Sevilla/ Gezi-yorum / P.Mısırlıoğlu
11 Mart 2007 09:00
Endülüs’e yolun bir kez düştü mü artık ne etsen çıkamazsın.Sizleri yormadan,bıktırmadan Çingeneler zamanında dolaştırmak,beni oralara çeken büyüyü sizlere bulaştırmak ve bunu taksit taksit yapmak zor.Ama zaten ne kolay ki...
Efsane Carmen Sevilla’da tütün fabrikasında çalışırken,Don Juan’ın eli de armut toplamıyordu herhalde.Burası “Sihirli Ruhlar”ın en eski şehri. Ve Endülüs’ün başkenti.
Rio Guadalquivir’in sulak kıyısında.İspanya’nın güneyinde ve mağribi anıtlarla dolu bir yer Sevilla.Üzüm bağları, hüzünle,dansla ,müzikle gelen dramatik tarzı ve tarihsel yapısı,zengin kültürel kimliği,tapas barları, beyaz badanalı evleri,yılankavi sokakları,boğa güreşleri ile gerçekten ilginç ve eğlenceli şehir.
G.Bizet’in Carmen operası ya da Rossini’nin Seville Berber’i operaları,Mozart’ın Figaro’su benim Sevilla’ya ait ilk muhteşem bilgilerim.Müzik öyle evrensel ve büyüleyici ki,bizi en uzak diyarlara aşık eder hem de hiç oraları görememişken.
Göz alıcı,parlak,renkli giyinmenin “ayıp” olmadığı bu çingeneler diyarında hiç olamayacağım kadar sade ve renksiz kaldım.Halbuki gözünü sevdiğim İkiçeşmelik’te ki Şöhret ya da Fikruş adlı favori butiklere uğrasaymışım burada zevahiri birazcık kurtarabilirmişim.Cart fujyeler,sarılar,kırmızılar...Hiç sırt çantasıyla gelinir mi böyle yerlere?Yani şöyle oluyor; Sonuçta sırt çantası ummadığın kadar büyüyüp bavula dönüşüyor fakat yenilerle.
Cordoba’dan Sevilla’ya Ave hızlı trenleri ile geldik.11.40’ta bindik 12.25’te indik.Güzel,keyifli çizgi görüntüleri geride bırakarak.Otelimiz Sol Melia Lebreros 4 yıldızlı ve eski şehrin biraz dışında.Fakat beş yıldızlı bir resepsiyoncusu var.Adı biraz uzun ama yazmaya değer.Anselmo Ranz De Miguel De Ursos ikizler burcu,
öykücü,geveze,cıva,zıpkın gibi bir adam üstelik tek başına turizm bakanlığı.Saydı döktü durmadan,anlattı da anlattı Sevilla’ nın sevilesi yanlarını.Gitmeden bayıldık her yere.Ama sonra gördük ki hiç abartısı yok sözlerinin Anselmo’nun.
Taksiyle Santa Cruz bölgesine yani eski şehre indik.Torre del Oro’nın (altın kule) yanından en çok merak ettiğimiz Mağribilerin ilk önceleri cami ve minaresi ile simgeleri haline gelmiş fakat daha sonraları gösterişli bir katedrale dönüştürülen tarihi anıtlarından olan La Giralda
ilk ziyaret yerimiz oldu.Bu tür yerlerin özel dinginliğine sahip olan La Giralda’nın içinden yukarı tırmanırsanız Sevilla hakkında erkenden geniş bir bilgiye sahip oluyorsunuz.
Görsel bir doygunluğun içine bütün ihtişamı ile The Real Alcazar da
dahil olur.Ve sonra bu yerler sizi adeta esir alır.Döner durursunuz etrafında.Tepeden Guadalquivir nehrinin uzayıp giden yatağına girersiniz farketmeden .Ve kapılıp gidersiniz Sihirli Ruhların en eski şehrine.
Carmen olursunuz bir anda,en mazbutunuz
bile Don juan ya da K.Kolomb’un mezarının olduğu yerde bir kaşif olarak doğmak istersiniz dünyaya.Gezi bu her şey geçer aklınızdan tarihle yatıp bugünle uyanırsınız her dakika.Gezilerde zaman durmuşçasına hızlanır...
The Real Alcazar yani halen belli bölümlerinde kraliyet ailesi mensuplarının oturduğu kraliyet sarayı su havuzları,geniş bahçeleri,portakal ağaçları ve rengarenk azulejoların yarattığı (küçük taş sırlı seramikler)eşsiz mağribi süslemeleri bu dünyaya ait değildi sanki.Bir özel konser için zaten süslü olan bu yerler daha da süsleniyordu.Ve bize çıkış kapısını gösteriyorlardı.Dışarı çıktığımızda da rönesans,barok ve marok haller devam ettiğinden geçmişten günümüze gelemiyoruz.
