Liberal Kime Denir? Liberaller Kaça Ayrılır? (1)
25 Şubat 2008 08:38 / 15851 kez okundu!
Son haftalarda hızlanan başörtüsü tartışmaları neticesinde liberaller ikiye mi bölündü? Bir kısmı hizmet alan-hizmet veren ayrımına dayalı başörtüsünün özgürlüğünü savunuyor, kamusal alanın dini ve siyasi sembollerden nötralize edilmesi gerektiğini düşünü
Öncelikle belirtmek gerekir, şu an egemen devlet zihniyetinde “liberal” demek, laik kesimden gelip resmi ideolojiye muhalefet eden demek. Daha pejoratif olarak laik kesimden gelip Kemalizm’e eleştirel bakan herkes ikinci cumhuriyetçi ya da liberal. O noktada egemen devlet zihninde entelektüel bir ayrım yok. Ahmet İnsel de, Atilla Yayla da, Etyen Mahçupyan da, Fuat Keyman da, dahası Nuray Mert bile hepsi birden liberal. Hatta İsmet Berkan ve Can Dündar gibi isimler de ucundan bu liberal kamp içinde. Kürt, Alevi, İslam, Ermeni ve Kıbrıs meselelerinde biraz muhalif de olsanız resmi tavra, o lanetli liberal kamptasınız. Aslında bu algılamada sathi anlamda sorun da yok. Dünyanın birçok yerinde liberal olmanın doktriner olmayan, esnek anlamıyla özgürlüklerden daha yana olmak, daha hoşgörülü, açık fikirli olmak anlamı da var. Öyle tavır alanlara da hayatında David Hume, Stuart Mill ya da Karl Popper ismini hiç duymamışsa bile liberal denebiliyor. Liberal kelimesi adına da bu güzel ve doğru bir çağrışım. Öte yandan sathi olarak sorun olmayan bu konuda, bahsettiğimiz ahlaki ve siyasi meseleler özelinde derinleştikçe sorunlar çıkmaya başlıyor.
Öte yandan kendini bu bahsettiğimiz kampta görmeyip, ”Bir liberal devlete muhalif olmak zorunda değildir, Ben devletimi sonuna kadar savunurum ve gerçek liberal de benim” diyen bir çizgi de var. Bunun başlıca temsilcisi Ertuğrul Özkök. Bir de yakın zamana kadar yukarıdaki kampta kendini hisseden ama şimdi daha çok Özkök hinterlandında olan Cüneyt Ülsever. Özkök 301, türban, Kürt meselesi, askeri vesayet gibi konuları baş mesele edinen aydınlara kızıyor, önce ekonomik liberalizmi savunun, ekonomi yönünde liberalizmi savunduğunuzu görmedik diyor. İşte tam burada iki taraf açısından da demin bahsettiğim entelektüel handikap ortaya çıkıyor. Gerçekten de Kürt, Alevi, İslam, Ermeni meselelerinde özgürlükçü bir tavır alıp, o özgürlükçü tavrın gerektirdiği doktrinel tutarlılığa, entelektüel bilinç ve bütünlüğe sahip kaç liberal sayılan aydın var?Maalesef çok çok az. Bu meselelerde Türk devletini, Kemalizm’i özgürlükçü ve demokrat bulmayıp sonra Fidel Castro ve Hugo Chavez hakkında çok olumlu sözler söyleyebilecek aydınlar var bu geniş kampta. Castro-Chavez gibi totaliter adamları övüp Kemalizm’i eleştirmek hiçbir anlam ifade edemez. Öte yandan özgürlük idealinin bir tamamlayıcısı, iktisadi alana yansıması olan serbest pazar fikri de tek başına savunulduğunda liberalizm açısından hiçbir anlam ifade etmez. Singapur gibi otoriter-kapitalist modeller var dünyada. Bu modelleri liberallerin çoğu “gerçek liberal” olarak kabul edemez, hatta aksine kendilerinin dünya görüşünün temel bir unsuru olan mülkiyet/mübadele/pazar ilke ve ideallerini tek taraflı istismar ettiği için liberaller bu tür rejimlere ve bakış açılarına karşı çıkmak noktasında daha duyarlılardır.
“Siyasi istikrar ile o tip ülkelerde serbest pazar sistemi, kapitalizm bir otursun, o arada bazı insan hakları sorunları, ihlaller, mağduriyetler olabilir ama ardından kapitalizmle oluşan orta sınıf siyasi liberalizmi de talep eder” fikri liberaller açısından en tehlikeli fikirlerden biridir. Bu iddia edilen sosyal teori velev ki gerçek olsun, yine de liberalizmin ontolojik ve etik temelleri gereği hiçbir liberal-demokrat o hak ihlalleri, mağduriyetler ve adaletsizlikleri “arada kaynayıp geçecek” bir şey olarak göremez. Bu açıkça belirtmeliyim ki ahlak-dışı bir tavırdır. Üstelik bu mantık tam anlamıyla kollektivist-Leninist bir zihniyet üzerine oturur. Muhayyel gelecek güzel günler uğruna bugünün somut kanlı-canlı bireylerini feda etmeyi umursamayan totaliter ideolojilerin paylaştığı ortak bir mantıktır bu.
