BÖYLE CUMHURİYETİ NİYE SEVEYİM?
12 Kasım 2021 08:38 / 710 kez okundu!
"Cumhuriyet tarihinde “şiddet”in olmadığı kaç yıl var Allah aşkına? Bugün 1980 doğumlular kırk yaşını aştı. “Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddeleri olan bir anayasa ile bu yaşa geldiler! Onlar bu “kısacık” ömürlerinde yaşadıklarını yazsa, belki de buraya kadar yazdıklarımı kat kat aşar."
****
BÖYLE CUMHURİYETİ NİYE SEVEYİM?
Doksanı aşkın yıllık cumhuriyet tarihi, iktidarı zorla ele geçiren ve iktidardan gitmemek için her türlü zulmü halklara reva görenlerin ve bu eziyeti “siyaset” kabul edenlerin yaptıkları bir resmigeçittir.
Hâlâ böyle değil mi? “Hayır, öyle değil” diyenleri, taraftar tribününden inip, araştırarak, düşünerek “hayır” demeye davet ediyorum!
Gelin bu cumhuriyetin geçmişinde, 1923’ten 1980’e kadar gezelim:
1923-1950, İttihatçı “Tek Parti” yılları; İki (1925 ve 1931) parti kapatma ve bir (1946) “sandık hırsızlığı” ile şöhret kazanmış dönem. Bugün güvenilir bir Siyasi Partiler Yasası ve seçim sistemine sahip olduğumuzu kim iddia edebilir? Son seçimlerde sandıklar kapandıktan sonra seçimin kurallarının değiştirilmesi, “mühürsüz oylar”ın da geçerli sayılması neydi?
1950-1960, ikinci bir parti ile “demokrasiye geçme” değil, Sovyetlere karşı “Batı” kampında yer kapma yılları. İkinci parti ünlü İttihatçı Celâl Bayar’a kurdurulmadı mı? Maksadın “demokrasi” olmadığı, baştan belli oldu; 1951’de “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun” adı altında “Tek Adam”a dokunulmazlık ihsan eden kanun çıkarıldı ve hâlâ yürürlükte. İfade özgürlüğünü kısıtlayan hiçbir yasa, peygamberleri ve “ulu önderleri koruma yasası “ demokrasilerde asla olmaz. Yarın en son “Tek Adam” için de bir “koruma kanunu” çıkarsa şaşmayın!
Bu cumhuriyette hiç demokrasiye öncelik tanındığını hatırlıyor musunuz? Demokrasinin, “milli birlik-beraberlik” kadar, “devlet ve bekası” kadar ve “Tek Adamlar” kadar değeri yoktur, olmamıştır.
Kuruluştan başlayarak süregiden “tek düşünce ve tek devlet dini” yıllarında Kemalizm 1950’ye kadar tek “serbest” düşüncedir. Liberal düşünce, sosyalist düşünce yasaktır. Geleneksel dini örgütlenmeler de yasaktır, Diyanet, dinde devlet sultası, “Devlet İslâmı” egemendir.
1950’den sonra “devlet dini” gevşetilir, kendine “liberal” diyenler tek tük çıkar ortaya, ama halâ “sol” düşünce yasaktır. “İstiklâ-i Tam” hedefine varılamamıştır, lâkin varılmış gibi yapılacaktır: “Kürt yoktur, karda yürürken kart-kurt diye ses çıkaran dağ Türkleri vardır.” 1960 Darbesi’nden sonra, koskoca Cumhuriyet’in koskoca genelkurmayı ve kimi akademisyenleri ısrarla savunmuştur yıllarca bu “Kart-Kürt”lü zırvayı!
“Milli Güvenlik Kurulu” en üst yönetim olarak 1961 Anayasası’na girer, İttihatçı anlayış egemenliği garantiye alınır.
Milli Güvenlik Kurulu (MGK) hâlâ var, değil mi? “Ama siviller çoğunlukta” demek kendini avutmak, başkasını aldatmaktır.
1962-71 arası, MGK ile uyumlu partilerin varlığıyla sürdürülen yeni bir yarışmacı düzen. Yeni bir “askeri darbe”yi davet eden kimilerinin “sol” diye ortaya çıktığı; pek çok yayının ve “komünizm”in yasak olduğu ve parlamentoda bir sosyalist partinin, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) yer aldığı yıllardır.
TİP’e her yerde uygulanan “planlı şiddet”, bugün de Halkların Demokratik Partisi’ne uygulanmıyor mu?
1974-80 Arası, “sosyal demokrat” olmaya karar veren Cumhuriyet’in kurucu İttihatçı partisi ile, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında “iktidar”dan dışlananların “geçici sivil yönetim” yıllarında yaşanan, bir darbeye zemin olması için yol verilen “plânlı şiddet” yılları…
1980 Faşist askeri darbesi ve izleyen yıllar: İdamlar, işkenceler, sürgünler ve son otuz yıldır süren, bugün yine fitili ateşlenen Kürtlere karşı “İstiklâl-Tam Savaşı”; faili meçhuller, yargısız infazlar, toplu öldürmeler…
Cumhuriyet tarihinde “şiddet”in olmadığı kaç yıl var Allah aşkına?
Bugün 1980 doğumlular kırk yaşını aştı. “Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddeleri olan bir anayasa ile bu yaşa geldiler! Onlar bu “kısacık” ömürlerinde yaşadıklarını yazsa, belki de buraya kadar yazdıklarımı kat kat aşar.
Bu Cumhuriyet’te bugüne kadar yaşananların üstü; ne Cumhuriyet marşlarıyla, ne Gazi Mustafa Kemal’e güzelleme, ne Atatürk’e övgü yarışmalarıyla; ne Çanakkale, ne Sarıkamış, ne İstiklâl Harbi veya Kurtuluş Savaşı hamasetleriyle, ama özellikle zıvanadan çıkmış “şehadet” edebiyatıyla örtülür gibi değildir.
Ben böyle Cumhuriyet’in neresini seveyim, nesini kutlayayım!?
Ben sadece “Demokratik Cumhuriyet”i severim.
Talat ULUSOY