UZAKTA BİR TEMMUZ GECESİ…

01 Şubat 2011 18:54 / 2348 kez okundu!

 


Smyrne'den sadece bir iki günlüğüne uzak olmam gereken bir gündü o gün.

Sıcak bir Temmuz gecesi, bulunduğum yerde bir parkta masada oturmuş kahvemi yavaşça yudumluyorum.

Fazla gürültülü, insanların neredeyse tamamının diyebileceğim kadar, kendilerini dışarıya attıkları bir gece...

Orası Smyrne kadar sıcak değil. Gecesi hiç değil.

Kuzeye doğru 700 km kadar çıktım. Marmara’nın tam altından sağa doğru ve tam değilse de neredeyse Karadeniz diyebileceğim bir yerdeyim.

Oradaki yeşil, Smyrne’nin yeşilinden, hele bu mevsimde daha yeşil, serinliği de çok daha fazla serin.

Akşam saati. İnsanlar bir sel gibi caddelerde akıyor. Dikkat ettim de dondurma tüketimi had safhada.

Kahvemi yudumlarken, çay bahçesinin diğer ucunda sahne gibi oluşturulmuş bir yere iki genç çıkıyor. Ellerinde gitarlar var.

Güzel bir ses düzeni ile güzel şarkılar söylemeye başlıyorlar. Sesleri bana kadar geliyor. Tüm bahçeyi sarıyor. Tüm benliğimle kendimi ezgilere bırakıyorum.

Etrafıma bakıyorum. Dışarıdan bu şehre gelmiş üniversite öğrencisi oldukları hemen anlaşılan kızlı erkekli gençler yüksek sesle şarkılara katılıyorlar ve tek hecesini bile kaçırmadan sağa sola sallanarak eşlik ediyorlar. Çok eğleniyorum. Hem ezgiler beni sallıyor, hem de yaptığım gözlem beni, bir yandan eğlendirirken bir yandan da düşündürüyor.

Kendilerinden geçmiş ve müziğin rahatlatıcı etkisiyle coşmuş, tüm dertlerini unutmuş gençleri düşünüyorum.

Sadece su var masalarında. Yüzleri gülüyor. Eğleniyorlar.

Ben Smyrne dışına çıktığımda garip duygularla sarsılırım.

Özlemiyle yandığım şehirdir o.


UZAKLAR

Smyrne'den 1200 km uzakta bir güneydoğu şehrimizin tek devlet fabrikasında görevli olduğum o yılların her biri yüreğime bir demir ok gibi saplıdır.

Odama giren kişiler bir şaşkınlık yaşarlardı ilk anda. Benim odamın duvarlarından ve masamın üzerindeki camın altından, ayrıca da benim yüzümden, Smyrne fışkırırdı üstlerine. Onlarca kartpostal gülümserdi yüzlerine. Duvardan bir Atilla İlhan şiiri gülümserdi.

Benim odam Smyrne idi. Bir Sezen Aksu şarkısı idi. Hem beni hem de odama gireni sarsan.

Benim bu Smyrne aşkımdan rahatsız olanlarda yok değil tabi hele o şehrin kendi insanları. Bana içten içe kızarlar ve kendi şehirlerinin farklı yönlerini, güzelliklerini, yemeklerini, müziğini anlatırlardı. Haklıydılar da.

Kabul etmeliyim ki, o güneydoğu şehrinde güzelliğine hayran olduğum seyretmeye doyamadığım, kendi elemanlarım olan kızların yöresel folklor kıyafetleriyle yöre oyunlarını oynamalarıydı. Ben onları seyrederken daha bir güzel oynarlar ve dikkatli olurlar, bir yandan bana bakarlardı.

Davul ve zurna eşliğinde zıplayışları ve titreyişleri, oynadıkları oyunun içindeki ayinleri tiyatro sahnesindeymiş gibi oynamaları beni bambaşka dünyalara götürür, içimde sesler susar ve ben Ege kıyısında eski bir ezgiyle titrerken, Körfez vapurunda akşam üzeri imbatının serinliğini içimde çok uzaklardan ve derinlerden duyardım.

O uzak güneydoğu şehrinde en çok da Ege tatlarını özledim. Çarşısından, İzmir tulumu alamadığım, börülce bulamadığım, ayşe kadın fasulyeyi çalıyla değiştiğim günler oldu da, kendi börülcemi içimde yetiştirdim. İzmir diye içimi yedim. İzmir yönüne giden yollara dönüp ‘’Bekle aşkım az kaldı döneceğim sana’’ diye seslendiğim günler oldu.

Yıllık iznimi kullandığım zamanlarda eşim ve çocuklarımla birlikte bazen otobüs bazen de kendi aracımla kendimi İzmir’e attım. Kokladım İzmir’i sevgiyle. Açtım kollarımı ona, sevgiliye açar gibi.


