Hayat her şeye rağmen acılarla birlikte yaşanacak!..
18 Haziran 2014 16:01 / 1530 kez okundu!
Acı her yerde ve durumda yakalıyor insanı. Nerede ve nasıl yaşadığına, etnik kökenine, konuştuğun dile, dinsel inançlarına, cinsiyetine göre ayırım yapmıyor. Hangi alandan kaynaklanmış olmasına bağlı olarak, kaynağına olan yakınlıklarımız, bilinçlerimiz, yaşama ilişkin duruşlarımız ve insani anlayışlarımızın durumu, şiddetini belirliyor. Ülkemiz de, yaşama biraz duyarlı bakabilen, bencilliklerden biraz uzaklaşabilmiş herkesin bir parçası oldu acı nerdeyse. Öyle tanışık olundu ki. Acı. Yakınlığına göre, kahredici,sıkıntılı, küstah, uzadıkça çoğalıyor, büyüyor. Tüm gücüyle bütün kanallara nefret yüklüyor. Öfkeleri ve kızgınlıkları kontrolsüz ya da çaresiz bırakıyor. Bırakıp gitmek istiyorsun. Ya da uyumak ve uzaklaşmak ya da vurmak kırmak.
Yoksulların yaşadığı acılar. Eve ekmek götürmek, çocukları beslemek, okutmak. Her tür köleliğe razı olmak. Mesela madende çalışmak. Daha dün, 300'ü aşkın arkadaşını yutmuştu maden ocağı. 500'ü aşkın çocuğumuzu yetim ve yalnız bırakmıştı. Son yılların tam teşekküllü cinayeti yaşanmıştı. Ocaktan sağ kurtulanlardan, acısı yüzüne yansıyan ’’yine madende çalışmaya mecburum’’ diyen maden işçisi Murat'ın hikayesi, acının kendisi değil mi? Binlerce kilometre uzaktan gözlerimizi ıslatmadı mı? Sisteme olan öfkelerimizi yeniden bilemedi mi?
Devletin izlediği Kürtleri yok sayan, yaşamlarını tutsak eden insanlık dışı politikalar nedeniyle, yıllardır kanatmaya devam eden, binlerce canı yok eden, sakat bırakan, yalnız bırakan, öfke üreten, halklar arasında ruhsal karşıtlıklar yaratan Kürt sorunu ve Kürt halkının yaşadığı acılar…Bugünlerde Lice'de yaşananlar. Provakasyonlar... Yine kayıplar ve yine öfke patlamaları ve yeni acılar… Bir yanlarımızı yakmaya devam etmiyor mu?
İnançları sürekli baskı altında tutulan ve Maraş’ta, Dersim’de, Çorum’da, Madımak'ta katledilen Aleviler'e yaşatılan acılar. Kaybettiği annesini uğurlamak için Cem Evi'nde olan Gülay'ın yanı başında katledilen Uğur'un geride bıraktığı acılar.
Alay edilen, paylaştırılmayan acılar. Gezi direnişinin birinci yılını doldurduğu günlerde, ülkeyi baştan başa polis güçleriyle işgal eden ve ava çıkan iktidar, tomalarıyla, biber gazıyla saldırdı ve insanlarımızın acılarını alanlarda paylaşmasına bile izin vermedi. Yürekleri haksızlıklara karşı isyanla dolu gençlerin, zaman zaman eylemin bütününü belirlemeyen ve iyi niyetli insanlarca ’’Olmasa daha iyi’’ diye tarif ettikleri küçük ''taşkınlıkları'', iktidar propogandasının ana unsuru haline getirildi. Acılarla alay edildi ve yeni acılar üretildi.
Her acının şiddeti, tarif etmekte zorlandığım bir farklılaşmayla yaşanıyor. Bireysel yakın acılar, elbette daha bir soğuk sarmalıyor, darmadağın ediyor insanı. Şimdilerde en yakın tanık olduğum acı, Cemal'in abisi Hasan'ın acısı. Cemal ağır hasta. Hasan çaresiz. Cemal yorgun, bitkin haliyle yoğun bir duygu yoğunluğu yaşıyor. Hasan, Cemal olmaya, onun adına ve en iyisini düşünmeye uğraşıyor. Böylesi acılı haliyle, anne ve babaya yansıyacak acılara duvar örmeye çalışıyor. Acı onu çok yormuş.
Farklı insanlar olarak, acıları ve bundan kaynaklanan tepkileri anlayabildiğimiz, hoşgörüyle kabullenebildiğimiz ölçülerde, insanlaşmaya yaklaşıyoruz demektir. Seçmediğimiz, seçemediğimiz hiç bir yanımız, bir başka yana düşmanlaşmamalı ve nefret duygularıyla beslenmemelidir. Başka birseyler olmadan, gerçek anlamda insan olabilmek buradan başlıyor galiba.
Ha bir de bilmeliyiz ki, acının şu ya da bu çeşidi, yüreğinin bir köşesine misafir oldumu, hiç terk etmiyor insanı. Şiddeti, etkileri azalıyor, hatta zaman zaman unutulur gibi de oluyor belki. Ama tümden, geri gelmemecesine terketmiyor. Zayıf bir anını yakaladığı zaman, seninle uğraşmaya devam ediyor. Yani onunla yaşamaya alışmak zorunda her ’’iyi yürekli’’ insan.
Ayrıca herşeye rağmen, hayat devam ettiği sürece yaşanacak, iyileştirici, insanlaştırıcı ve kökten değiştirici çabalara katılarak yaşanacak…
Başka yol da yok…
Sedat ÖZGÜVEN
13.06.2014