Laik Türkler Nasıl Çıldırdı?

23 Ağustos 2009 14:18 / 2137 kez okundu!

 


"Bu laiklik meselesi haricinde Laik-Solcu-Kemalist Türk modeli birçok konuda “demokrat” olabilirdi. Ahmet Kekeç ve Fikri Akyüz’ün geçen hafta yazdıkları gibi CHP’li Kemal Anadol, 1995’te YDH’nın Kürt meselesinde “Barıştan yana” en hızlı adamlarından biri olabilirdi. Cumhuriyet gazetesinde zamanında “barışçı-demokrat” makaleler çıkabilirdi... Fakat Kürt meselesinde önderliği dindarlar alırsa, laik-solcu Türklerin zaten özlerinde varolan milliyetçilik bir yönüyle modernist bir yönüyle anti-emperyalist kamuflajla kabarabilirdi... Kendine Kemalist demeyen Türk solcularının da çoğu için bu nevrotik durum geçerli maalesef... " 

Rasim Ozan'ın son yazısı yine bize ayna tutuyor. Bakmaya cesareti olanlar beri gelsin...

Kürt açılımı adı verilen bu sürece Türklerin tepkileri ne olacak?.. Bu soru önemli... Bu ülkede, Türkler dediğimiz kategori aslında Kürt ve gayrımüslim olmayan herkestir... Öte yandan Kürtler dışında kalan etnik kimliklerden de çok sayıda radikal Türk milliyetçisi üretmiş bir toplumuz biz... Türk derin yapılanması da genelde bu yönde etnik kimlik çeşitliliğinin olduğu bölgelerimizin üzerinde tezgâhlarını yoğunlaştırır...

Öte yandan en geniş anlamıyla Türklerin de dinsel/ sınıfsal/ sosyal kategorileri var elbette... Şu an itibariyle daha dindar, daha kırsal kökenli ve daha yoksul Türkler, daha laik, daha şehirli ve daha zengin Türklere göre bu Kürt meselesi etrafında çok daha sağduyulu... Ali Bayramoğlu’nun da özellikle altını çizdiği gibi, Türkiye’nin özellikle geniş dindar kitleleri rehberlik/ liderlik olgusunu önemseyen bir yapıya sahip... Geniş dindar kitleler, gerçekten güven duydukları bu rehber/ lider modelleri aracılığıyla değişimi çok daha kolay kabullenebiliyorlar... Değerler ve zihniyet bakımından olan değişim hiçbir toplumsal yapıda öyle hemen gelmez, ama tutumlarda ve davranışlarda bu rehberlik/ önderlik mekanizması aracılığıyla birçok hassas siyasal değişim süreci çok olumlu biçimde atlatılabilir... Bugünün Türkiyesi’nde Recep Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen bu rehber/ lider mekanizmasının iki temel örneğini oluşturuyorlar. Türkiye toplumunun çok geniş bir kesiminde önemli bir etkiye sahipler. İnsanlar farklı bağlamları ifade eden bu iki lider figürüne güveniyor, inanıyor... Tayyip Erdoğan’ın geçenlerde Rize’de yaptığı konuşmayı daha “laik ve solcu” olarak bilinen biri yapsa, belki de infial yaratırdı oysa tam aksine gündelik hayatındaki değerleri ve zihniyeti açısından gayet dışlayıcı-milliyetçi olabilecek kimi dindar insanlarımız dahi Erdoğan’ın olumlu yönde işlettiği rehberlik/ liderlik mekanizması aracılığıyla değişimden yana siyasal tavır koyabiliyor... Aynı olumlu işlevi sivil bağlamda Gülen hareketi de üstleniyor. Türk toplumunun büyük çoğunluğu nazarında milliyetçilik kavramı hâlâ olumlu çağrışım yapıyor. Fethullah Gülen ve Tayyip Erdoğan’ın rehberlik/ liderlik modeli, dindar Türkleri muhatap aldığında bu tanımı dışlamayarak içini olabildiğince liberalleştirme yönünde işlev görüyor... Bu toplumun anadamar dilinden konuşuyor bu iki önder, o yerli ve hakiki dil içinden bir değişimin taşıyıcılığını yapmaya çalışıyor... Türkiye’nin özgürleşmesinden yana olan her entelektüel de bu işlevin önemini anlamalı. Zaman zaman geriye gitmeler olduğunda taviz vermeden “Paşasının Başbakanı” diyebilmeli, yeri geldiğinde de “Barışın Başbakanı” demeli... Fakat esas değişim temelinin bu iki liderin toplumla yakaladıkları “sahici dil ortaklığı” olduğunu unutmamalı...