İZMİR’İN EVRİMİ

Ondaki değişikliği inanın, yıllar itibariyle meydana gelen doğal şehirleşme gereği şekilsiz yapılaşmaların, artan nüfusu ve göç alması nedeniyle de kalabalıklaşmasını her geldiğimde fark edince yüreğim derinlerden sızladı. Onun bunu kaldıramayacağını, üzeceğini, çehresini değiştireceğini hissettim. Hislerimde de yanılmadım.

Bazen yapılan değişikliğin onu üzeceğini, bazen de sevindireceğini düşündüm.

Özkanlar ve Bornova'da yıllar içerisinde meydana gelen, verimli topraklar üzerinde yükselen betonlaşmanın ve güya şehirleşmenin onu üzdüğünü, Konak Meydanı'nın adeta yıllar içinde yok olup yüksek beton binalara dönüşmesi, denizin şehirden uzaklaşmasının onu çıldırttığını, Mithat Paşa Caddesi'nin darlık ve yetmezlik nedeni ve trafik çilesi yüzünden denizin doldurulması ve şimdiki Mustafa Kemal Sahil Bulvarı'nın deniz doldurularak yapımı, daha sonra da tekrar açılarak şimdiki altyapı düzeyine getirilmesi çalışmaları.

Bunun ona verdiği derin sızıya rağmen gelecek yıllar açısından ihtiyacı olduğu için sabrettiğini, Kordon’a sahil yolu aymazlığı ve onun şimdiki kalıntılarının şu an bile onun yüreğini ezdiğini, hep görmeye çalıştığım ama bir türlü İki Çeşmelik Caddesi'nden geçerken görülemeyen, yılmayıp yerine hiç yakıştıramadığım, İki Çeşmelik Caddesi'ndeki mimarlık harikası! Katlı otoparkın en üst katına çıkıp, oradan dakikalarca seyrettiğim, Antik Smyrne Agorası. (Şimdi ortaya çıkıyor.) Bağrındaki en değerli şey iken insanlarca gerilere atılmasına katlanamadığını, Kadifekale, Bornova Atatürk Mahallesi ve Narlıdere sırtlarının en güzel körfez manzaralarına sahip oldukları halde kötü yapılaşma ve gece kondu bölgesi olmasına izin verilmesine hiddetlendiğine, metro çalışmalarına çalışmalar sırasında ortaya çıkacak olan tarihsel kalıntıların fark edilmesi ve gelecekte insanların güzel, çağdaş ulaşım aracına kavuşacakları için katlandığına şahit oldum.

Bu değişimleri her geldiğimde onun gözüyle görmek onun yüreğiyle hissetmek istedim. Hissettim de. Bazen sevindim bazen de çok üzüldüm onun adına.


KUZEYDEKİ, SERİN ŞEHİR

Kuzeydeki o şehirde gece çökmüş, Sahnedeki gençlerin ezgileri dalgalar halinde yüreğime vurmakta ve gözlerim etrafımdaki insanları incelemekte.

Beni derinden sarsıyor o gece. Bir nedeni var tabi. Sanki o dünyadan çıkmış bedenim, eskilere gitmiş, daha lise öğrencisi iken yazdığım, gazetede yayımlanmasından gururlandığım bir şiirimin sanki gerçek olduğu anları yaşıyorum. Hani bir söz vardır; ‘’Ağzınızdan çıkanlara dikkat edin, gerçek olabilirler.’’

Ben bu deyimi ‘’yazdıklarınıza dikkat edin’’ diye düşünüyorum. Çünkü yazmak söylemekten daha da derin bir şeydir. Öyle ki, yazdığınızda geleceği yazıyor olabilirsiniz, "Kuantum" düşünce tekniğine göre.

Çok garip. Gitar nağmeleri yüreğime doğru hızla girerken kendim uçuyorum ve şiirimin her satırını hatırlıyorum.

‘Tam kırk yıl önce daha bu günlere çok zaman varken yazdığım şiirin sonlarına doğru,

‘’Bir Temmuz gecesidir tüm aşklarımı götüren,
Bir gitarın acı nağmeleridir gelen yalnızlığımı yemeğe’’


diye yazmışım. Düşünüyorum da şimdi ben kırk yıl sonrasının bir Temmuz gecesini işte böyle gerçekleştirmiş ve böylesine çağırmışım.

Ne güzel değil mi? Hiç de nerede gerçekleşeceğini bilmeden, safça.


***

Nasılsa yaprakların soyu, öyledir insanlarınki de
Yaprakları yel saçar, başkalarınınkini orman
Tomurcuklanıp yaratır, gelince yeniden bahar
Böyledir insanların soyu da; biri yeşerir öteki solar

(HOMEROS)


***

ÖZDENER GÜLERYÜZ



Son Güncelleme Tarihi: 03 Şubat 2011 15:40

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.