Sevimsiz Murtazalar - Nabi Yağcı
17 Ağustos 2009 22:15
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, grup toplantısındaki etkili konuşmasıyla yaptığı açılımı çok kültürlülük yönünde genişleten yeni açılımlarla sürdürdü. Başbakan'ın MHP'ye yanıtında başvurduğu argümantasyonun çok önemli olduğunun altını çizmek istiyorum. Önemi, Başbakan'ın Malazgirt, Bursa, Ankara adlarının tarihsel kökenlerini açıklaması değil, bunlar, bunlardan fazlası, saklanmış tarihin gerçekleri biliniyor; son zamanlarda daha çok yazılıyor, söyleniyordu. Ben de, öteden beri farklı dinler, farklı etnisitelerin ve kültürlerin birbirine karışarak ama tümüyle asimile olmaksızın yarattıkları ortak yaşam alanlarından, hümanist kültürden; bunları güncelleştirmenin bugün aradıklarımıza bir yanıt oluşturabileceğinden söz edip duruyorum. Belki de bu nedenle Başbakan'ın son konuşması beni ilkinden daha fazla heyecanlandırdı.
Bu konuşmanın önemi, ilk kez tarihin derinliklerinde kalmış gerçeklerin, siyasetin bir soruna çözüm aramada kullandığı argümanlara dönüşmesidir. Ve ilk kez TC Devleti'nin bir başbakanı bir siyasi sorunun çözümünde tarihsel kültürel dokumuza dayanma ihtiyacı duydu, bu ihtiyacı devlet siyasetinin diline taşıdı. Medeniyetler Buluşması'nın eş başkanlığını üstlenen Başbakan'ın ne zaman Anadolu çok kültürlülüğünü, genel ifadelerin ötesinde siyaseten de dillendireceğini beklemekteydim.
Ermenice, Kürtçe, Rumca ve diğer Türk orijinli olmayan kişi ve yer isimlerinin değiştirilmesi 1930'larda resmî devlet politikası haline gelen "Türkleştirme" politikasının baskıcı yöntemler eşliğinde kullanılan "asimilasyoncu" yönünün somut ifadelerinden biridir, işte bu nedenle Başbakan Erdoğan'ın MHP'ye yanıt verirkenki dayandığı argümantasyonun, bu resmî devlet politikasından ciddi anlamda ayrılma anlamına geldiğini düşünüyorum. Yine aynı nedenle Kürt sorununun çözümünde asıl bu ifadelerin samimiyet göstergesi olduğuna inanıyorum. Çünkü Kürt sorununun kalıcı çözümü, yalnızca savaşı durdurmak, baskıları kaldırmak değil daha önemlisi, evvelemirde açık ya da örtük "asimilasyoncu" zihniyeti ve buna dayanan politikaları terk etmekle mümkün olabilecek.
"Devleti küçült, sivili büyült, kamu alanını genişlet" başlığını taşıyan önceki yazımda devletin neden küçültülmesi gerektiği, bunun ne anlama geldiği üstünde durdum. Bunun en önemli aracının kamu yönetimi reformu olduğuna işaret ettim. Devletin daraltılması otomatik olarak sivil alanın genişlemesi anlamına gelmez. Kimi önlemlerle merkezde aşırı biçimde toplanmış olan yetki ve imtiyazların bazıları yerel yönetime devredilebilir fakat eğer yerel yönetim meclisleri üstünde idari ve mali vesayet sürerse sivilleşme gerçekleşemez. Her şeyden önce merkezin bu alandaki vesayeti kaldırılmalıdır.
Üçüncüsü kamu alanının genişletilmesidir. Kanımca özel olarak üstünde durup fikir geliştireceğimiz üçüncü hâl budur. Sivilin büyümesi, özel olanın, birey ve toplulukların kendini özgürce ifade etmesi ve kamusal alana özgürce katılması demektir. Bizde nasıl ki, millet devlet anlamına geliyorsa, kamu da çoğu yerde devlet İle özdeş bir anlamda kullanılıyor. Kamu devlet demek değildir. Kamusal alan özel alanların ortak yaşam alanıdır ve aynı zamanda özelin devletle karşı karşıya geldiği alandır. Eğer kamusal alan devletin genişliğine ve derinliğine kontrol ettiği (asimile ettiği) bir alan ise özel yaşam alanları en fazla mahalle sınırları içinde özerktir ve hatta mahallede bile tutunamayıp evlerin içine kadar geri çekilip hapsolur.
Orhan Kemal'in Bekçi Murtaza romanını hatırlayalım, mahallede kendini devlet sanan, kendi ailesi dahil herkesin özel yaşamına karışan, tepelerinde boza pişiren mahalle bekçisi Murtaza. Orhan Kemal güçlü kalemiyle gülünç olmaktan çok acınası Murtaza tipini sevdirmişti bize. Mahalle bekçiliği sistemi kalktı ama devlet adına tepemizde bekçilik yapan büyük büyük gazetelerin köşelerinde, büyük büyük partilerin tepelerinde "Sevimsiz Murtazalar" hiç az değil.
Mesele tam da burada. "Sevimsiz Murtazalar" Kürt sorununun kamuoyunda tartışılmasını, müzakere edilmesini sanki tali bir mesele gibi sunuyorlar, onlara göre esas mesele hükümetin somut çözüm projesi imiş. Oysa temel şikayetimiz, sorunları devletin şimdiye dek, bizim adımıza, bize rağmen çözme alışkanlığı değil miydi? Kamu alanının genişlemesi demek ilkin, bugüne dek devlet ve onun yasal ve idari mevzu atlarıyla sınırlanmış olan tartışma alanının sivil toplum eliyle genişletilmesi demektir. Bunun somut anlamı ise, dün devlet ve mevzuat çerçevesinde tartışılması "meşru" kabul edilmeyen tartışma konularının tartışılır hale gelmesi ve böylece meşruiyet kazanmasıdır.
Şurası çok açık, istense şu anda Başbakan ve hatta Cumhurbaşkanı dahil hepimizin söyledikleri, yazdıkları Terörle Mücadele Yasası kapsamına alınabilir. Tek tek kişiler bazında bu yine olabilir ama kamusal alanda kazanılan meşruiyetle "Mevzuat Hazretleri" geriletildi; fakat onun yerine şimdi gelecek korkusu, bölünme korkusu yayan "Sevimsiz Murtaza Hazretleri" alıyor. Fakat çok geç, korku yerini artık "kamusal akla" bırakıyor.
Nabi Yağcı
Taraf