PKK konusunu gerçekten çözmek istiyor musunuz? - Cengiz Çandar

21 Eylül 2011 00:49  

 

PKK konusunu gerçekten çözmek istiyor musunuz? - Cengiz Çandar

İş PKK ile yapılan görüşmelere gelince, 'Vallahi biz görüşmedik, devlet görüştü. Devlet görüşür, biz görüşmeyiz' demek akıllıca da değildir.

MİT-PKK görüşme kaydı ortaya döküleli beri anlamsız bir tartışma ortalığı kapladı. Son derece önemli ve aslında Kürt sorununun silahlı boyutunun sona erdirilmesi ve nihai çözüm sürecinin önünün açılmasına imkân verecek bir konu, bildik iktidar-muhalefet çekişmesi çerçevesinde heba edilme tehlikesi taşıyor.

Aslına bakarsanız, görüşme kaydına öyle aman aman bir muhalefet yapılmadı. MHP, günler sonra, genel başkanı aracılığıyla, artık kamuoyunda pek karşılığı olmayan basmakalıp cümlelerle tepkisini verdi. CHP ise ucuz polemik yolunu seçti. CHP Genel Başkanı, “Görüştüğünüzü söylediğimizde bize şerefsiz demiştiniz, kimmiş şerefsiz!” sözlerini öne çıkaran bir dille polemiğe çanak tuttu.

Başbakan ve çevresi, “devlet görüşür, biz asla görüşmeyiz” diye ancak Türkiye’ye özgü anlamsız bir söylemle polemiğe karşılık verdi. Her geçen gün, bir iktidar sözcüsü, yapılan MİT’in görev tanımı içinde olduğunu söylüyor ve görüşme kaydında “Başbakan adına” katıldığını ifade eden şu anki MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a sahip çıkıyor.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bile topa girdi ve Fidan’ı ve MİT’in görüşmelerdeki işlevini savundu.

“Devlet görüşür, biz görüşmeyiz” ne demek?
Şu ‘devlet-hükümet ayrımı’ kadar saçma bir ayrımı Türkiye’den başka bir yerde bulabilmek mümkün değil. Bir yanıyla gerçekçi de. Çünkü, neredeyse Cumhuriyet’in kuruluşundan beri devlet demek asker ve asker eksenli rejimin bürokrasisi demek. O anlamda hükümetten farklı. Hükümet ise bütçeyi hazırlamak, ihale hazırlamak, bayındırlık, sağlık ve ulaşım hizmeti gibi işleri yapmaktan ve rant üretmek ve dağıtmaktan sorumlu mekanizma gibi algılanageldi. Büyük konularda, ana davalarda karar, hükümete değil ‘devlet’e ait oldu. “Hükümet oldu ama iktidar olamadı” sözü, Türkiye’de pek sık tekrarlanan söz oldu. Bu söz, “Hükümet, devlete hükmetmiyor, askere ve bürokrasiye söz geçiremiyor”dan başka bir anlama gelmiyor.

Oysa, dünyanın her yerinde, rejim yapısı ne olursa olsun, hükümet demek, devlet denilen büyük aygıtın yönetim organıdır. O nedenle, devlet-hükümet ayrımı yapılmaz. Artık, Türkiye’de de yapılmasının gereği kalkmıştır. Şayet bu ayrımı iktidar çevreleri yaparlarsa, bu, hükümetin devlete hükmedemediğinin, tam anlamıyla iktidar olamadığının itirafından başka bir anlam taşımaz.

Oysa, Ak Parti, Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları, geçen yılki anayasa değişikliği referandumu ve HSYK’nın ve anayasanın yapısının değişmesinden sonra, devlete olması gerektiği gibi hükmeden bir yürütme gücü haline gelmiştir.

O nedenle, iş PKK ile yapılan görüşmelere gelince, “Vallahi biz görüşmedik, devlet görüştü. Devlet görüşür, biz görüşmeyiz” demek akıllıca da değildir, doğru da değildir.

PKK’lılarla görüşen bürokratlar, Başbakan’dan habersiz mi görüşmüşlerdir? Görüşen o bürokratlar, Başbakan’dan bağımsız, hatta Başbakan’ın üzerinde kişiler midir? Görüşmelerde bir sonuca varsalar, Başbakan, “Ne yapalım, biz o görüşte değiliz ama devlet istedi, yerine getirmek zorundayız” mı diyecekti?

Yoksa, görüşmelerin siyasi sorumluluğunu hükümetin ve bizzat Başbakan’ın alması mı gerekiyordu?
Başbakan dün New York’a hareketinden önceki basın toplantısında bu konuya bir kez daha değindi ve “Benim partimin MYK’sından görüşen bir kişi olduğunu ispat edin” gibisinden bir meydan okumayla, siyasi sorumluluk almadığını belirtti.

Peki, MİT, PKK ile niçin görüşüyordu?
İktidar sözcüleri ve hatta Cumhurbaşkanı, “terörü bitirmek için” karşılığını veriyorlar.

