‘DARBE' Mİ? O DA NE?
08 Şubat 2011 14:05 / 4719 kez okundu!
Returs haber ajansı; “Müslüman Türkiye, diğer müslüman ülkeler için bir demokrasi modelidir” diyor. London School of Economics'den, Orta Doğu Politikaları ve Uluslararası İlişkiler Profesörü Fawaz Gerges; “Türkiye modeli benzer toplumlara bir temel sunuyor. Süren protestolar çerçevesinde Araplar, evrensel bir hükümet biçimi olarak İslami değerleri ve demokrasiyi bütünleştiren Türk modeline bakacaklardır” diye açıklama yapıyor.
Ancak dış basında Türkiye hakkında bu ve buna benzer demokratik açıklamalar yapılırken biz hala 21. yüzyılın Türkiye'sinde “darbe” sözcüğünü dilimizden düşüremiyoruz. Demokratik İslam ülkesi olarak örnek gösterilen Türkiye’de hala darbe çağrıları yapabiliyoruz.
Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Zonguldak şubesinde CHP Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum bir konuşma yapıyor. Konuşmasında; "Koca bir askeri yıktılar, meğer kağıttan kaplanmış, biz bunu asker zannedermişiz. Meğer ABD içini oymuş. O koca ağacı hop diye yıktılar. Ancak CHP’yi yıkamadılar” diyor.
Dış basında söylendiği kadar demokratik bir ülke olsaydık bu sözlere gülüp geçebilirdik. Çünkü Suheyl Batum orduya altı üstü “ne duruyorsun haydi iş başına” demiş. Bu çağrı belki İngiltere, Amerika.. gibi ülkelerde söylenseydi anlamsız olurdu ama bizim ülkemizde söylenince “dur bakalım, o ne dedi şimdi” demeden edemiyoruz. Çünkü bu ülkenin geçmişinde darbeler, hala çocuklarının cesedine ulaşamayan anneler, hafızalardan silinmeyen, idam edilen bir başbakan var. Böyle bir geçmişle iç içe olmak atılan adımları ve söylenen sözleri önemli kılmaya yetiyor. Türkiye kısa zamanda büyük adımlar atmaya çalışan bir ülke. Başarılı olduğu noktalar da var. Ama normalleşme sürecini tamamlamış bir ülke değil. Hala “darbe” sözcüğünü lugatımızdan eksik etmiyorsak, her darbe denildiğinde dikkat kesilip dinleme ihtiyacı hissediyorsak bu daha normalleşemediğimizi gösterir. Ve İç Hizmetler Kanununda hala 35 gibi bir maddeyi barındırabiliyorsak “darbe” sözcüğüne yakın, demokratikleşmeye de bir o kadar uzak kalmaya devam edeceğiz.
Aslında bir Anayasa Profesöründen böyle bir söz duymak insanı şaşırtsa da, Sayın Batum’dan bunları duymak şaşırtmıyor. Ama insanın aklında soru işaretleri barınmaması da elde değil. Bu sözleri söyleyen Batum’a sormak gerekiyor nasıl bir TSK istiyormuş diye? Kağıt kaplan olmayan, siyasete karışmayan, darbe yapmayan bir TSK onun nezdinde “TSK” değilse, istediği darbe yapan, halkın seçtiği başbakanı astıran, faili meçhul cinayetlere adı karışan bir TSK’mı?
“Kağıt kaplan” olmayan TSK böyle mi oluyor?
Artık ümitli olmak isteyen bir halk var. Kendi seçtiği siyasetçiyi koltukta görmek isteyen bir halk. Sokaklarda tanklar görmekten bıkmış, bir darbe ile 50 yıl geriye gitmekten usanmış, çocuklarını, kocalarını, babalarını belirsiz bir kurşunla ölü görmekten korkan bir halk.
Bu halk "Cumartesi Anneleri"nin sesine ses olmak istiyor. Gerçek bir demokrasi ile yönetilmek istedikleri için ölmek istemiyorlar. Bundan yıllar önce olan faili meçhul cinayetleri tekrar yaşamak istemiyorlar. Siyasetçilerin koltuk kavgaları bu halkı ilgilendirmiyor.
"Cumartesi Anneleri"ne bakın, istedikleri tek şey başında dua edebilecekleri, bir demet çiçek koyabilecekler bir mezarlık. Bu ülkenin insanları yaşadı bunları. Şu an aklımız alıyor mu; devletin üniformalıları evlerden insanları apar topar alıp götürecek ve aileler hiçbir şey yapamadan çaresizce olanları izleyecek. Ve o gece götürülen yakınlarından bir daha asla haber alamayacaklar. Bizleri koruması gereken bir kurumdan bahsediyoruz, evlerimizden yaka paça götürüp meçhule karıştıracak bir kurumdan değil. Ve biz bunları yaşadık. Bu acıların izlerini hala yaşıyoruz. Ama bunlardan ders almamış gibi konuşmalarımızın nereye gideceğinin farkına varamıyoruz. Bu demokrasi değildir! Bu halkın kendi kendisini yönetmesi hiç değildir.
Türkiye’nin artık ileriye atılacak adımlara ihtiyacı var. Sokaklarda dolaşan eli silahlı üniformalılara, hapishanelerde işkence gören insanlara, darağacında sallanan başbakanlara değil.
Tülin TEZEL
07.02.2011