Türkiye’nin daha laik, kentli, eğitimli kitleleri açısından böyle bir büyük güven duyulan liderlik mekanizması yok bugün... Sekülerleşme arttıkça yüzyılların geleneğinden süzülen ataerkil rehber/ önder modelleri aşınıyor. Öte yandan günümüz dünyası sekülerleşmeyle birlikte “özgür ve özerk birey” modelinin hâkim olacağı inancının boş olduğunun kanıtlarıyla dolu. Bu geleneksel/ ataerkilliğinde ötesinde sık dokulu otoriter/ faşizan lider modellerinin örnekleriyle dolu çağdaş dünya tarihi...

Bugünün Türkiyesi’nde kendini laik, çağdaş, solcu gibi sıfatlarla anan Türk kitleler özgürlükçü-demokrat bir bakış açısından çok tehlikeli bir potansiyeli içlerinde barındırıyor... Bu kitlenin “çıldırma” sürecinin temelini ise laiklik meselesi oluşturdu... İslami kesimin görünürlülüğünden hiç çekinmeden merkeze ilerlemesi bu kesimde bir travma yarattı. Laik kesimin “modern hayat” tahayyülünü dağıtan olgu, İslami kimliğin dışsal değişim yaşamadan modernleşmeyi talep etmesi oldu... Bir başörtülü hademenin kızı öğretmen, bir hastabakıcının kızı doktor olmaya kalktığında doğal olarak başını açacak “çağdaş kadın” modeline girecekti Laik Türk tahayyülünde. Bugünün bayrak mitinglerinde yürüyen birçok laik kadın da öyle yapmıştı, anneleri örtülüydü, babaları çember sakallıydı ama onlar “aydınlanmış” ve Kemalist cumhuriyetin istediği tipte insanlar olmuşlardı... Bugünün kimi dindar kadınları ve erkekleri ise öyle yapmıyordu. Erkekler yine “eyyam” yaparak idare ediyordu da, kadınlar meselesi esas çatışmayı oluşturuyordu...

Bu laiklik meselesi haricinde Laik-Solcu-Kemalist Türk modeli birçok konuda “demokrat” olabilirdi. Ahmet Kekeç ve Fikri Akyüz’ün geçen hafta yazdıkları gibi CHP’li Kemal Anadol, 1995’te YDH’nın Kürt meselesinde “Barıştan yana” en hızlı adamlarından biri olabilirdi. Cumhuriyet gazetesinde zamanında “barışçı-demokrat” makaleler çıkabilirdi... Fakat Kürt meselesinde önderliği dindarlar alırsa, laik-solcu Türklerin zaten özlerinde varolan milliyetçilik bir yönüyle modernist bir yönüyle anti-emperyalist kamuflajla kabarabilirdi... Kendine Kemalist demeyen Türk solcularının da çoğu için bu nevrotik durum geçerli maalesef...

Modernist yön, Kürtlerin “aşiretçi, kabileci, feodal” yapısı söylemiyle, sözde anti-emperyalist yön de “Kürtlerin, Amerikan emperyalizmin işbirlikçisi olduğu” söylemiyle dışlama ve ötekileştirme işlevi görüyor Türk laik zihninde... Netice olarak Alper Görmüş’ün dediği gibi örgütleyicisini bekleyen tehlikeli bir laik kitle var bugün Türkiye’de... Irkçı psikiyatrist Kerem Doksatlar istisna değil...

Rasim Ozan Kütahyalı

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
28 Ağustos 2009 20:06

deepblueeagle

sevgili sultan. güzel bir yorum yazmışsın. teşekkür ederim. bu kişisel bir konu değil. görüşlerle ilgili de değil.
bu yazıdaki görüşlere katılıp katılmama konusu değil. 

bence de, gerçekten, bu arkadaşımıza, sitedeki diğer yazıları okumasını ve hoşgörülü olmasını öğütleyebilirsin. aynı çatı altında yazan diğer yazarların yazılarını okuyup olgunlaşmalı ve hoşgörülü olmalı. 

bilirsin, dünyada en gelişmiş diplomasi ingiltere'dedir. orada, politikada insanlar birbirini kıyasıya eleştirir, ama eleştiriyi anlamak bile çok zordur, seçilen sözcüklerden ötürü. çok incedir seçilen sözcükler. 

arkadaşımızın görüşlerine bir diyeceğim yok. bir hukukçu olarak da en ileri düzeydeki soyut normlara bağlı olduğumdan bir kimse veya yazısı hakkında hoşgörüsüz olma şansım yoktur. yoksa, projeleri değerlendiremem, proje hazırlayamam. 