Geceki programı Anselmo seçmişti.Gerçek çingenelerle flamenko gösterisi ve sonra iyi bir restoranda yemek!Ama önce yürümek çok yürümek ve keşfetmek lazım.Gotik katedral ve saray bahçelerinden biraz uzakta Archivo de Indias binası karşınıza çıkar.Bu müze Amerika’nın keşfi ve kolonileştirilmesi sırasındaki pek çok belgenin saklandığı ve sergilendiği yer.Ancak tadilat nedeniyle müzenin tarihi dış binası ile yetindik.
Las Sierpes yani yılankavi sokaklara geldiğimizi anladığımda aynı zamanda cazip bir çarşının ortasına düşmüş olduğumuzu gördüm.Cervantes’in buralarda gezinen öykülerinin izini arayacak vakit yok ne yazık ki.
Belediye Sarayının yani Ayuntamiento’nun bu şehri temsil etmedeki kararlılığını,şıklığından ve heybetinden çok rahat anlayabiliyorsunuz.Geçmiş ve şimdi büyük bir uyum içinde ve koskoca bir meydanda size gözdağı veriyor hala.Sonra başka bir tarih mirasına rastlıyoruz .Casa de Pilatos 16.yüzyılın zenginliklerini ve Amerika’nın keşfi ile şehrin sanatsal servetinin de hangi boyutlara çıktığının bir kanıtı olarak ihtişamlı bu saray mimarisi ile Endülüs’ün çarpıcı örneklerinden.
Dinlenmek için romantik,dar sokakların olduğu,gizli yeşil verandalı evlerin (eski Yahudi gettoları) bulunduğu,bar ve kafelerin olduğu yere döndük.Yani yılankavi sokaklara...Bir kahve zamanında pitoresk bir şehrin ortasında sihirli ruhları aradık...Sokağın sonundaki La Campana pastanesi iyi bir mola yeriydi ama bize yetmemişti yalnızca kahve.İyi bir öğle yemeği için bıkmadan dolaştık.
Açlıktan ölmek üzereyken La Giralda’nın hemen yakınındaki Bar Giralda’ya burun ve göz seçimi ile girdik.Eski bir tarihi hamam gurme bir restorana dönüştürülmüş.Bizim tercihimiz deniz ürünlerindendi ama buranın etleri de meşhur biliyorsunuz.(bir jamon tabağı hep yakışır buradaki sofralara) Sonuçta kum midyelerinin tadı,yengeç ve istakozların lezzeti,karideslerin sosları tatlı ve şarabın verdiği özel mutluluk 77.85 euro ile açıklanamaz.Bir de içerdeki neşeli ve kaliteli servis kısa günlere 4.öğünü zorunlu kıldırır.Bir yandan Modesto,Las Terasas ve Casa Robles restoranlarını merak edersiniz Santa Cruz’daki, bir yandan da ayağınız çıkmaz eşiğinden Giralda’nın.Neyse ki Callejon del Aqua yani su sokağı denilen yollara vurduk da kendimizi erittik yediklerimizi.(laf aramızda gittiğimiz kilolarla döndük geriye)
Santa Cruz,El Arenal birbirine geçerler hoş bir biçimde Guadalquivir nehrinin kıyılarında.Nehrin bir de karşı kıyısı vardır.Triana.
Gece geleceğimiz flamenko gösterisi saat 21.00 de başlayacaktı,22.45 ’e kadar sürecekti.Orada sadece içki alacaktık.Akşam yemeği gece yarısı yemeği oluyor genellikle İspanya’da.Bunun içinse rezervasyonumuz hazırdı.La Dorado nehir boyunca giden Paseo Colon’da bir balık lokantası idi.Planımızı yapmıştık tabii Anselmo’nun değerli katkılarıyla.Ama uygulama için otel Lebreros’a geri döndük
.
Küçük bir tazelenmeden sonra taksi ile El Arenal Flamenko restoranına geldik.New York Times’a göre Sevilla’nın en iyi ve gerçek (Andalusian Style) dans gösterileri burada oluyordu.Arenal semtinde Calle Rodo No.7 adresi.Yirmi altı yıldır flamenko sanatına eski itibarını kazandıran bu mekan loş otantik dekoru ile başlangıçta çok da özel gelmiyor insana.En ön masaya çekik gözlü bir çiftin karşısına yerleştirildik.Merhaba, naaber le birlikte onların Filipinli olduğunu ve elçilik görevlisi olarak İstanbul’ da uzun süre kaldığını öğreniyoruz.Çocuk gibi sevindiler bizimle sohbetlerine.Filipinlilerin kırık türkçe konuşmaları da bizi hoşnut etti.Kardeş olmuştuk artık.Böyle durumlarda gerginliği kültürel gevezelikler örter bilirsiniz.Heyecanımız ise doruktaydı.İlk defa bir Tablao’da bulunuyorduk.Ole sesleri şimdiden dudaklarımızda.
