Ümit Boyner, liberalizm ve Sabancı cinayeti
20 Şubat 2010 01:31 / 1873 kez okundu!
TÜSİAD’ın başına Ümit Boyner’in gelmesi beni çok sevindirdi. Ümit Hanım’ın ne kadar özgürlükçü ve demokrat bir zihniyet yapısına sahip olduğunu iyi biliyorum. İlk konuşmasında da özgürlükçü-demokrat perspektifinin ipuçlarını verdi zaten kendisi.
TÜSİAD’ın 40 yıllık tarihi, özgürlük ve demokrasi kriterlerinden yani siyasal liberalizm perspektifinden bakınca pek parlak değil. Dahası ekonomik liberalizm perspektifinden bakınca da pek parlak değil. Bizde işadamlarının, burjuvazinin her zaman piyasa ekonomisini destekledikleri sanılır. Bu içi boş algıya göre liberalizm burjuvazinin ideolojisidir. Liberalizm burjuvazinin çıkarlarına hizmet eder. Burjuvazi de liberalleri ve liberalizmi destekler.
Batı tarihine bakıldığında da,Türkiye tarihine bakıldığında da durumun böyle olmadığı net bir biçimde anlaşılır. Tam aksine bir kapitalist için rekabetçi piyasa nahoş bir şeydir. Hiçbir destek almadan rekabet şartlarına üretim yapmak, para kazanmaya çalışmak sıkıntılı bir süreçtir. Devletin ekonomide aktif olduğu, devlet ihaleleri yoluyla kolay zenginleşme kapısının açık olduğu kronik kapitalist rejimler çoğu zaman burjuvazinin ilk tercihi olmuştur. Kapitalistlerin tarihi serbest piyasayı boğma arzusunun tarihidir dense yanlış olmaz. Piyasayı olabildiğince tekelleştirmek, rekabeti olabildiğince boğmak burjuvazinin çıkarlarına her zaman daha uygun olmuştur. İktisadi olarak bu rejimi arzu eden burjuvazinin siyasal tercihi de elbette daha otoriter bir düzenden yana olur. Nitekim hem Türkiye’de hem dünyada bunun çok örneğini gördük.
Liberalizmin ve liberallerin trajedisi biraz da buradadır. Özgür bir toplumun gereği, devletin olabildiğince minimal seviyede olacağı bir ekonomik düzen arzu ediyorsunuz. Dolayısıyla rekabetçi piyasanın alanını genişletmek istiyorsunuz. Fakat piyasanın temel aktörleri olan şirketler piyasayı boğmak istiyor. O şirketler genelde kendi çıkarlarının lobisini yapan adamları destekliyor. Bu da genelde Batılı muhafazakâr/conservative çevreler olur. Batılı sağcılar, özellikle ABD’dekiler hayata pro-business/şirket-yandaşı perspektiften bakarlar. Liberal ahlaki ilkeler üzerinden bakmazlar. Devlet müdahalesi şirketlerin lehine olacaksa sonuna kadar devletçiliğin lobisini yaparlar. Bu noktada da şöyle bir retorik geliştirirler. “Şirketler için iyi olan, Amerikan halkı için iyidir.” Yani Amerikan büyük şirketleri büyüdükçe, ABD de büyüyecek, bunun herkese yararı olacak. Bu palavra sağcı yaklaşımı kimse liberalizm ya da (tamamen içi boş bir kavram olan neo-liberalizm) diye yutturmaya kalkmasın. Bu bildiğimiz egemen güçlere yardakçılık anlamıyla sağcılıktır.
Türkiye’nin kıymetli liberal entelektüellerinden Atilla Yayla’nın da haklı olarak belirttiği gibi, liberal-demokratlar pro-business/şirket-yandaşı değil pro-competition/rekabet-yandaşı kişilerdir. Konservatif/sağcılarla liberaller arasındaki temel fark budur. Siyasi olarak da özgürlüğü ve demokrasiyi savunmak liberaller açısından “koşula bağlı” bir pozisyon değildir. “Batı-dışı ülkelerde önce kapitalizm bir şekilde gelişsin, o ülkede eğitim seviyesi bir yükselsin, bir orta sınıf oluşsun, sonra siyasi liberalizmi savunuruz” yaklaşımı sağcı bir yaklaşımdır. O manada Kemalizm de sağ bir ideolojidir. Öncü liberal filozoflar Adam Smith’in, David Hume’un perspektifinden böyle bir sağcılık asla çıkmaz. Maalesef Hayek de bu problemli konservatif/sağ yaklaşıma yenik düşmüş bir filozoftur. “Hayek liberal değil, muhafazakârdır” diyen liberal eleştirmenler büyük ölçüde haklıdır. Mises ve Friedman gibi isimlerin ise bu bağlamda yatacak yeri yoktur. Zaten bu iki isme de Batı literatüründe kimse liberal-demokrat demez. Bizde nedense deniyor. Kendini liberal-demokrat olarak görenlerin bu düşünürleri liberal diye takdim etmeleri “neo-liberal” lafını tekrarlayıp durarak tatmin olmaya çalışanların tam istediği şeydir. Bugün Türkiye’de bu sağcılıkla liberalizmin yanlış yere birbirine karışması durumu çok yaşanıyor. LDT çevresindeki kimi akademisyenlerde de bu yanlış zihniyeti görebiliyoruz. Kendine liberal diyen kimi gençlik örgütleri de aynı hatayı yapıyor. O sebeple liberalizme dair mevcut zırva algı pekişiyor.
Ümit Boyner’in TÜSİAD başkanlığına geri dönelim... Bugün Türk burjuvazisinin belli kısmı özgürleşme ve demokratikleşmenin kendi lehine olacağını biliyor. Olanca parasal güçlerine rağmen seslerinin az çıkmasının temel nedeni ise çok yalın. Korku...
Evet, hâlâ Türk burjuvazisi devlet denen mekanizmadan korkuyor. Bildiğimiz fiziksel korku bu. Bugün hangi demokrat Türk burjuvasıyla konuşsanız size aynı örneği hatırlatıyor. Aslında Sakıp Sabancı’yı hedefleyen Özdemir Sabancı cinayeti. İsteyen istediğini söylesin ama Türk iş çevrelerinin zihninde bu cinayetin faili belli. Hangi görüşte olursa olsun tüm iş dünyası bu konuda mutabık denilebilir.
O cinayet operasyonu Türk devlet zihniyetinin işadamlarına “Sen işine bak, siyaseten aktif olma, yoksa kurşunu yersin” mesajıydı. Algı bu... O günlerin geride kaldığını anladığında zannediyorum ki iş çevreleri belli konularda daha da cesur olacak. O bağlamda Ümit Boyner’in demokrat çıkışlarının tüm özgürlükçü-demokrat çevrelerce desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekiyor...
Taraf