Elbette Özkök ve Ülsever benzeri anti-liberal bir kapitalizm mantığını önceleyen bakış açısı kadar özgürlükçü-demokrat bir siyasal sistemin zorunlu olarak gerektirdiği iktisadi boyutu yani serbest pazarı sürekli ihmal eden bir bakış da o kadar problemlidir. Özellikle sol kanattaki aydınlar bu konuda bütünlüksüz ve tutarsız bir fikre sahipler. Sathi olarak Türkiye’nin yaşadığı siyasi süreçte somut konularda bu, sorun çıkarmayabilir ama entelektüel olarak bu kritik ve önemli bir handikaptır. Üstelik yukarıda değindiğim Chavez-Castro hatta bazen Ahmedinecad gibi adamlara olumlu bakabilme, onları savunabilme anlamıyla bu aynı zamanda ahlaki bir problemdir. Türk devlet sisteminin mağdur ettiklerinin yanında özgürlükçü ve ahlaklı bir tavırla tavizsizce dur ama Castro ve Chavez’in muhaliflerine reva gördüğü feci muameleler noktasında inkar, bahane bulma ya da meşru gösterme mekanizmalarına başvur! Vicdanına çok güvendiğim ama entelektüel bütünlük/bilinç/tutarlılık eksikliği sebebiyle bu fecaat duruşu gösterebilen aydınlar var maalesef. Bu handikaptan tam anlamıyla kurtulabilen kendini sosyalist diye tanımlayan bir aydın henüz göremedim. Murat Belge’nin bu yanlışa düşeceğini sanmıyorum ama o da bu ahlaki problem noktasında susmayı tercih ediyor. Bu sadece kimi solculara has da değil, İslami duyarlılıktan gelen ama son derece özgürlükçü olan aydınlarda da bu var. Bu aydınlara bu totaliter isimleri savundurtan, bir anda gözlerini kör eden şey yapısal Amerikan muhaliflikleri... Bu körlük sürecini hızlandıran da 9/11sonrası özellikle saldırganlaşan Amerikan politikaları...
İşte tam bu noktada kendini liberal olarak tanımlayan kamptaki bazı aydınların da handikapları devreye giriyor. Özellikle 1 Mart 2003 tezkeresi liberal aydınların ortasından tren gibi geçti. Medyadaki kendini liberal olarak tanımlayanlar -Gülay Göktürk hariç- tümüyle tezkereyi destekledi. ”ABD saldıracak yapacak bir şey yok, biz çıkarlarımızı koruyalım” sağcı mantığına hepsi yenildiler. İlk kısım sol ve islami aydınlarda nasıl rijid ve yapısal bir anti-Amerikanizm ve onun yarattığı saçmalıklar varsa basındaki liberallerin de ciddi kısmında Batı yandaşlığı/Amerikan-yandaşlığı pozisyonunun liberal olmak için zorunlu olduğu gibi bir kanı var. Liberaller açısından unutulmamalı ki AB-yandaşlığı ya da tüm konjonktürel yandaşlık pozisyonları kaldıraç olarak önemlidir. Liberal-demokrat değerlerin/ilkelerin bu ülkede hayatiyet bulması için bu yandaşlıklar destek ve kaldıraç işlevi görüyorsa değerlidir. Elbette bugün AB süreci her özgürlükçü-demokrat için hayati önemdedir, ”AB’yi bir yana bırakalım, biz kendimiz özgürleşiriz” fikrinin hayal olduğunu hepimiz biliyoruz. ABD-yandaşlığı da bu bağlamda önemli olabilir. Aksi işlev görüyorsa bu yandaşlık derhal uzaklaşılması gereken bir pozisyondur. ABD, kuruluş felsefesi, ilkeleri ve anayasası itibariyle her özgürlükçü-demokrat için kıymetlidir, bağımsızlık bildirgesi insanlık tarihinin en önemli metinlerinden biridir. Amerikanın kurucu/öncü entelektüelleri Thomas Paine ve Henry David Thoreau, tüm özgürlükçü-demokratlar için önemlidir. Ama günümüz Amerikan politikaları bu temele asla bağlı değil, tam aksine bireyleri olmayacak bir gelecek uğruna feda eden sapkın kolektivist mantığın taşıyıcılığını yapıyor. Bir özgürlükçü aydın bu bahsettiğim kurucu temele sahip çıkabilir, çıkmalıdır. Öte yandan sırf bu sebeple ABD’nin 9/11 sonrası politikalarını ve duruşunu, en çok bir liberal-demokrat eleştirmelidir ve 1 Mart benzeri durumlarda da altını çizerek karşıt tavır koymalıdır. Sosyalist aydınlar da aynı şekilde özgürlükçü olmakta samimiyseler önce eleştiri oklarını aktüel olarak Chavez-Castro gibi halen muhaliflerini pasifize etmek için elinden geleni yapan yönetimlere sonra da sosyalizmin tarihine yöneltmelidirler. Herkesin önce kendi geldiği yeri eleştirme davranışının Türk aydınları arasında bir norm olarak benimsenmesi gerekiyor artık. Bu ilkesel-ahlaki bir gereklilik.
Liberal olarak kabul edilen aydınlar da manzara sadece bunlardan ibaret değil, başka farklı tonlar ve gelgitler de var, özellikle son başörtüsü bağlamında da fay hatları oluştu, bazı farklılıklar daha gün yüzüne çıktı. O fay hatlarının sebeplerine de inerek tahlil etmek gerekiyor...
Bu da başka bir yazının konusu olacak…
Rasim Ozan Kütahyalı