arkadaşımızın seçtiği ırkçı psikiyatrist gibi, nevrotik gibi, çıldırma gibi, tehlikeli gibi kışkırtıcı, insanları birbirine düşürücü sözcüklerin bizim gibi toplumlarda kullanılmaması gerekir. zaten duygusal bir toplumuz. insanlar sabahları trafikte bile inip birbiriyle kavga ediyor.

bütünleyici, yaklaştırıcı bir dil, olumlu, yapıcı bir dil, insan sevgisi temelinde bir dil kullanmak, bizim gibi insanların görevi olmalıdır.

arkadaşımızı sitedeki diğer yazıları okuyup daha serinkanlı bir dil kullanması yönünde uyarman dileğiyle...sitemizin hoşgörülü ortamına alışmasını isteriz...
28 Ağustos 2009 19:47

sultan

Sevgili Deepblueeagle, 

Öncelikle iletişim içinde olmayı önemsediğin için çok teşekkürler. İçtenlikle yazdığın ve paylaştığın için çok memnun olduğumu belirtmeliyim. Site için çok çaba sarfettiğini ve tanıtım çalışmalarımızın dar alandaki en büyük neferi olduğunun hepimiz farkındayız. Hem kendini hem de bu haber ve kent portalında emeği geçen herkesi var etmeye çalıştığını biliyorum. Biliyoruz. Aklına ve ruhuna sağlık. Tarafsızlıktan Taraf, taraflılıktan taraf, Taraf'tan taraf olmak insani bir mesele. İnsanlar yaşadıkça ve düşündükçe hepsi sırayla başımıza gelen durumlar. 

Bir yaşta sevdiğimiz öbür yaşta nefretimizi kazanır. Bazı nedenlerden deliler gibi aşık oluruz sevdiğimize bir de bakmışsın aynı nedenlerden aşık olduğumuzdan çok uzaklara kaçmışız. Başyapıt diye düşündüğümüz bir roman ya da bir film bir başkasınca kaleme alındığında ya da çekildiğinde bir de bakarız ki herşeyin üzerinde bir övgüye hak kazanır. 

“Zeka doğru zamanda doğru hikaye anlatma yeteneğidir” der William L. Randall. 

“Herkes yaşamaya devam edecekse yeni bir görüş edinmelidir. Miller’ın Weisberg’i hatırlatan sözcüklerle belirttiği gibi, “kişisel yaratıcılık, kendimiz hakkında ve kendimizin dünyayla ilişkisi hakkında değişen bir görüş yaratma sürecidir. Hepimizin toplumsallığına karşın her birimiz, bir bakıma, resmi tamamlamak için her gün özel girişimimizi yaratırız. Bu hiçbir zaman başkalarınınkiyle tam olarak aynı olmaz ve dünkü girişimimizle de aynı olmaz.

Toplumların beyinsel hijyenlerini bozan, bir düşüncenin iletilmesinin zincirini kıran kavram bulanıklığı ve demogojidir. 

Bilginin tarafsızlığı bu yüzden çok önemli ve bu yüzden bazen Taraf ta olunabilmeli. İster taraf'ın tarafında ister tarafsızlığın Taraf'ında ya da belki Araf'ta durmak son derece normal. 

"Robin Sharma, Ermiş, Sörfçü ve Patron adlı kitabında "Dışarı bakan rüya görür içeri bakan uyanır” der...
 
Konfüçyus’un bir zamanlar , öç almaya kalkışmadan önce iki mezar kazmak iyi olur . dediğini de hatırlatır. 

Ve ben derim ki "Dalgasız deniz arama bulamazsın." 

Görün, hoş şeyler görün, birbirinizi de hoş görün. 

Lenin kaşlı kadınları 

Gardenya Zamanı adamları 

Hem hafif hem latif anları 

Yaşam kliniğinizi, bırakın gereksiz, tarihi geçmiş ilaçlarla doldurmayı 

Hayat laboratuarınızda samimiyetle sürdürün uzlaşmayı 

Bir yara varsa iyileştirmeye çalışmalı 

Bir acı varsa dindirmeye çalışmalı 

Eve lazım olan camiye haram 

Gözümüz görür elimiz ermez 

Güzel zamanlar çabuk kötü anlar ağır geçer 

Kardan adam olur, onlardan adam olmaz 

Deme, yakışmaz bize bu kelimeler, satır aralarında bile nahoş, 

Sevgili dostum,

Yaşadığımız günler tükenmedi daha, hikayemiz bitmedi. Nasıl günler göreceğiz bilmiyoruz. Bildiğim bir şey var her farklı görüş ve düşünce, söylem bizi geleceğe taşıyan izlenimler, deneyimler. Rasim Ozan Kütahyalı çok akıllı ve cesur bir gazeteci. O da yol çiziyor kendine her insan gibi kendine ayna olacak okuyucular ile. Etik konularda saygılı ve dünya barışı ve demokrasi konusunda bizim değerlerimizle son derece uyumludur. Şimdilik. Evet şimdilik diyorum çünkü her zaman değişebilir insanlar. Belki biz onun gerisinde kalırız belki de o bizim gerimizde. Hayat her zaman eşit davranmıyor yaşayanlarına.
Üstelik ayrı görüşte olanlarla aynı çatı altında yaşamak insanı çok da olgunlaştırır.