Tabii, PKK, sadece bir ‘terör sorunu’ ise, bir güvenlik kuruluşunun PKK ile görüşmesi ‘teröre son vermek’ gibi hayırlı bir amaç söz konusu olduğunda doğal ve gereklidir.

Ama, şayet PKK konusu, ‘terör boyutu’na rağmen Kürt sorununun bir parçası, üstelik en önemli ve adeta ayrılmaz bir parçası haline gelmişse, güvenlik kuruluşlarının görüşmesiyle çözüm bulamazsınız.

Siyasi yaklaşım; güvenlik yaklaşımı
Kuzey İrlanda ve Güney Afrika tecrübeleri –özellikle ilki- bu konuda çok önemli bir yol göstericidir.

Bundan iki ay önce, içimizde üç Ak Parti milletvekilinin yer aldığı geniş bir heyetle İngiltere, Kuzey İrlanda ve İskoçya’da bu konu üzerinde ciddi brifingler aldık. IRA ile tümüyle aynı amaçları güden, tek farkı silah taşımayan eski IRA liderlerinden oluşan Sinn Fein ile görüşmeleri, bizzat Başbakan Tony Blair yürüttü.

Konuya ‘siyasi’ yaklaşmazsanız, esas olarak bir ‘güvenlik konusu’ olarak yaklaşırsanız, çözemezsiniz. Dönüp dolaşıp, ‘askeri çözüm’e, bir tür ‘Sri Lanka modeli’ne geri dönmek zorunda kalırsınız. Bu, Türkiye şartlarında kan, gözyaşı ve çözümsüzlük demek.

Kuzey İrlanda Barış Süreci ve çözümde belirleyici rol oynayan Jonathan Powell, “İsyancılar adamlarınızı öldürürken, demokratik bir hükümet olarak onlarla görüşemezsiniz. Bir demokratik hükümet (yani seçilmiş bir hükümet) için ateşkes konuşmaya ve müzakerelere başlamak için bir ön şarttır. Ancak, bu ön şartın ötesinde şart da koşamazsınız” demişti. IRA ile görüşemezlerdi, Sinn Fein ile görüştüler.

‘Kuzey İrlanda dersleri’ nde, IRA’nın ta en başından beri İngiliz istihbarat örgütü ile arasındaki kanalların açık olduğunu ve gizli görüşmelerde bulunduğunu da öğrendik.

Türkiye’ye adapte edersek, MİT ile PKK’nın görüşmesinde hiçbir garip yan yoktur; olması gerekendir. Ak Parti hükümeti, elbette PKK ile doğrudan, yüz yüze görüşemez. Ama, Sinn Fein gibi bir meşru görüşme partneri de bulmak zorundadır.

Bu ister BDP olur, ister Diyarbakır’da haft asonu toplanan “Kürdistan Konferansı” –ki, akla gelebilecek ve çok çeşitli tüm Kürt siyasi partileri, sivil toplum kuruluşları ve şahsiyetleri bir araya geldi- gibi çalışmaların üretebileceği mekanizmalar olur.

TESEV’den sonra ICG Raporu
Uluslararası Kriz Grubu’nun (ICG) ‘Turkey: Ending The PKK Insurgency’ (PKK İsyanına Son Vermek) adlı raporu bir ilaç gibi tam bu tartışmaların ortasına düşüverdi. Rapor, bugün kamuoyuna açıklanacak. Raporu dikkatle okudum. Benim imzamı taşıyan ‘Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır?-Kürt Sorunu’nun Şiddetten Arındırılması’ adlı TESEV Raporu ile birlikte okunmasında yarar var. İki rapor örtüşüyor ve birbirini tamamlıyor. Benimki, 24 Haziran 2011, ICG Raporu 20 Eylül 2011 tarihli. İkincisi, arada tekrar şiddet tırmanmasını göz önüne alarak yazılmış.

MİT-PKK görüşmelerinin yeniden başlaması ve görüşme kapsamının genişleyerek Ak Parti hükümetinin Kürt siyasi hareketi temsilcileriyle masaya oturması için, öncelikle PKK’nın silahları susturması ve eylemsizlik sürecinin kalıcı biçimde yerleşmesi gerekiyor.

Dünyada büyük ağırlığı ve itibarı olan, Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından da desteklenen ICG Raporu, bunun nasıl yapılacağı ve hükümete düşenler konusunda gerçekçi ve ilkesel önerilerde bulunuyor.

Hükümetin elinde, 117 sayfalık TESEV Raporu ve 42 sayfalık ICG Raporu var. Her iki rapor, silahların susması ve sorunun çözüm rotasına girmesi için yeterince ipucu taşıyor.

Geriye kalıyor, siyasi cesaret, öngörü ve siyasi irade.

Radikal


Son Güncelleme Tarihi: 21 Eylül 2011 00:57

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0