inancın, psikolojinin, bilinçaltının, kadın ve çocuğun konumu ile uygarlığın anlamını sorguluyor; Okurken insanı sarsıyor. Özellikle benim gibi bir Bach hastasını, dil tutkununu, plastik sanatlar, yazın ve matematik hayranını serseme döndürdüğünü belirmeliyim. Neyse ki Pieter Breughel’in The Triumph of Time yani Zamanın Zaferi isimli tablosundaki bilgeliğin altını çiziyor. Aklandığım tek paragraf o oldu. Breughel’i oldum olası çok severim çünkü.
“Gelecekteki İlkel” adlı kitaptan bazı alıntıları paylaşmak istiyorum. Şimdilik kitabı almaya niyetiniz yoksa bunlara bir göz atabilirsiniz. Bugünlerde daha fazlasını bloguma da koyarım herhalde.
DİL
“Dil, modern öncesi bireyin açık olduğu imge ve duygu fırtınalarına ket vurarak, dizginleyici bir etmen olma ve yaşamı daha büyük bir denetime tabi kılma işlevini görmüş olmalıdır.”
“Dilin ne zaman ortaya çıktığı konusunda bir fikir birliğine ulaşılmış değildir. Bununla birlikte, Üst paleolitik çağdaki kültürel patlamadan önce konuşmaya ilişkin herhangi bir bulguya rastlanmamıştır.”
“Asıl sorun şudur; Nasıl oldu da sözcükler birer işaret olarak kabul edilme noktasına geldi? Keza, ilk sembol nasıl ortaya çıktı?. Dilin kökeni üzerine yapılan on bini aşkın çalışma arasındaki en güncel çalışmalarda bile, bu konudaki teorik çelişkilerin insanı afallatan bir düzeyde olduğu itiraf edilmektedir. Dilden daha önemli hiçbir kültürel fenomen bulunmadığı gibi, kendi kökeni hakkında böylesine az bilgi sunan başka bir gelişme de yoktur”
“Dufrenne tarafından da formüle edildiği gibi, insanı şeylerin efendisi yapan olgu, şeylerin ilk defa insan tarafından isimlendirilmiş olmasıdır.”
Bu açıdan bakıldığında, insanlığın önce dünyadan ayrılması ardından da dünyayı fethetmesi süreci, dünyanın insanlık tarafından isimlendirilmesiyle başlamaktadır. Tanrının tahakkümünü temsil eden bir put olarak Logos’un kendisi bile ilk isimlendirmede rol oynamıştır. Bu anlayış Yuhanna İncili’ndeki ünlü pasajda da görülmektedir: “Başlangıçta Söz vardı, ve Söz Tanrı ile birlikteydi, ve Söz Tanrı’ydı.”
George Steiner şu sonuca varmıştır: “İnsan konuşması, açığa çıkardığından çok daha fazla şeyi gizler; tanımladığından çok daha fazla şeyi muğlaklaştırır; ilişkilendirdiğinden çok daha fazla şeyi birbirinden koparır.”
“Dilin kökeni sorununa yeniden eğilmek gerekirse, dil sorunu uygarlığa ilişkin bir sorundur."
Dilin yapısı bakımından konuya yaklaşıldığında, “konuşma özgürlüğü” diye bir şeyin söz konusu olamayacağı gayet açıktır; zira gramer, içimizdeki görünmeyen hapishanenin görünmeyen “düşünce denetleyicisidir”. Dile geçişle birlikte, daha baştan kendimizi özgürlüğün olmadığı bir dünyaya mahkûm etmiş oluyoruz.”
YAZI:
“İlk yazılar vergi kayıtlarını, kanunları ve emeği köleleştiren anlaşma
metinlerini içermektedir.“
“Giderek artan harf ve tablet kullanımı kısa süre içinde, yöneticilerin yeni iktidar ve fetih zirvelerine ulaşmalarını sağladı; bunun en açık örneklerinden biri, Babil’li Hammurabi’nin başında olduğu yeni yönetim biçimiydi. “
“Evcilleşme, ilk ticari işlemler ve politik yönetim için yazıyı da gerektiriyordu. Levi-Strauss, yazılı iletişimin başlıca işlevinin, sömürünün ve baskının kolaylaştırılması olduğunu, yazı olmaksızın kentlerin ve imparatorlukların ortaya çıkamayacağını söylemiştir. “
SAYILAR:
“İ.Ö. beşinci yüzyıl tarihçisi Herodot, matematiğin kökenini, vergilendirme maksadıyla toprağın ölçülmesini gerekli gören Mısır Kralı Sesostris’e (İ.Ö. 1300) dayandırmıştır.”
