1 Mayıs, Toplumsal Akıl ve Nuhungemisi'nin Tanıklıkları
02 Mayıs 2010 22:42 / 4166 kez okundu!
Şimdi elli yaşlarındaki Amsterdamlı protestoculardan biri oğluyla birlikte bir konsere gittiğinde ona gururla şöyle diyor:"Bak oğlum buranın yapılmasına karşı çıkmıştım; sloganımız Stop Opera! idi ve opera sarayı yerine fakirlere ev yapılsın demiştim ama yanlış bir karşılaştırmaydı; yanlış safta doğru işler, doğru safta yanlış işler de yapmıştım ama yapmıştım... Engelleyemedik, kültür merkezi yapıldı ama bak ismi de bizim slogan oldu: Stopera"
32 Yıl sonra yeniden Taksim'de olmayı elinde olmayan nedenlerle başaramayacak olan nuhungemisi'nin yüreği alandaki kardeşleriyle olacak, beyni de anılarla dalgalanacaktır. Eski anıları ve tanıklıklarıyla idare edelim...
nuhungemisi’nin tanıklığı/1:
benden çıkıp dünyaya yayılanlar
arada bir tufan düşüncesini anımsayıp
tufan kovucu hareketlerde bulunmak için toplaşırlar
ateş yakarlar, kızgınca bağırıp çağırırlar,
tufan korkutur şeylerdir bunlar
tanrısal davaya çarçaput taşırlar rengahenk içinde
katılır eğlenirim.
insanoğlunun adetleri değişkendir
bazen o kadar kendilerinden geçerler ki ölümlere yol açarlar
bir nevi kurban verirler tanrıya
ama ben onun kurban istediğine bir gün bile tanık olmadım
-------------
uzun aradan sonra ilk önemli kutlama 1 mayıs 1976’da istanbul’da oldu. 1977'de ise en kitlesel olanı yapıldı ve en kanlısı.
Taksim Alanı'nda, 1977’de büyük bir çatışma gördü benim şu ağarmış yelkenlerim; gemimin epeyi çocuğu vardı alanda, meraktan nasıl gebermedim? Çoğu sağ salim döndü, 34 emekçinin son bayramı oldu 77. Bir ikisi kurşunla, kalanları paniğe kapılan kalabalıkta ezildi, panzerin ezdiği kadının görüntüsü ise hala aklımda.
Taksim Alanı. Niye taksim? Çünkü eskilerde, suyun kanallarla getirilip yörenin en yüksek noktası olarak Sular İdaresi Binası’ndan taksim edildiği yerdir burası da ondan!
İlk silah seslerinin de geldiği yer Sular İdaresi Binası (İstiklal Caddesi ile Tarlabaşı Bulvarı’nın Taksim’deki kesişme noktası).
Nuhungemisi’nin Tanıklığı / 2:
1 Mayıs 1977'de eski adıyla Intercontinental (şimdiki Marmara) Oteli'nin önündeydim. Arkadaki Osmanlı Sokağı'na (Kazancı Yokuşu) kaçsaydım, o sokakta ölen isimsizlerden olacaktım. Tersine alana dönüp Taksim Gezisi'ne yöneldiğim için kurtuldum diyelim. Üstelik 77'de iki kız kardeşim de vardı alanda, nişanlılarıyla birlikte ve onlar da rastlantı sonucu ölmemişlerdi. Ölümle burun buruna gelmekten korktum mu? Ne yazık ki hayır! Korku çok insani bir duygudur. O dönem ben yığınların içindeydim, yığınlar insana bu duyguyu unutturuyor. Unutturduğu diğer bir çok insani ve kişisel şeylerin yanında... Tüm bu yaşananlardan sonra 1 Mayıs 1978'de yine Taksim Meydanı'ndaydık, 100.000'lerce insanla birlikte. Üstelik onlarca yasak slogan haykırıp, yasak pankartlar açmanın gençliğimize verdiği tadı sonuna kadar tadarak! Demokrat kalarak! Dedim ya korku yoktu ne yazık ki... Ama insanlık da eksiliyordu giderek. Hem bizim hem de karşı tarafın saflarında... Öylece 12 Eylül 1980'e ulaştık. Tekdir ile uslanmayanları "devlet baba" dayakla hizaya sokmaya çalışıyordu artık. Ama hizaya sokanların hiza anlayışı kışladan çıkmaydı ve dünyaya uymaktan uzaktı. Olsun herkes memnundu, çoğunluğun dediği oluyordu, 1982 Anayasası’nı % 92 onaylamıştı, karşı çıkan % 8’lik hain kontenjanındaki azınlıkta olmak hala çok güzel bir duygu. Ve yılları böyle geçirdik. 