Bu sese koşup gelmiştik buralara.Yaşamın kendisini,acı ve hüzünle,sevinç ve mutlulukları ile birlikte tarif eden dans.Ahşap kastanyetler,ritmik topuk hareketleri gitarın İspanyol sesi fantastik ritüeller yaratıyordu işte sahnede.Üstelik doğaçlama,koreografileri yapılmamış her seferinde başka ve taklit edilemez eşsiz yorumları ile Endülüs’un dünyaca kabul gören çingene dans sanatı sahnedeydi.Biz de sahnenin içindeydik.Yine bir düşü gerçekleştirmiştik tanrıya şükür.Dört adam beklerken sahnede beşi birbirinden renkli ve kocaman puantiyeli çingene kadın ve beş bıçkın çingene adam bizi ölene kadar unutamayacağımız bir filmin içine soktular.Parmak uçlarımız,ellerimiz,kaşımız,gözümüz aynı duygularla gerildi,parladı,söndü,yumuşadı,güldü,ağladı...Ve biz Sihirli Ruhların gösterilerine hayran kaldık alkışlamaktan ellerimiz şişti.Oleeeeeeeeeeeeeeee.!
Tabii burada Cristina Hoyos ve Antonio Gades gibi ler den çok var.(seneler önce Efes Antik Tiyatro’da hayranlıkla izlemiştim.Dünyanın en meşhur kızgın,sert ve şuh mimikleri ile ekol bailaora’sını.C.Hoyos flamenkonun ünlü kadın danscısı.A.Gades ise bailaor olarak sert,maço dansı ile dillere destandır.Özellikle G.Lorca’nın “Kanlı Düğün”’ünde C.Saura filminde çok etkilenmiştim dansından A.Gades’in.
Çıkışta ahşap kastanyetleri geçirdik parmaklarımıza lanet olsun onlar gibi şaklatamıyorum oysa hep bir çingeneliğim olduğunu düşünürdüm...
Nehir kıyısına yürüdük. Ellerimizde sihri bozulmuş kastanyetler.
Paseo Colon’ın karşısındaki Triana Köprüsü’nden karşıya geçtik.Triana Bölgesine.Kıyıda çok canlı bir hayat.Sıra sıra kafeler,tapas restoranları,burnumuza gelen payella kokuları.Hiç bana mısın demiyor.Çünkü çok yemişiz Cerveceria Giralda’da.Nehrin bu tarafı da çok güzel üstelik karşı kıyıdaki eski şehrin ışıklarını seyretmek de eğlenceli.Endülüs’ün seramikteki en büyük süksesi sayılan Santa Ana seramik fabrikası da bu tarafında Guadalquivir’in.Tok ağırlayacak olan talihsiz restoranımız La Dorada’ya gitmek için tekrar 2.Isabel Triana köprüsünden geçerken Bronz Carmen heykeli ile de helalleştik.
Tuzlama levrek büyük bir gürültü ile kırılmıştı.Paket mi ettirsek diye bakıyordum güzelim masaya.Sonra dişe bir dokundurduk gerisi malumunuz efendim.
Sonra yine Giralda Katedrali’ne yürüdük.Geceki ışıklandırmasını yakından görelim diye.Görme arsızlığı bunun adı.Doğuştan bir hastalık.
Sabah doğru İspanyol Meydanı’na.Bazı devlet dairelerinin de içinde yer aldığı bu tarihsel mekanda geniş havuzlar,meydanlar,muhteşem azulejoslarla süslenmiş oturma yerleri,geçmişin saltanatlı günleri ve fetihleri anlatan rengarenk mağribi seramik tablo örnekleri günümüz için önümüze serilmiş taptaze kitaplar gibi.
Oradan Plaza de America’ya gittik uçtuk orada uçtuk yüzlerce kuş ile birlikte.Cafe de India’da dinlendik.Sonra El Arenal’a doğru gittik; burası eski bir liman şehri olan Sevilla’nın mühimmat imalathanelerinin olduğu yermiş.Adı üstünde Arena bölgesi.Dikkatli olmamız gerekmiyor.Çünkü boğa güreşi zamanları değil. Ama rehberli turlar iki yüzyıldır geleneksel boğa güreşlerinin hala ilk günkü heyecanla yapıldığı tarihi Plaza de Toros de la Maestranza’yı büyük bir iştahla turistlere anlatıp,gezdirmekteler.Matador kapısı,giysisi,kılıcı benim çok da ilgi alanım değil ama acıdığım boğaların öcünü matador fıkralarına gülerek aldım.
Zaten başlangıçta balık halini arena zannedip içeri girdiğimizde çok komik duruma düşmüştük.Fakat o sayede Hospital de la Caridad’ı da dışından görebilmiştik.Sevilla’nın taş işçiliği ve barok tarzına güzel bir örnek oluşturan ayrıca pek çok İtalyan heykellerinin bulunduğu verandalara sahip bu huzurevine her ne ettikse giremedik.Bir dahaki sefere kalan öyle çok şey var ki...görülmedik,bilinmeyen.
Sihirli Ruhları arıyorum şimdi elimde şakırdamayan kastanyetler.