“Tarımın diğer sonuçlarından biri de sayının icadı oldu; Oysa sayı, ekinlerin, hayvanların ve tarımın belirleyici özelliklerinden biri olan toprağın, mülkiyet konusu olmadığı dönemlerde tamamen gereksizdi. Sayının gelişimi, doğayı egemen olunacak bir varlık olarak görme tutkusunu daha da körükledi. “
“Belirli bir mantık veya yöntem türünün kaynağı olarak matematik, bilimsel bilginin yalnızca basit bir aygıtı değil, aynı zamanda bu bilginin amacıdır; mükemmel bir şekilde kesin olmak, kendi içinde mükemmel bir tutarlılığa sahip olmak ve mükemmel bir şekilde genel olmak.” …. “ Kesinlik içermeyen dünyanın iç içe geçmişliği ve özgünlüğü kimin umurunda; hiç kimsenin hiçbir zaman, birbirine tıpatıp benzemeyen iki yaprak, iki ağaç, iki bulut, iki hayvan görmemiş olması ve iki anın bir biriyle hiçbir şekilde özdeş olmaması kimin umurunda?”
DOĞAYA TAHAKKÜM
Zerzan, insanın nasıl olup da doğanın efendisi ve sahibi olduğu konusuna geniş yer ayırıyor;
“Toplayıcı-avcı toplumlarda, insan ile insan olmayan varlıklar arasında keskin bir hiyerarşi bulunmaz; Benzer şekilde, toplayıcılar arasındaki ilişkiler de hiyerarşik değildir. Evcilleşmeyenler, tipik bir tarzda, avladıkları hayvanları kendileriyle eşit kabul ederler; son derece eşitlikçi olan bu ilişki, evcilleşmenin başlamasıyla birlikte sona ermektedir.”
“Descartes’ın modern felsefenin kurucusu olarak bilinmesini sağlayan şey dünyanın, insanlar ile doğal dünya arasında köklü bir ayrışma yaratan tezidir. İfadesini ünlü cogito, ergo sum (düşünüyorum, öyleyse varım) deyiminde bulan bu yeni sistemin kuruluşu, bilimsel kesinliğin akıl ile gerçekliğin geri kalan kısmı arasına ayrım koyması anlamına gelmektedir. Bu dualizm, doğanın tamamen şeyleştirilmiş bir nesne olarak görülmesini sağlayan yabancılaşmış bir yöntemin geliştirilmesine yol açmıştır. Descartes, Discourse on Method (Yöntem Üzerine Söylev) adlı çalışmasında, bilimin amacının “bizi doğanın efendisi ve sahibi yapmak” olduğunu ilan eder.
“Descartes’a göre, maddi evren bir makinadan başka bir şey değildi; tıpkı hayvanların -sürekli ve düzenli bir devinime endekslenen birer motor veya cisimden başka bir şey olmamaları- gibi.”
ZAMAN
“Kendinden menkul zaman anlayışı sosyal yaşamın ilk yalanı olmuştur. Başka türlü söylemek gerekirse, insan doğadan kopmadan önce zaman diye bir şey yoktu. Bu can alıcı şeyleşme – zamanın başlangıcı – İlk Günah’ı; yani yabancılaşmanın ve tarihin başlangıcını teşkil eder. “
“Zaman teknolojinin temel dili ve tahakkümün ruhudur..”
“Zaman denilen nesneleşme ve onun akışının şimdiye dek hiç kimse tarafından tatminkâr bir şekilde tanımlanmaması, konunun bir hayli karmaşık olmasından kaynaklanıyor olmalıdır. “
“Açıktır ki, zamansal mesafe davetsiz bir misafir gibi insan aklına girmeden önce, özne ile nesne arasında tamamen farklı bir ilişki vardır”
“Kilise, zamanın ölçülmesine katılan ve zamana göre düzenlenmiş bir yaşam tarzını dayatan ilk güç olmuş ve bu projesini katı bir şekilde uygulamaya devam etmiştir. Bu yüzden, vurmalı ve yelkovanlı saatin Papa II. Sylvester tarafından 1000 yılında icat edilmesi hiç de şaşırtıcı değildir.”
__________________________________
İşte böyle. Daha fazla uzatmasam iyi olacak. 12 Punto Ariel ile 5 adet A4 sayfasını doldurmuş, 6.ıncıya geçmişim. Nede olsa zamanın meta olduğu bir çağdayız! Umarım alıntıları iyi seçmişimdir. Kitaba adeta yumulduğum için ben de okuduklarıma yabancılaşmış olabilirim. Ama tavsiye ederim. Benim böyle her şeyi baştan yazma takıntım vardır. Siz bu notları boş verin, merakınız uyandı ise, kitabı inceleyin... Gelecekteki İlkel köklü ezberleri sorgulatan, başarılı bir çalışma.
Sevgilerimle, Nina
02 Eylül 2009