1996 1 Mayıs Kadıköy olayları sırasında yurt dışından dönüyordum, tam olayların sonuna düştüm. Ama görünenler yeterdi… Bankaları ekonomik olarak çözemeyince, camlarını indirenler, yanlış yolda, yanlış tatminler peşindeydi... Geldik bugüne. 1 Mayıs'ları artık evden izliyorum, yenilik arıyorum, yaratıcılık arıyorum, insancıllık arıyorum, kavga günü değil akıl günü olmasını isteyen var mı diye bakıyorum. Ne yazık ki pek az, var olanları da kalabalıktan ben seçemiyorum. İnsan beyninin en önemli üretici güç olduğu, işçilerin ve sermayenin yapısal değişim geçirdiği, Marksizm’in pragmatik bir yorumu olarak Leninizm’in öldüğü, hayatın, insanın ve toplumların bir değişim bilimi olarak kendini yenileme uğraşında olan Marksizm’in Doğu’yu aşağılamaktan vazgeçip, Batı’daki Doğu'yu keşfedip, Doğu’daki Batı'yı yaratmak için belki Marksist Liberal Sentez olarak geleceğin taşlarını döşediği dünyayı anlamaya çabalıyorum. Küreselleşen dünyada bu günün, kavga günü değil, barış günü, mücadele bayramı değil, bahar bayramı olmasını istiyorum. Ama yönetenlerin, sermayenin sahte bahar bayramını değil, özgür düşüncenin, fırsat eşitliğinin, adil bir toplumun baharının çiçekli bayramını özlüyorum.
Nuhungemisi’nin Tanıklığı/3:
alan üstüne bitmeyen tartışmalar ve hariçten akılcı deneyimler:
Biri der ki alanın adı: Taksim’dir, öbürü der ki: 1 Mayıs!
Kavga ve kurban olayına girilir yeniden oysa kendini tanrı vekili sananlar, alanın adını değiştiriverseler bitecek olay, kin nefret tohumları başka baharlara sarkacak belki don olacak, iyi olacak…
Ama yöneticilerimiz Hollandalı değil ki, sömürgeci geçmişleri yok ki onlar gibi akıllı olsun.
Bir grup Hollandalı, Belediye’nin Amsterdam’a Opera Merkezi yapmasına karşı çıkarlar, kent yoksullarının evleri yok, operaya ne gerek derler; anarşist, komünist ve radikal gençler polisle çatışmayı göz alacak denli inanırlar davaya, ki böylesi inanca kolay rastlanmaz Hollanda’da, derken hiç olmayanlar olmaya başlar ve 2 kişi ölür. Göstericilerin sloganı şöyledir: Stop Opera!
Sonradan kısaltılıyor bu slogan ve oluyor: STOPERA
Belediye, kültür merkezini bitiriyor direnişe rağmen, direnişçiler kaybediyor, Nederlandse Dans Theater adlı merkezin, altında metrosuyla birlikte açılış günü geliyor.
Belediye bir sürpriz yapıyor ve jest olarak kısa isimde STOPERA ismini kullanıyor. Alttaki metronun duvarlarına da o günlerin anısına göstericiler ve polislerin karşı karşıya gelişlerini estetize ederek gösteren dev resimler astırıyor. Amacı metronun ve binanın gelecek kuşaklara, bir kin ve nefret sembolü olarak taşınmasını engellemek. Yani gerçeklerin üstünü örterek değil, gerçeklerle yüzleşerek yapıyor bunu.