Sevgiler, 
28 Ağustos 2009 17:36

deepblueeagle

hukuk eğitimi almış bir kişi olarak net olarak tarafsızım. sadece hukuk tarafında olabilirim. o nedenle yazı ve yorumlarımda herhangi bir düşünceden yana olduğumu göremezsiniz. ancak ve ancak somut hukuk ve soyut hukuk tarafında olabilirim. uzman kişi değil de bir insan kişi olarak da sadece insan sevgisinden tarafım. hepsi bu.

bu arkadaşın bu yazıdaki yazı dili, sabah veya gece moral bozmak için birebir :))))
27 Ağustos 2009 13:09

s.çelikbilek

son zamanların çıkıntılarından, günün üvertürü, terbiyesizce gündemlerlerden beslenerek 10-15 gazeteci kürtçü amerikan uşağının küçük modeli, adına kendilerinden başka kimsenin yakıştırmayı düşünmediği aydın-demokrat diyen zamane bir kıytırık, kendini Türk  insanına daha fazla bulaştırmadan diğerleri gibi beslen döneminden sap döner kazma döner birgün rasim ozan kütahyalı   
25 Ağustos 2009 16:57

deepblueeagle

Gazetelerde, sitelerde yazan kişiler, okuyan, düşünen, aydın ve demokrat olma çabasındaki kişiler, yazılarıyla ve olumlu, barışçı, yapıcı üsluplarıyla hem diğer aydınlara hem de sade vatandaşa örnek olmak durumundadır. Diplomasi denen bir kavram da var. Bu arkadaşımız, yazılarıyla adeta bir savaş ortamı yaratıyor. Düşünceleri güzel. Uyarıcı. Ama dili çok saldırgan. Farklı düşünceleri ve kişileri aşağılıyor. Yazısında söz ettiği düşüncelerde olan kişileri ve adı geçen kişileri de saldırgan bir yanıta davet ediyor. Halbuki, eleştirilerini ince bir dille yapması gerekir ki, yapıcı bir tartışma ortamı yaratabilsin. Bu yazıyı ve bir önceki yazısını okuyan aydınlar, onun kışkırtıcı üslubuna uyup ona saldırgan bir yanıt verebilirler. Ya da sade vatandaş, politikayı izleyip bir fikir sahibi olması gerekmeyen, kendi yaşamını sürdürmeye çalışan sade vatandaş, bu yazıyı okuduktan sonra galeyana gelip kendi gibi düşünmeyene saldırabilir bile. Yani, bu arkadaşımızın dili, demokrasiye inanan bir dil değil. Kahvede, berberde konuşur gibi bir dili var. Laikler, demokratlar, milliyetçiler, liberaller, dindarlar, hepsi bizim insanımız. Biziz. Bu arkadaşımızın, düşüncelerini yazma hakkı var tabii ki. Daha çok demokrasi istiyorsak, herkesi dinlemeliyiz, okumalıyız. Ama bu arkadaş dilini değiştirmeli. Kişileri birbirine karşı kışkırtıcı bir üslubu var. Ayrılıkçı, ayrımcı bir üslubu var. Halbuki, bizim sitemiz daha çok demokrasiye inanan, barışçı, uzlaşmacı, yapıcı bir site. Okuduğum kadarıyla bütün yazarlarının incelmiş bir dili, yapıcı, olumlu, insan sevgisini temel alan bir dili var.
23 Ağustos 2009 16:01

deepblueeagle

kendi düşüncesi açısından iyi yazmış. kendi açısından haklı.
ancak, nevrotik, çıldırma, tehlikeli gibi sözleri, yazdıklarının önemini azaltıyor.
saldırgan yazmasa, isimler vermese daha olumlu izlenim verecek.
daha sakin, olumlu, barışçı yazmalı.
dövüşüyor gibi yazıyor sanki.
farklı düşünenleri ötekiler gibi sunuyor bize.
halbuki herkes kendince haklıdır.
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.