Ve bu isim hala kullanılıyor: STOPERA
Şimdi elli yaşlarındaki protestoculardan biri ise oğluyla birlikte bir konsere gittiğinde ona gururla şöyle diyor:
"Bak oğlum buranın yapılmasına karşı çıkmıştım ve opera sarayı yerine fakirlere ev yapılsın demiştim ama yanlış bir karşılaştırmaydı; yanlış safta doğru işler, doğru safta yanlış işler de yapmıştım ama yapmıştım... Engelleyemedik, kültür merkezi yapıldı ama bak ismi de bizim slogan oldu: Stopera"
Yani kin yok nefret yok…
Oysa benim ülkemde 1977'de ölen 34 kişinin yakınları, arkadaşları, yoldaşları hala o günün acısını içinde taşıyor çünkü uzlaşma değil nefret kültürü bizde iktidardan hiç inmedi, arada hükümetler değişse bile…
Kimse o kadar büyük olamadı, "alanın adı artık 1 Mayıs Alanı'dır" diyecek kadar!
Onlara söylenecek şudur: Taksimi Kurtardınız ama İstanbul'u Berbat Ettiniz!
Nuhungemisi’nin Tanıklığı/4:
1 Mayıs'ları önemsemek ama abartmayacak yaşa ve deneyime ulaşmak… Keşke birisi o günlerde benim kulağıma bunları fısıldasaydı. Muhtemelen yine bildiğimi okurdum ama daha erken ayılırdım. Dünyayı yorumlayış biçimim erken değişirdi, büyük modaları takip etmemeye erken girişirdim... Artık kendi modamı kendim yaratmak için çabalıyorum. Ne sahte terzilerin biçtikleri, ne gerçek ama demode olanların diktiği, ne de binlerce kişiyi peşine takan fareli köyün en berbat kavalcısının yeni moda konfeksiyon uğruna seçtikleri umurumda değil. Ne cahil işçilerin tutuculuğu, ne bir avuç işçi kuyrukçusunun dalkavukluğu, ne sendika ağalarının kasabalı politikaları, ne iktidarsız muhteris eski solcuların tembel alışkanlıkları, ne de sermayenin egoist korkuları benim 1 Mayıs sevgimi örtemez. Bu biçimiyle klasik 1 Mayıs'lara uzağım. Değişen çağı yeniden okumaya çabalıyorum. İşçilerin önemi kas güçlerinden değildi. Üretimde tuttukları yer ve artı değeri üretişleriyle ilgiliydi. Artı değere kim el koyuyordu? Biraz daha karmaşıklaşsa da temelde aynı. Bu nedenle artı değer üretenlerin, buna el koydurmamak için üretim sürecindeki yerlerinin gücünü fark etmeleri, bilinçlenmeleri, örgütlenmeleri ve mücadeleye atılmalarıydı kurtuluş. Ama artık üretim sürecinde işçilerin tuttuğu yer, hem dünyada hem de ülkemizde değişti. Artı değer üretilmesi özünde değişmedi ama bilgi üretici güç oldu, insan beyni kumu önce cam sonra bilgisayar çipi haline getirdi. Aradaki katma değerin gücü her şeyi anlatıyor. Bazı şeyler biçim gibi görünüyor ama bazen biçim her şeydir. Artı değere el koyanların cephesini iyi çözümlemeden, doğru taktiklerle ileri doğru ilerlemeyi planlamadan, değişen dünyada ve Türkiye'de politika yapmanın inceliklerini öğrenmeden yola çıkılmaz. Bu süreçte AB’nin, geçilmesi gerekli olduğunu, amacın değil yolun önemli olduğunu anladım. Amaçlara hala tapanlardan ayırdım yolumu. Ben 30 yıl önce yapılanlardan bile geride işler görüyorum, ki buna kimi 1 Mayıs kutlamaları da dahildir. Bu nedenle kendimi bu gerilikten uzak tutmanın daha doğru olacağına inanıyorum. Politika, 30 yıl öncenin politik taktikleriyle yapılmaya çalışıldığında iyice kabalaşmış oluyor. Bu nedenle “kitlelere” değil, bireye yönelmeyi anlamlı buluyorum. Kendi iç dünyasında derinleşemeyenlerin ya kitlelerin içinde kaybolacağını ya da kitlelere zarar vereceğini yaşayarak öğrendim. Geneli kurtarmak için uğraşmak yerine yerelden yola çıkmak daha hayırlı. Buralardan başlayan adımın global dünyanın yerel köyündeki başarısını ve birey üstündeki gücünü abartmadan, etkili buluyorum...
Kendi 1 Mayısını bulana kadar, tüm 1 Mayıs dostlarına, İzmirizmir.Net'in tüm izleyicilerine zekice arayışlar diliyorum.
nuhungemisi
01/05/2007